Evlerdeki kadınların sofraları: Keyeyî
Kültür/Sanat Haberleri —
- Evler anlamına gelen Keyeyî’nin kendisi için güçlü bir metafor olduğunu anlatan Ali Doğan Gönültaş, “Ben makarayı geriye sarmayı seviyorum. Ben de bu albümde öyle bir şey yapmaya, burnumun ucunu görmeye çalıştım. Hatırlamak ve hatırlatmak istedim” diyor.
MIHEME PORGEBOL
Ali Doğan Gönültaş’ın yeni albümü Keyeyî (Evler), 30 Nisan’da dinleyicilerle buluştu. Yayımlandıktan hemen sonra dünya müzik listelerinde adından söz ettirmeyi başaran albüm, iki bölüm ve 8 şarkıdan oluşuyor. Albümdeki şarkıların dördü Kürtçe diğer dördü ise Türkçe. İlk bölüme Kirmanckî’de “eşik” anlamına gelen Şemuge adını veren Gönültaş, ikinci bölümü “Annelerin Sofraları” olarak isimlendirdi.
Zê Tijê grubuyla tanınan Ali Doğan Gönültaş’la sanata yaklaşımı, müzik yolculuğu ve yeni albümü Keyeyî’yi konuştuk.
Sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Sizinle tanışmamıza vesile olan temel olgu müzik. Dolayısıyla ben müzisyenim. Kendimi müzikle ifade etmeye çalışıyorum. Kişisel hayatımı da müzik çerçevesinde şekillendiriyorum. Müzik dışında da bir hayatım var ama diyebilirim ki son 15 yılım müzikle geçti. Koşullara bağlı olarak müzikle ilişkim de değişti elbette.
Çok fazla dinamik var. Ne gibi koşulları kastediyorsunuz?
Ekonomik, politik ve bireysel durumlar diyebilirim bunlara. Müzisyenliğin meslek olarak görülmediği bir ülkede bu işi sürdürebilme motivasyonu bulamayabiliyorsunuz. “Tamam ben pes ediyorum” diyebiliyorsunuz. Sizi ve yaratıcılığınızı destekleyecek bir altyapı yok.
Ek olarak, politik olarak alınan tavrın kişisel, kişisel olarak alınan tavrın politik bir arka planı olduğu bir dünyada sessiz kalmak çok zor. Diğer yandan konuşmak sizi hataya sürüklüyor. Çünkü sizi terse düşürebilecek bir politik gündem hızı var ülkede. “Bu iktidar gitsin de ne olursa olsun” noktasına geldik ve sandıktan medet umduk mesela. E bir sürü büyük sözler edildi. Nereye gitti onlar. Sosyologların, siyaset bilimcilerin vs. çözemediğini bir müzisyenden beklemek bana adil gelmiyor.
Sanatımda ön planda olmasını istediğim birçok unsur var. Ama güncel siyaset kesinlikle bunlardan birisi değil. Bir Kürt bir Alevi olmanın övünç ya da aşağılık kompleksine dönüşmediği bir atmosferde sanat yapmaya çalışıyorum. Bu kimliklerin altını çizmek bile can sıkıcı. Öteki olmanın dezavantajını şölene dönüştürmek de ahlaki gelmiyor. Durup geri çekilince, şu ülkede ben Kürt’üm ya da Aleviyim demek için Kürt ya da Alevi olmaya gerek yok. Size bunu zorla söyleten, öğreten bir atmosfer var maalesef.
Size bunu diyenler kimler? Daha doğrusu Kürt olduğunuzu size nasıl öğrettiler?
Bana bunu “Onların yemeği yenmez” diyen yan komşumuz öğretti; “Terörist mahallesindeki çocuk” diyen okuldaki öğretmen, sıra arkadaşı, şoför ya da resmi alanlar öğretti. Aslında iktidar her yerde size sizi hatırlatıp ayar çekiyor. Kendini muhalif olarak tanımlayan bir harekette dahi iktidar ilişkisini çok rahat görürsünüz. Küçük bir evde mesela. Dolayısıyla meselenin özünün iktidar ve güç istenci olduğunu ve herkesin buna göre kendi pozisyonunu aldığını görüyoruz. Bunun gibi bir sürü başka örnek verilebilir elbette ama ben haddimi aşmak istemem bu hususta.
Biraz da müziğinizi ve yeni albümünüzü konuşalım. Öncelikle müzik serüveninizi kısaca anlatır mısınız?
Kendiliğinden ve doğalında gelişen bir yolculuk diyebilirim. Bağlamanın duvara asılı olduğu bir evde büyüdüm. Nenemden, dedemden türküler, kilamlar duyduğum; masal, hikâye, anlatı, tekerleme dinlediğim bir doğal öğrenme atmosferi… Çok sonra idrak ettim ki bu ortam, benim ileride sağlayacağım sanat ve fikir üretme motivasyonumun temel kaynağı olmuş. Ama müzik yapma kararı üniversiteye başlamadan hemen önce, yirmili yaşların başında kendiliğinden gelişti. Sadece müzik yapmak isteğinden doğan bir şeydi.
Motivasyonumun bir diğer kaynağı ise çok fazla müzik dinlemekti. Müzik yapan arkadaşlarımla bir araya gelip müzik yapmaya başladık. 2007 yılında Ze Tije adında bir grup kurduk. Grup süreci bizim için bir okul gibiydi. Sadece üreterek, çalarak ve müziği anlamaya çalışarak geçirdiğimiz bir süreçti. Aslında yalnızca müzik de değil; biz sinema, şiir, edebiyat, felsefe tartışıyorduk. 2015’te ilk albümümüzü çıkardık. İki bölümden oluşan konsept bir albümdü. 2019'da ikinci albümü yaptık. O süreçte birçok arkadaş geldi, gitti, sonunda iki kişi kaldık. Birkaç ay içerisinde de grup dağıldı. Ben de zaten üzerine çalıştığım projeme odaklandım. Bugün kendi prodüksiyonumu, tamamen kendi imkanlarımla yapabilme kabiliyeti özellikle Ze Tije tecrübesiyle ilgilidir. Olumlu ve olumsuz birçok deneyim size kendi yolunuzu bulma imkanı sağlıyor.
Dinleyicisi, Ali Doğan Gönültaş’ın bir parçaya ne yapabileceğini, onu ne hale getirebileceğini bilir. Tarzı, üslubu bellidir. Son albümün Keyeyî’de de bu görünüyor. Bize biraz yeni albümden bahseder misiniz?
Benim yer aldığım ve kendi yaptığım albümler her zaman belirli bir konsept ya da temayı içeren albümler oldu. Bu albüm de konsept bir albüm. Keyeyî aslında bir stüdyo albümü değil. Tamamen canlı kayıtlar gibi düşünülebilir. Albümün oluşmasında kişisel hayatımdan yansıyan çok fazla dinamik var. Birincisi ev, benim için güçlü bir metafor. Ben makarayı geriye sarmayı seviyorum. Bu albümde de öyle bir şey yapmaya, burnumun ucunu görmeye çalıştım. Hatırlamak ve hatırlatmak istedim. Aslında müzikal, daha doğrusu sanatsal arayışımın çıkış noktası da hatırlamak ve hatırlatmak oldu hep.
Sanat arayışınızı evle mi ilişkilendiriyorsunuz?
Evet. Ev burada benim için bir araç. Kim olduğumu anlayabilmek ve hatırlamak için bir araç.
Evler, sizin için hafızaya veya hatırlamaya dair şeylerin buluştuğu yer mi oluyor?
Her şeyin değil, bir şeylerin buluştuğu bir yer. Her şeyi bir yere toplayamayız. Ben sadece ‘evler’ diyorum. Başkası da mutfağın, ötekisi sokağın, parkın hikayesini anlatsın.
Peki bu evleri nasıl tanımladınız?
İki bölüme ayırdım. Birinci bölümün adı Zazaca ‘eşik’ anlamına gelen Şemuge. İkinci bölümün adı da Annelerin Sofraları. Biz Kırmançlarda “Wayîrê çe Şemugê de ro”, yani “Eşikte evin sahibi durur” diye bir söylem vardır. Burada sahip derken her evin bir ruhu olduğu kastediliyor. Bir eve ilk defa giriyorsanız o evin sahibinden izin almak zorundasınız. “Ben bütün kötü niyetimi dışarıda bırakıyorum; bu eşikten öyle geçiyorum” demek zorundasınız. Sana seni hatırlatan, yerini hatırlatan bir şey. “Sen eşiğin dibindesin; kötü niyetini dışarıda bırak ve içeride neyle karşılaşacağını o zaman düşünürsün” diyor bize. Ön kabul ve önyargılara bir set çekiyor aslında. Varoluş halini olduğu gibi kabul etmeye çağıran bir değer. Çünkü kendi ana dilimle bir şeyler söylüyorum. Ben o eşiği geçeceksem, eşiğin diğer tarafına gideceksem eşikte benim ana dilim var. O yüzden kendi ana dilimde şarkılar havalandırmak istedim.
Ya ikinci bölüm?
İkinci bölüm Annelerin sofraları. Nefesleri, deyişleri, Alevi müziğini annem ve arkadaşlarının kurduğu sofralarda öğrendim. Bunlar Arguvanlı Kürt, Sivaslı Türkmen, Maraşlı ailelerdi. Yıllarca beraber sofralar kuruldu. İçildi, sohbetler edildi bu sofralarda; şarkılar söylendi. Hepsinin kaynağında kadınlar vardı. Bu yüzden albümün bu bölümünü annem ve arkadaşlarına ithaf ettim. Bu da bir hatırlama meselesi benim açımdan. Hatırlıyor ve hatırlatıyorum. Bir tema üzerinden not düşme ve bir çağrı hali. Bunun bir şekilde talibi varsa buyursun gelsin; burada bir sofra var ve bu sofrada bunlar çalındı, söylendi. Hakikate dair söylemlerin olduğu bir sofra.
Bir çeşit kültür kaydı tutmak adına şarkılar biriktiren, kaydeden, bunları söyleyen çok sayıda sanatçı var. Siz de yapıyorsunuz bunu ve bu gerçek anlamda çok değerli bir çaba. Biraz da bunlardan bahsetmek isterim.
Bunu yapan çok fazla insan var. Müzikle ilgilenmeyip de bunu yapan çok insan tanıyorum. Örneğin basın camiasının yakından tanıdığı Turabi Kişin ve Ali Aydın Çiçek yakın zamanda Alevi masallarını derleyip kitaplaştırdı. Müzisyenlerden Ayfer Düzdaş, Ali Tekbaş, Mesut Gever ve Serdar Canan gibi birçok isim de bunu layıkıyla yapıyorlar. Unutmadan olmaz, çünkü bunun öncülüğünü Metin-Kemal Kahraman yaptı. 40 sene önce başladılar ve hala devam ediyorlar.
Peki bütün bunları yaparken ki derdiniz ne?
Bizden önceki kuşak ve bizim kuşağımız büyük söylemlerle anlatmak istedi derdini. Dünyayı müzikle değiştirme iddiasına girenler bile oldu. Bu büyük bir yük. Bu yükün altında ezildi çoğu kişi. Böyle bir yükün altına girmek istemem. Tekrar olacak belki ama ben burnumun ucundakini anlatsam işte böyle senin gibi arkadaşlarla tanışıklığımız oluyor. Kahramanların hikâyesini anlatmayı beceremiyorum sanırım. Kendi halinde bir marangozun, otobüste her gün ayakta giden kişinin, köy köy gezen bir çerçinin hikâyesini anlatmak daha anlamlı geliyor bana. Sıradan, hemen gözünün önünde olan benim hikayem. Bu bence daha gerçekçi bir dokunma biçimi.
“Herkes kendi kapısının önünü temizlerse…” diyorsunuz?
“Değişim var mıdır bu alemde? Varsa önce seninle başlar. Kendinden başla” diyebiliyorum.