Yaşamları midye içine hapsedilen kadınlar
Toplum/Yaşam Haberleri —
- Zor şartlar altında midye temizleyip dolduran Kürt kadınlarının hikayeleri, yaşamlarının ne büyük zorluklarla geçtiğini kanıtı. Devlet tarafından köyleri boşaltılan kadın işçiler İstanbul’daki midye atölyelerinde günde 13-14 saat çalışıyorlar.
ERDOĞAN ALAYUMAT
90’lı yıllarda İstanbul ve İzmir’e göçettirilen Kürtlerin ekmek kapısı olan midye dolma, günümüzde yaygın şekilde tüketilen bir besin çeşidi haline geldi. Midye dolma ilk olarak İzmir’de yaygınlaşsa da daha sonra İstanbul, Muğla ve Antalya’da da tüketilmeye başlandı. Şimdilerde midye dolma İzmir’in Kadifekale mahallesinde, İstanbul’da ise Tarlabaşı semtinde hazırlanıyor.
Ağırlıkla Tarlabaşı’nın Bülbül ve Çukur mahallerinde kurulan midye dolma imalathanelerinde çalışan kadınların koşulları oldukça kötü. Zor şartlarda yaşam mücadelesi veren kadınların hepsi Kürt. Nerdeyse çoğu devlet baskısından kaynaklı yerinden edilmiş, köyleri yakılıp yıkılmış. Hepsi ya gençken ya da çocuk yaşta İstanbul’a gelmek zorunda kalmış. Tirşe, Çukur, Şehit, Nevres ve Akkiraz sokaklarındaki imalathaneleri gezerek midye atölyelerinde çalışan kadınlarla hikayelerini ve çalışma koşullarını konuştuk.
8 çocuğunu midyeyle büyüttü
Hadle Çalık ile Çukur Sokak’ta tanışıyoruz. 65 yaşında olan Çalık, işin ağırlığı ve günün yorgunluğundan kaynaklı evinin gölgesine sığınmış dinleniyor. Yanına gidip Kürtçe selam verdikten sonra sohbete başlıyorum. Oturduğu evin bodrumunu midye imalathanesine çevirmiş. İşlerinin iyi olduğunu söylemesine rağmen konuşmaya başladığımızda biraz tedirgin olduğu belli. Sohbet biraz ilerleyince rahatlayan Çalık, bu sefer de işin ağırlığından dert yanmaya başlıyor.
8 çocuk annesi Çalık, çocuklarının tümünü 13-14 saat midye işi yaparak büyütmüş. Şimdi ise ilerleyen yaşından kaynaklı işlerinin büyük kısmını gelinine ve kızlarına devretmiş. Sohbetimize bu işe nasıl başladığını sorarak başlıyoruz. Hadle Çalık da bizi 90’lara götürüyor.
Devlet köyü boşaltır…
Hadle Çalık’ın Mêrdîn merkeze bağlı köyü 1991’de “PKK’ye yardım ediyorlar” gerekçesiyle askerler tarafından boşaltılır. Köyden kent merkezine taşınmak zorunda kalan Çalık, burada da barındırılmayınca ailesi ile birlikte 1991’in sonlarına doğru İstanbul’a göç eder. Tarlabaşı’ndaki akrabalarının yanına yerleşen Çalık, uzun süre zor koşullarda yaşamak zorunda kalır: “Köyümüzde ekmeğimizi topraktan çıkarıyorduk ama devlet bize kudretini gösterdi ve bir gece içinde her şeyimizi kaybettik.”
İstanbul’daki devlet
Hadle Çalık, İstanbul’a yerleştikten sonra eşiyle birlikte nohut pilav işi yapmaya başlar. Uzun süre bu işe devam ederler ancak kazandıkları parayla geçinemeyince midye dolma işine başlarlar. İlk önce midye temizliği yapan Çalık, daha sonra pişirip satmaya başlar. Tam her şey yoluna girdi derken Çalık, bir kez daha karşısında devleti bulur. İstanbul’da yaşayan kardeşi ve yeğeni “PKK’ye milislik yapıyorlar” denilerek gözaltına alınır. Haftalarca süren işkenceli sorguların ardından kardeşi ve yeğeni, müebbet hapis cezasına çarptırılır.
İşkence sonrası
Kardeşi ve yeğeni tutuklandıktan sonra polis baskısı daha da artar. Öyle ki, bir dönem her hafta ya eşi ya da çocukları sebepsiz yere gözaltına alınır ve ağır işkencelere maruz kalır. Gördüğü işkenceler sonrası eşi hastalanır ve bir süre sonra da yaşamını yitirir. Hayat arkadaşını kaybeden Hadle, artık tek başına çocuklarına bakmak için mücadele etmek zorundadır.
Cezaevindeki kardeş
“Bin bir zorlukla ayakta kaldım” diyerek konuşmasını sürdüren Çalık, “Bana işin zorluğunu sordun ama yaşamımın zorluklarını düşününce keşke her şey bu iş kadar zor olsa diyorum. Evet işim zor ama artık çok şükür çocuklarım büyüdü ve işleri onlar yapıyor. Şimdi ben sadece yardım ediyorum. Eskisi kadar çok yorulmuyorum. Artık tek derdim cezaevindeki kardeşimden ve yeğenimden haber almak” diye anlatıyor.
Kardeşi ve yeğeninden neden haber alamıyorsun, diye sorduğumda ise Çalık: “Cezaevlerinde yapılan eylemlerden kaynaklı çok uzun süredir görüşemiyorduk. Tutsaklar tecride karşı çıkmak için, onurlarını korumak için görüşlere çıkmıyorlardı. Biz de onların eylemini kırmamak için görüşlere gitmiyorduk. Ama her ikisini de çok özledim. Devletin zulmü bitmiyor. Hayatımız hep mücadele. Bak yaşım olmuş 65 ama Kürt olunca devlet yaşına bakmıyor” diyor.
Hikayeleri ortak
Hadle Çalık ile vedalaştıktan sonra Nevres ve Akkiraz sokaklarında bulunan midye imalathanelerine doğru yol alıyoruz. Uğradığımız atölyeler kaçak olduğu için röportaj isteğimizi geri çeviriyorlar. Daha sonra Tirşe Sokak’a geçerek Eylem Çiçek’in işlettiği bir imalathaneye giriyoruz.
İmalathanede midye temizliği ve pişirimini yaparak geçimini sağlayan Elmas Özdemir, başta bizimle konuşmak istemese de Özgür Basın emekçileri olduğumuzu öğrenince, “Ben sizin bizden olduğunuzu bilmiyordum. Buraya bir sürü gazeteci gelip fotoğraflarımızı çekiyor. Bazı gazeteciler bizi çok kötü gösterdiği için konuşmak istemedim. Hala konuşmak isterseniz buyurun oturun” diyerek bizi içeri davet ediyor. Atölyeye girdiğimizde bizi ağır bir midye ve iyot kokusu karşılıyor. Atölye, sürekli su kullanıldığı için günün her saati ıslak ve nemli; rutubet ise hiç bitmiyor. Buna bağlı olarak Özdemir sürekli hasta olduğunu, romatizma ağrılarının arttığını ifade ediyor.
Bir gün devlet gelir…
Özdemir’in de Hadle Çalık’a benzer bir göç hikayesi var. Nisebînli olan Özdemir, 1993’te devletin köylerini yakmasından kaynaklı aile ile birlikte İstanbul’a yerleşmek zorunda kalmış. Hatırladığı kadarıyla o günleri şöyle anlatıyor: “Biz köydeyken sakin ve huzurlu bir yaşamımız vardı. Daha sonra devlet geldi ve ‘Siz PKK’ye yardım ediyorsunuz’ diyerek bize ‘Ya korucu olursunuz ya da buradan gidersiniz’ dedi. Çok baskı gördük. Eşlerimiz, çocuklarımız sürekli işkenceye maruz kalıyordu. Bir süre direndik ama devletin zulmü karşısında köyümüzü terk ederek yüzümüzü batıya dönmek zorunda kaldık.”
Geçinemiyoruz
Köyleri boşaltıldıktan sonra Özdemir ailesinin yaşamı altüst olur. İstanbul’da hayata sıfırdan başlayan aile üyeleri, geçinebilmek için inşaat ve seyyar satıcılık yaparak hayata tutunmaya çalışır. Daha sonra midye dolma işine girerler. 5 çocuk annesi Elmas Özdemir, çocuklarını midye dolma temizleyerek büyütür. “Bu işte çok para kazanmak mümkün değil” diyen Özdemir, “En fazla asgari düzeyde geçimimizi sağlayabiliyoruz. Artık son birkaç yıldır onu da yapamıyoruz. Çünkü her şeye her gün zam geliyor, kazandığımız parayla geçinemiyoruz. Elimden sadece bu geldiği için de bu işi yapmak zorundayım” diyerek sözlerini noktalıyor.
Devlet ile çocukken tanıştı
Elmas Özdemir’in ardından bu kez sözü Eylem Çiçek alıyor. Çiçek de diğer kadınlar gibi Kurdistan’dan İstanbul’a göç etmek zorunda kalmış. Mêrdînli olan Eylem’in ailesi 1992’de köylerini terk ederek İstanbul’a geliyor. Küçük yaşta olduğu için o günleri hatırlamadığını anlatan Çiçek, devleti İstanbul’da ailesine dönük baskılarla tanıdığını söylüyor.
Midye yapımının incelikleri
Kendisiyle kısa bir çay sohbetinin ardından yaptığı işin inceliklerini konuşmaya başlıyoruz. Midye dolma işinin kolektif bir iş olduğunu söyleyen Çiçek, erkeklerin sabahın ilk ışıklarında midye toplamak için denize gittiğini anlatıyor. Midye toplama işinin en az yapımı kadar çok zor olduğunu söyleyen Çiçek devam ediyor: “Elinizde uygun takım taklavat yoksa toplama işini yapmanız çok zor. Midye toplamak da tıpkı yapımı gibi kaçak. Bu yüzden erkekler çoğu zaman oksijensiz dalış yapıyor. Bu işi yaparken çok hızlı olmak, nefes almak için sürekli yüzeye çıkmak zorundalar. Bir de polis ve belediye ekiplerini atlatmaları gerekiyor. Bunların hepsi başarılı bir şekilde yapılıp dönüldükten sonra iş artık kadınların ellerinde.”
Tek tek temizleniyor
Erkekler topladıkları midyeleri merdiven altı imalathanelere getirdikten sonra işleri bitiyor ve kadınların zorlu çalışma süreci başlıyor. Eylem Çiçek imalathane işlemini ise şu sözlerle anlatıyor: “Midye çuvalları atölyeye geldikten sonra her biri tek tek yosun ve çamurdan arındırılıyor. Daha sonra içleri bıçak ve kesi yardımı ile açılıp temizleniyor. Üç ya da dört kez yıkama işleminden geçirildikten sonra iç pilavın hazırlıklarına başlanıyor. İç pilav için daha çok pirinç tercih ediliyor. Pilav çeşitli baharatlarla hazırlandıktan sonra bu kez midyelerin içi dolduruluyor. Bu işlemden bittikten sonra 6-7 saat dinlenmeye bırakılıyor. Ertesi gün sabahın ilk ışıklarında büyük kazanlarda pişirme işlemi başlıyor. Pişme süresi midyenin cinsine göre değişiyor. Kimi yarım saatte pişerken kimi bir saatten fazla sürebiliyor. Pişen midyeleri restoranlara verdikten sonra elimizde kalanları çocuklar ve gençler sokakta açtıkları tezgahlarda satıyorlar.”
Midye dolmanın neden ağırlıkla Beyoğlu’da yapıldığını sorduğumuzda ise, “Bunun birkaç sebebi var. İlk olarak temizleme, doldurma ve pişirme işlemlerinden kaynaklı oluşan kötü kokuya ve görüntü kirliliğine başka bölgelerde izin verilmiyor. Burada herkesin birbirini tanıması da önemli bir etken. Bir de Beyoğlu’nun coğrafi olarak İstanbul’un merkezi, diğer bölgelere dağıtımı kolaylaştırıyor” yanıtını alıyoruz.
Herkeste hastalanıyor
Yapılan işin zorluklarına da değinen Çiçek sözlerine şu ifadeleri kullanarak son veriyor: “Midye yapımının her aşaması zor. Bu işi yapan herkeste astım, solunum yolu enfeksiyonu, rutubet ve neme bağlı olarak gelişen hastalıklar var. Daha insani koşullarda çalışabilmemiz için yerel yönetimlerin bize alan açması gerekiyorken çalışma alanlarımızı kapatıyorlar, ceza kesiyorlar. İşyeri için ruhsat istiyoruz ama onu da alamıyoruz. Bu yüzden bu işi merdiven altı yerlerde yapmak zorunda kalıyoruz.”