Ekolojik mücadelenin aciliyeti ve radikalliği

Zozan SİMA yazdı —

  • Ekolojik yıkımın boyutları ve hızı ürkütücü boyutlardadır. Üzerinde yaşanacak bir dünya, özgürlüğü için mücadele edilecek bir ülke, üzerinde yaşayabileceğimiz toprak, nefes alacağımız hava, içeceğimiz su bırakmayacak bir hızla ilerleyen bir yıkımla karşı karşıyayız. Bu nedenle ekolojik yaklaşım ulus, emek, demokrasi ve kadın özgürlüğü mücadelesinin temel ilkesi haline gelmiş durumda. 

Aynı gün içinde medyada iki kadının gözyaşına tanık olduk. Biri Trabzon’un Sürmene ilçesi Çamburnu’nda kurulmak istenen kültür balığı tesislerine karşı basın açıklaması yapan Gökçe Erhan’a aitti.

Evinde basın açıklamasını hazırlarken nedeni henüz bilinmeyen bir şekilde -ki aslında hedef zamanlama düşünüldüğünde- muhtemelen kundaklama sonucunda yakıldı. Gökçe, canını zor kurtardı ve gözyaşları içinde de olsa, basın açıklamasında dile getirdiği “Yanan evimi tekrar ayağa kaldırabilirim ama denizi kaybettiğimizde bu geri döndürülemez” sözleriyle herkesi etkiledi.

Benzer bir olayı, 2017 yılında Antalya’da madenlere karşı mücadele eden Aysin ve Ali Büyüknohutçu isimli çevre aktivistlerinin öldürülmesi ile yaşamıştık.

Katil önce bunu para karşılığı yaptığını söylemiş, sonra inkar etmiş, daha sonra ise eşine yazdığı mektupta maden şirketinin kendisine gereken ödemeyi yapmadığını yazmıştı. Kısa bir süre sonra da zanlının cezaevine intihar ettiği söylenmişti.

Küresel talan ve alternatifler panelinde konuşma yapan antropoloji profesörü Andrea Zhouri de, Latin Amerika’daki doğa talanını ve çevre aktivisti arkadaşlarına dönük cinayetleri gözyaşlarıyla anlattı.

Geçen yıl dünya genelinde tespit edilebilen 227 çevre aktivisti, çok da yabancısı olmadığımız ‘faili meçhul cinayetler’ sonucu katledildi.

Gerçek rakamların bundan daha yüksek olduğu dile getiriliyor. Bunların büyük bölümü ise Latin Amerikalı çevrecilere dönük cinayetlerdi.

Devletler, uluslararası sermaye şirketleri ve paramiliter çetelerin ortaklığıyla geliştirilen ekolojik yıkımın bir diğer yanı da buna karşı mücadele edenleri katletme politikası. Anlaşılan o ki, artık Türkiye’de de benzer yöntemler devreye konulmuş durumda.

Ne Latin Amerika’daki, ne de dünyanın başka yerlerindeki çevre mücadelesi devlet, sermaye ve paramiliter yapılanmaların ortaklığında gelişen saldırılara karşı kendini yeterince savunacak durumda değildir. Bu saldırganlık ve küresel ortaklıklar karşısında geliştirilen mücadele yöntemleri oldukça naif kalmaktadır.

Yakın zamana kadar, reel sosyalizmin etkilerinden kaynaklı, devrimci hareketler açısından kadın özgürlüğü konusunda olduğu gibi, ekoloji konusu da devrimden sonra çözülecek sorunlar arasında yer almaktaydı.

Reel sosyalist devrimlerde endüstriyalizmin sonuçları öngörülmeyerek gelişme ve ilerleme adına bu yıkıma ortak da olundu.

Ekolojik hareketlerin bir kısmı ise, dar çevreci yaklaşımla çevre mücadelesini elit tarzda yürüttüler. Ekolojik mücadele toplumun geneline mal edilemedi.

Vejetaryen olmak, organik gıdalar tüketmek, kişisel bazda ekolojik bazı alışkanlıklar edinmek, gerçekleşen yıkımın boyutlarını; sistemle bağını görmemek ve mücadeleyi toplumsallaştırmamak anlamına gelmekteydi.

Bir yanda toprakları için gözyaşı dökerek, ağaçlara sarılarak, elindeki kazma küreklerle karşı koyan köylüler yalnız bırakılmış, diğer yanda ise ekolojik mücadele sadece bir kesimin işiymiş gibi görülmüştü.

Mevcut durumda ekoloji mücadelesi devrimden sonra üzerinde durulacak, geleceğe ertelenecek bir mücadele olmaktan çoktan çıkmış durumdadır.

Ekolojik yıkımın boyutları ve hızı ürkütücü boyutlardadır. Üzerinde yaşanacak bir dünya, özgürlüğü için mücadele edilecek bir ülke, üzerinde yaşayabileceğimiz toprak, nefes alacağımız hava, içeceğimiz su bırakmayacak bir hızla ilerleyen bir yıkımla karşı karşıyayız.

Bu nedenle ekolojik yaklaşım ulus, emek, demokrasi ve kadın özgürlüğü mücadelesinin temel ilkesi haline gelmiş durumda.

Reber Apo bunu çok önceden öngörerek, Kürdistan gibi henüz toplum olarak varlık-yokluk mücadelesi verilen bir zeminde ekolojiyi paradigmanın temel ilkesi haline getirdi.

Ancak, “İnsanlar öldürülürken ağacı, hayvanı, toprağı, suyu nasıl düşüneceğiz” gibi bir yanılgı ile yaklaşılarak bu konuda istenilen düzeyde bir mücadele geliştirilemedi.

Bunun sonuçları Kürdistan açısından da oldukça ağır oldu. Barajlar, madenler, orman yangınları ve tarihi yerlerin talanı sömürgecilik politikasının, Kürt soykırımının bir parçası olarak uygulandı ve uygulanmaya devam etmektedir.

Gökçe’nin ve Andrea’nın gözyaşlarından çıkarılacak sonuç, ekoloji mücadelesinin daha örgütlü, radikal ve özsavunmasını yapabilecek bir formasyona kavuşturulması gereği ve devrimci hareketlerin bu konuda kadın hareketinin yakaladığı küresel dayanışma ağlarını örebilmesidir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.