Anlamın hissin yaşattığı insan
Zozan SİMA yazdı —
- İktidarın sürmesi, sınırsız haz arayışı, maddiyatçılık çevremizdeki insanları nesneleştirmeyi, emeklerini-bedenlerini sömürmeyi, hırsızlığı beraberinde getirir.
Nazi kamplarından kurtulmayı başaran düşünür Viktor E. Frankl insanların yaşadığı fizyolojik ve psikolojik hastalıklarda anlamsızlığın etkisinin belirleyici olduğunu söyler. Psikolojik sorunların kaynağını, haz arayışı ekseninde cinsellikle açıklayan Freud ve güç arayışı ekseninde tanımlayan Adler’in esasta sonuçlarla uğraştığını belirten Frankl, psikolojide anlam odaklı üçüncü bir ekolün öncülüğünü yapmıştır.
Anlam, amaç ve değerlerini yitirmek insanlarda derin varoluşsal krizlere yol açar. Çağımızda maddiyat, iktidar, yetki ya da hazla doldurulmaya çalışılan varoluşsal boşluk bu biçimde derinleşmiş olur. Araştırmalarda ortaya çıktığı gibi maddenin içi boşlukla doludur. Yaşamını maddiyatla doldurmak bir yanıyla da boşlukla doldurma gibi bir sonucu doğurur. Çırpınırken batarcasına insanlar anlamı kaybettikçe daha mutsuz hale gelmektedirler. Einstein’in de güzel ifadesiyle ‘Yaşamını anlamsız bulan biri yalnızca mutsuz değildir, hani neredeyse yaşama elverişli değildir’. Bu durum toplumsal ilişkileri de zehirleyici rol oynar. Yaşamaya elverişli olmayan bu insan gerçekliği çevresindeki anlam ve yaşam emarelerini de yok etmeye yönelen bir kanser hücresi rolü oynar. İşlevi olan hücrelerin yapısını bozarak onları bozulmuş, anlamsız ve işlevsiz yığınlara dönüştüren kanserle benzerlik de buradan doğar. Kendi varoluş krizimizi, kompleksler, kaprisler, aşağılamalar, incitmeler, hakaretler aracılığıyla çevremize yansıtmamızı bu biçimde tanımlayabiliriz.
İktidarın sürmesi, sınırsız haz arayışı, maddiyatçılık çevremizdeki insanları nesneleştirmeyi, emeklerini-bedenlerini sömürmeyi, hırsızlığı beraberinde getirir. Anlamsız bir yaşam ancak etrafındaki tüm anlamlara, kutsallara, değerlere saldırarak güzel ve iyi olanın tahrip edilmesiyle sürdürülebilir. Çünkü amaçlara, değerlere, anlamlara sahip insanlar güdülerinin onları ittiği davranışları ret-kabul ölçüleri ile şekillendirirler. Üzerinde iktidar kurulacak ya da herkes ne yapıyorsa onu yapacak insanlar da olmazlar. Cinsel objeleştirmeyi ve nesneleşmeyi de kabul etmezler. Hain, işbirlikçi, teslimiyetçi de olamazlar.
Rêber Apo ‘anlamın ve hissin yaşattığı insanın en güçlü insan olduğunu’ söylerken varoluş krizinin çözümüne vurgu yapmış olur. Çünkü Rêber Apo bu krizi kendinde çözdüğü kadar etrafına topladığı grubu partileştirerek onun öncülüğünde Kürt toplumunda da çözmüştür. Kendi kişiliğinin şekillenmesini ifade eden üç doğuşu bunun üzerine temellendirmiştir. Dili yasak bir toplumun sömürge koşullarında doğan bir çocuğun anlam arayışını, üniversite yıllarında oluşturduğu grubu partileştirerek ikinci bir doğuşa dönüştürmüştür. Çağın en hain uluslar arası komplosuna karşı iktidar ve devlet odaklı düşüncelerden kurtulmasını ise üçüncü doğuş olarak tanımlamıştır. Kadının anlamsız yaşamın pençesinde kıvrandığı toplumun hasta bir toplum olacağı, anlamsız kadının toplumunun da anlamsız olacağı tespiti ekseninde, kadın ordulaşması ve partileşmesi ile de kadınlar için anlamlı bir yaşam seçeneklerini açığa çıkarmıştır. Varoluşsal krizlerini yeni anlamlar ve formlarla çözerken onları toplumsallaştırmayı da başarmıştır.
Kürdistan Halkının ve özellikle de kadınların Rêber Apo’nun doğumunu kendi doğumu olarak anlamlandırmanın gerisindeki bu gerçeklik yatar. Bu yılki 8 Mart, Newroz ve 4 Nisan’da Kürdistan halkı özellikle de gençler ve kadınlar anlamlı yaşam seçeneğinde ısrarı ortaya koyarak baharın coşkusunu ve umudu tüm dünyaya taşıdılar…