Öldürmeyen her acı güçlendirir mi?
Zozan SİMA yazdı —
- Şengalli kadınların yaşadığı acılar ancak o acılara yol açanlardan hesap sorulur ve bir daha böylesi acıların önüne geçebilecek bir toplumsal sistemle kurulabilirse son bulur. İşte o zaman öldürmeyen acı güçlendirmiş olur.
Felsefe ve psikolojide çokça üzerinde durulmuş bir konudur acı. Nietzche öldürmeyen acının güçlendireceğini, Victor Frank acı çekmenin sizi iyiye doğru değiştiriyorsa bir anlam ifade ettiğini, Spinoza bize acı veren duyguların, onun berrak ve keskin bir resmini çizdiğimiz anda acı olmaktan çıktığını ifade eder. Rêber Apo, acıların değerini bilen herkes için daima en iyi öğretmenler olduğu tespiti ile katkı sunar bu düşünürlere. Yani acının nedenini anladığımız ve ona karşı bir şeyler yapabilecek gücü bulduğumuzda o acıyı güce dönüştürme imkanı yakalamış oluruz. Bir toplum ya da halk olarak kırım, katliamla karşılaşmak ise daha derin anlamlandırmayı gerekli kılar. Çünkü bu tür kolektif acılarda insanların fiziki olandan daha derin yıkımı anlamsızlıkta yaşarlar. Acıyı travma haline getiren de bu anlamsızlıktır.
Şengal 21. yüzyılda en ağır trajedi ve yıkımlarını, bir kadın kırımı ve soykırım biçiminde yaşadı. Bu sadece orada yaşayan Êzîdî halkının değil, başta Kürtler olmak üzere vicdanı olan herkesin en fazla da kadınların derinden sarsıldığı bir trajediydi. Tarihte böylesi yıkımları yaşamış halkların yaşadıklarını anlamlandırması farklı biçimlerde gerçekleşmiştir. Yahudiler yaşadıkları trajediyi birçok felsefi, psikolojik, sosyolojik, edebi, sanatsal esere dönüştürerek anlamlandırdılar. Ermenilerde bu daha çok sanatsal ifadeye kavuştu. Kürtlerde ise; direniş ve mücadele ederek süreklileşen bir gelenek, yazılı olmasa da sözlü gelenekte dile gelen zengin bir acı edebiyatında anlam buldu. Ne yazık ki sanatı ve edebiyatı hala yeterinde yapılabilmiş değil. PKK’nin çıkışı ile birlikte ise varlığını koruma, özgürlüğünü sağlama ve onu savunacak, koruyacak demokratik formları yaratma temelinde bir direniş geleneği açığa çıktı.
Şengal Katliamı gerçekleşirken beklenmedik olan PKK’nin bu birikimi Êzîdîlerin tarihsel direnişçiliği ile buluşturmasıydı. Şengal’deki birçok bilge kadın ve erkek Êzîdîliği teslimiyet kabul etmeyen yanına vurgu yaparlar. Onlara göre tüm Kürtler bir zamanlar Êzîdî’ydi, ama fermanlarla Alevi, Yaresan, Ehli-Hak inancındaki Kürtler yarım teslim olmuş, Şafi, Hanefi gibi Sünni mezhebinden Müslüman Kürtler ise tam teslim olduğu düşünülür. Yani kendileri sürekli direnerek o özü korurken, kendileri dışındaki inançları yarım ya da tam teslim olmuş olduklarına inanırlar. Şengal’de korunanın toprak değil, kültür ve inanç olduğunu, kadınlara saldırılmasının nedenini ise o kültürün sırrının kadınlarda saklanmasına bağlamaktadırlar. Şengal’in önemi ve anlamı o toprağın hafızasında saklıdır. Bu nedenle Şengal teslim olursa Êzîdîlik de teslim alınmış olacaktır.
DAİŞ’in saldırılarına destek olan, zemin sunan, ortak olanların şimdi yeni saldırıların failleri olarak sahnede olmaları tesadüf değil. Fakat Şengalli kadınların sembolü haline getirilmiş bir kadının bu konudaki desteğini anlamakta güçlük çekiyor olabiliriz. Oysa tam da böylesi günler için özenle hazırlanmış bir figürdür Nadia Murad. Onunla birlikte binlerce kadın sanki yaşadıkları acıların nedeni psikolojikmiş gibi Avrupa’da rehabilitasyon merkezlerinde ikinci esaret ve devşirilme süreçlerini yaşadılar. Acıların nedenlerini, ona yol açanların kimler olduğunu, bu acıların bir daha yaşanmaması için ne yapılması gerektiğini değil, psikolojilerini düzeltmeleri gerektiğini düşünmeleri sağlandı. Acıdan kaçmanın tek yolu ise teslim olmaktı. Nadia Murad’ın, Şengal’de yaşanan işgale karşı tutumu, Mevlüt Çavuşoğlu ile görüşmesi ve kendisini DAİŞ’in elinden kurtaran özgürlük hareketine dönük sözlerinin gerisinde bu beyaz kırım projesi yatıyor.
Nadia Murad acı çekmiş bir kadın belki onu eleştirirken dahi bir temkinlilik yaşıyoruz bu nedenle. Ama Şengal’deki işgalin amacı Êzîdîlerin bir kırım sistemi içinde tutulma hallerini süreklileştirmektir. Kürdistan Özgürlük Hareketinin perspektifi ise, Êzîdîleri kendilerini yönetebilecekleri, inanç ve kültürlerinin yaşatabilecekleri, ana dillerinde ve yaşam felsefelerine uygun yaşayabilecekleri, kimseye muhtaç olmadan özsavunma ve kendi kendine yeterli ekonomik sistemlerini geliştirecekleri bir sistemin gelişmesidir. Yani Êzîdî toplumunun binlerce yıldır kendini var etme biçimlerine uyumlu bir özerklik projesi.
Şengalli kadınların yaşadığı acılar ancak o acılara yol açanlardan hesap sorulur ve bir daha böylesi acıların önüne geçebilecek bir toplumsal sistemle kurulabilirse son bulur. İşte o zaman öldürmeyen acı güçlendirmiş olur. Elindeki taşla eski zaman tanrıçaları heybetiyle tankın önünde duran Yade Şemme, elindeki silahı ile kendini savunan Yadê Kinê ve Rakka’da satıldığı El Naim meydanında YJŞ savaşcısı olarak zaferle dönen Heza’da olduğu gibi. Şengal’li acılı kadınların sembolü onlardır. Katliamcılara destek olarak yaşadıklarının anlamına varamayacak kadar hakikat algısı dönüştürülmüş olanlar değil…