Savaşın hedefi ve direnmesi gereken kimdir?

Zozan SİMA yazdı —

  • AKP-MHP faşist yönetiminin yenilgisiyle birçok tecavüzcü, hırsız, rantçı, ahlaksız, çıkarcı, anti-demokratik, çeteci kesim de tarihin çöp sepetini boylayacaktır. Bu nedenle savaşa karşı durmak Kürtler’e karşı ahlaki vicdani sorumluluk olmanın ötesinde anlamlar taşımaktadır.

Aylardır Kuzey Doğu Suriye’ye dönük savaşın başlayıp başlamayacağı üzerine birçok tartışma yapılıyor. Suikastlar, dron saldırıları, top atışlarının hiç durmadığı düşünüldüğünde ortada yeni başlayacak bir savaşın olmadığı, zaten sürmekte olan savaşın yeni saldırılarla şiddetlenmesinden bahsetmenin daha doğru olduğu görülecektir. Türk devleti sadece askeri saldırılarla da değil, tüm ekonomik kaynaklarını, diplomatik maharetini, siyasetini, yasalarını, kurumlarını bu savaşa göre konumlandırmaktadır. Dış politikasını, ekonomi politikasını, kültür-sanat çalışmalarını dahi Kürtleri katledebilmeye göre örgütlemiş faşizan bir rejim var karşımızda. 
 
Erdoğan’ın daha düne kadar düşman ilan ettiği, hakaretler yağdırdığı devletlerle görüşmesi kişisel tutarsızlığının değil, savaşı sürdürebilmesinin gereğidir. Sisi ile görüşmesi de Esad’a yeniden kardeşim diyebilme yollarını araması da bunun sonucudur. Suriye’deki çete gruplarının kaderi, Başurê Kurdistan’daki federe yönetimle ilişki ve ittifaklarını da bu savaş belirlemektedir. Hangi sanatçıların tv programlarına ve sahneye çıkacağını, kimlerin nerede konser vereceğini, hangi gazetecinin ekrana çıkacağı hangisinin hapse atılacağı buna göre belirlenmektedir. Sermaye çevrelerinde de kimlerin ranta ortak edileceği, kimin mallarının talan edileceği ve iflas ettirileceklerini, kimlerin gizli kasetleri çekilerek tehdit edileceklerini, kimlerin hakkında davalar açılacağı bu savaşa göre belirlenmektedir. AKP’nin saldırılarına hedef olan kesimler de Soylu’nun fotoğraf albümünde yer alanlar da bu tablonun parçasıdır. Tarihi yerlerin, arazilerin peşkeş çekildiği kişi, kurumlar da bu savaştaki rollerine göre tayin edilmektedir. 
 
Öyleyse artık bu savaşın mağduru, tarafı, muhatabı ve coğrafyasının ne kadar geniş olduğu görülebilmelidir. Türk devletinin kendi toplumu faşist sürüler haline getirmeden, egemen erkekliği hortlamadan bu kirli savaşı yürütebilme imkanı yoktur. Kadına yönelik şiddetin, taciz-tecavüzlerin artması bu militarist kültürle ilgilidir. Herkese had bildiren, sokak hayvanlarını katletmekten zevk alan psikopat davranışların bu dönemde hortlaması da bu egemen erkeklik kültürü ile ilişkilidir. İstanbul sözleşmesinin kaldırılması, KHK’lerle görevden almalar, belediyelerden üniversitelere her alana atanan kayyumlara, herkese tehdit eden mafya kültürünün yaygınlaşmasına kadar ortaya çıkan tüm tablolar bir zincirin halkaları gibi birbirini tamamlamaktadır. Elbette bunun en ağır bedellerini kadınlar ödemekte, direnen kadınlara dönük saldırılarla birlikte her kadının başında bir faşizan bir devlet gibi hükmünü icra eden erkeklere de imkan tanınmaktadır. Kadınları katleden erkeklere dönük cezasızlık politikası, kadınları çocuk doğurmaya ve geleneksel ataerkil aileye boyun eğmeye zorlamanın altında bu savaş gerçekliği yatmaktadır. Dünyadaki birçok örnekte olduğu gibi faşizan rejimler ancak kadın bedeni ve kimliğini derin bir sömürüye tabi tutarak ayakta kalabilirler. 
 
Ortadoğu’da demokrasi ve özgürlük arayışı içindeki halklar, kadın özgürlüğü için mücadele edenlerin, ekolojik mücadele yürütenlerin, hayvan hakları için düşünce özgürlüğü, insan hakları için mücadele edenlerin de savaşın tarafı olduklarını geç olmadan görmeleri gerekiyor. Çünkü mevcut durumda bu faşizme karşı en amansız mücadeleyi, en baş eğmez iradeyi Kurdistan özgürlük hareketi göstermektedir. Tarihte başka örneği olmayan biçimde insan iradesi ile kimyasal silahlara karşı direnilmektedir. Garibe Gezer örneğinde olduğu gibi yüzlerce tutsak boyun eğmemekte ve ölümü göze alarak direnmektedir. Reber Apo İmralı işkence sistemi altında direnmektedir. Rojava’da insanlar topraklarını terk etmeyerek direnmekteler. Bakurê Kurdistan’da tüm tehdit ve tutuklamalara rağmen direnişi aralıksız sürmektedir. Bu yazı kaleme alınırken dahi Bakurê Kurdistan’da 50 kadın göz altına alındı ve kadınlar direniş sözlerini yinelediler. Kürdistan halkı ve dostları onlarca yıldır her günü, her saldırıyı karşılıksız bırakmayacak biçimde sokaklarda direnmekteler. 50 yıllık PKK geleneğinin yarattığı direnişin süreceği kesindir. Türk devletinin Kürt katliamını gerçekleştirmek için mağdur ettiği kesimlerin büyük bir bölümü savaş politikaları ile kendi yaşadıkları arasında yeterince bağ kuramamaktadır. Kürdistan özgürlük hareketinden uzak durmak, direnişin içindeymiş gibi görünmemekle kendilerini kurtaracaklarını sanmaktadırlar. Bu yanılgı faşizan rejimlerin yaşamasına yol açan orta sınıf tutumudur ve tarihin her döneminde halkların ve devrimcilerin nezrinde suç ortağı olarak yargılanmışlardır. 
 
AKP-MHP faşist yönetiminin yenilgisiyle birçok tecavüzcü, hırsız, rantçı, ahlaksız, çıkarcı, anti-demokratik, çeteci kesim de tarihin çöp sepetini boylayacaktır. Bu nedenle savaşa karşı durmak Kürtler’e karşı ahlaki vicdani sorumluluk olmanın ötesinde anlamlar taşımaktadır. Savaşın hedefinde sadece Kürtler olmadığını bilmeli ve bu savaşı yürütülebilmek için haksızlık ve hukuksuzluğa uğrayan tüm kesimlerin Kurdistan Özgürlük hareketinin direniş saflarında yerlerini alması gerekir. Demokratik ve özgürlükçü bir Türkiye, Suriye, İran ve Irak için bu faşizan yönetimin al aşağı edilmesi gerekir. AKP ve çeteleri tüm Ortadoğu’ya faşizm ihraç etmektedir. Kadın özgürlüğünü sağlamak, ekolojik yaşamı korumak ve komünal özgürlükçü bir toplumu yaratmak için de tam da şimdi bu faşizme karşı Kurdistan özgürlük hareketinin başlattığı direnişin saflarında yer almak gerekir…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.