Oyunun sonu

Toplum/Yaşam Haberleri —

Philippe Parreno'nun 2017 yapımı  No More Reality Whereabouts filminden bir kare

Philippe Parreno'nun 2017 yapımı  No More Reality Whereabouts filminden bir kare

  • Soykırım dürtüsü hızla yayılırken, gezegenin yerleşim alanlarını birbiri ardına yok eden iklim çöküşünün içinden geçerken ve kolektif yaşamın her parçasını işgal eden bu azgın iç savaş sürerken nasıl yaşayacağız?

FRANCO BERARDİ / Çeviren: TİJDA YAĞMUR

Soykırım dürtüsü hızla yayılırken, gezegenin yerleşim alanlarını birbiri ardına yok eden iklim çöküşünün içinden geçerken ve kolektif yaşamın her parçasını işgal eden bu azgın iç savaş sürerken nasıl yaşayacağız?

İnsanların mükemmel bir şekilde insanlık dışı olabilmeleri için insanlık tarihi silinecek mi?

Ku Klux Klan'ın ırkçılığını, mafyanın vurgunculuğunu, erkek şiddetini ve mali mutlakiyetçiliği birlikte temsil eden bir adamın demokrasinin tüm savunmalarını yerle bir ettiği 6 Kasım 2024 tarihi, 20. yüzyıla dönüp bakılacak ve 21. yüzyılın evrim çizgilerinin hayal edileceği bir gözlem noktasıdır. Ama hangi demokrasi? Bu şahsın zaferi, işçi hareketinin 19. yüzyılın sonundan bu yana yaptığı devasa hatanın kesin kanıtıdır: siyaset alanını özgürleşme alanı olarak kabul etmek. Hem devrimci hem de sosyal-demokrat gerileme döneminde işçi hareketi burjuvazinin hazırladığı zemini kabul etti ve bu zeminde evrim panoramasından kesin olarak silinene kadar tüm mücadelelerini kaybetti.

Pek iyi, toplumun sermaye karşısındaki özerkliği için siyasi iktidardan başka bir zemin var mıydı? Elbette vardı: ekonomik ve siyasi totalitarizmi kendiliğinden terk etme eğiliminde olan gündelik hayat, kolektif varoluş, teknik-bilimsel zekaydı.

Sosyal devrim

Bugün siyaset alanında her şey kaybedildi ve geleceğimizde demokratik bir iyileşme olmayacak. Ama hayatımız hala burada, kolektif varoluş her zaman olduğu gibi hala temiz bir nefes, biraz neşe, biraz haysiyet talep ediyor. Şimdi sendikalar İtalyan işçileri toplumsal isyana çağırıyor. Bu haklı ve acil bir çağrı. Ama bu ne anlama geliyor? Bugün isyan, itaat ve güvencesiz çalışma ile köprüleri yıkmak anlamına geliyor, ırkçıların ortadan kaldırmak istedikleriyle dayanışma araçlarını çoğaltmak anlamına geliyor, her şey çökerken, sağlık ve eğitim başıboşluğa terk edilirken, sosyal dayanışmanın özerk yapılarını yaratmak anlamına geliyor. Bugün toplumsal isyan, liberal-kölelik rejimini kolektif olarak terk edecek yapıları yaratmak anlamına geliyor.

Bunu yapabilecek miyiz? Bilmiyorum, belki de yapamayız. Şu anda bu yapıları oluşturamayacağımızı söyleyebilirim. Ancak insanların hayatta kalması için bundan başka bir olasılık yok: firar, özerklik, isyan. Bugünün işçileri yalıtılmış, psikolojik olarak kırılgan, örgütlenmeden ve hatta dayanışmadan yoksun, çünkü bütün bir yüzyıl boyunca işçi hareketi demokrasi karşılığında özerkliği sattı, ancak demokrasi hiçbir zaman var olmadı ya da daha doğrusu demokrasi kelimesinin gerçeklikle hiçbir ilişkisi olmadı. Seçimlere dayalı halk hükümeti, iki koşulun doğrulanması halinde iyi bir fikir olabilir: Birincisi, fikir ve iradenin özgürce oluşması. İkincisi ise siyasi iradenin ekonominin ve dolayısıyla toplumun gelişim çizgisini belirlemedeki etkinliği. Bu iki koşuldan hiçbiri 20. yüzyıl tarihinde doğrulanmamıştır.

Kanaat oluşturma, finans kapitalin büyük ajanslarına giderek daha bağımlı hale gelen medya makinesinin bir ürünüdür. Sol, toplumun derin dinamiklerini kavramaktan, bireysel ve kolektif bilinçdışının mekanizmaları hakkında bilgi sahibi olmaktan yoksun halk kitlelerinin kendi kaderlerini özgürce belirleyebilecekleri yanılsamasını yaymıştır. İşçi sınıfı ekonomik güçten bağımsız iletişim yapılarına sahip olduğu sürece, siyasi partiler kanaat oluşumunda etkili olacak kadar güçlü olduğu sürece, demokrasi kelimesi bir gerçeklik görüntüsüne sahipti.  Ancak o zaman bile bu sadece bir görünümdü, çünkü ikinci koşul - siyasi iradenin ekonominin ve dolayısıyla toplumsal yaşamın dinamikleri üzerindeki etkinliği - hiçbir zaman açık olmadı. Ekonomik güç, finansal matematiği kullanarak ya da bu yeterli olmadığında silahlı güç kullanarak çıkarlarını dayatacak kadar her zaman güçlü olmuştur.

Şili halkı ezici bir çoğunlukla sosyalist bir hükümet seçtiğinde ve kısa bir süre sonra ABD'nin ekonomik olarak hegemonik gücü, emperyalist egemenliğini ve bakır madenlerinin mülkiyetini yeniden tesis etmeyi şiddetle dayatmak için Şili silahlı kuvvetlerini kullandığında bu açıkça ortaya çıktı. Batı emperyalizmi 1953'te İran'daki Musaddık hükümetini, 1964'te Endonezya'daki Sukarno hükümetini ve bir dizi solcu hükümeti zorla ezdiğinde bu daha önce de açıkça görülmüştü. Ancak sosyalist Salvador Allende'nin Augusto Pinochet adlı bir Nazi generali tarafından öldürülmesi, siyasi demokrasinin aldatıcı doğasının nihai kanıtıydı.

Bu ispat daha sonra 2015 yazında, Alexis Tsipras'ın mali şantajı makul bir şekilde kabul etmesi ve demokrasinin her zaman olduğu gibi bir aldatmaca olduğunu ortaya koyması nedeniyle silahlı güç kullanımına gerek kalmadığında, Yunan halkının iradesinin teslim edilmesiyle doğrulanmıştır. Dolayısıyla, servetini ırkçılık ve mafya desteği üzerine inşa eden bir kişinin zaferi demokrasinin sonu değildir, çünkü demokrasi hiçbir zaman var olmamıştır. Aynı şekilde, demokrasinin geri dönüşü de olmayacaktır, çünkü tecavüzcü bir mafyanın zaferi demokrasidir. Tecavüzcü mafya, siyaset düzeyinde çatışmadan kaçınarak ve iletişim aracı olarak podcast'i ve büyümek için uygun ortam olarak bro-kültürü seçerek zaferi için gerekli koşulları yaratmıştır.

İtalya'da olduğu gibi, onlarca yıldır yükselen feminizm karşısında zemin kaybeden kırılgan erkekler, artık kendilerini spor salonu kardeşliğinde (gym-bro), para takıntısında (crypto-bro) ve teknolojinin her şeye kadirliğinde (tech-bro) tanımaktadır.

Suç ortağı Avrupalılar

Birinci Dünya Savaşı'nı takip eden yıllardan bu yana, demokrasinin faşizmin ilk adımı olduğu kanıtlanmıştır. Hem Mussolini hem de Hitler demokratik yollarla iktidara gelmiştir. Ve bugün, özgür dünyanın ilk ülkesinde demokrasi, Yahudilerin yerini siyahlar, Latinler ve göçmenler almış olsa da, iktidarı Hitler ırkçılığının değerleriyle özdeşleşen bir adama teslim etti. Baştan şunu bilmekte fayda var: Bu adamı durduracak ya da iktidarını devirecek hiçbir demokratik süreç olmayacak. Oyun sona eriyor ve nihai çözüm gezegen ölçeğinde başlıyor: Yaşlanmış ve psikopat, ama tepeden tırnağa silahlanmış olan beyaz ırk, bugün özellikle Filistinli nüfusu etkileyen, ancak yaşanmaz küresel Güney'den küresel Kuzey'e doğru hareket etmek isteyen herkesi hedef alan bir soykırım başlattı.

Bildiğimiz gibi beyaz ırk diye bir şey yoktur (bu ifade bilimsel temelden yoksundur), ancak beyaz üstünlüğü mitolojisi soykırımı ve hazırlanmakta olan savaşı meşrulaştıracak kadar güçlüdür, ki bu Biden başkanlığının stratejik aptallığıyla başlatılan bir savaş değildir. Beyaz ırk içinde şiddetlenen ve yüz binlerce Ukraynalının hayatını mahveden savaş, Ukraynalı milliyetçilerin teslim olması ve Avrupa'nın liberal-demokratik siyasi sınıfının Rusofobik kahramanlığının açıkça inkâr edilmesiyle yakında çözüme kavuşabilir. Amerikalılar tarafından kışkırtılan ve Ruslar tarafından serbest bırakılan bu savaşta Ukraynalılar kurban, Avrupalılar ise her iki saldırganın da suç ortağı olan kullanışlı aptallardır: Putin'den ilham alan partilere çoğunlukta oy verirken, Biden tarafından dayatılan savaş seferberliğine sessizce katlandılar. Bunun sonucu, Rus ekonomisi 2023 savaş yılında %3.6 büyürken Alman ekonomisinin çökmesi ve Putin'in egemenlikçi otoriterliğinin yeminli düşmanları olan liberal-histerikler ile tüm Avrupa ülkelerinde seçmen sayısını artıran otoriter faşist-egemenlikçiler arasındaki bölünme oldu.

Şimdi Avrupa, Alman resesyonunun ve savaşçı Scholz hükümetinin çöküşünün sonuçlarından bunalmış bir şekilde allak bullak olmuş durumdayken Zelenskiy'nin tasfiyesini kabul etmekle Amerikan başkanının desteği olmadan bir atom savaşını kışkırtmak arasında bir seçim yapmak zorunda kalacak. Irkçılığa, savaşa ve soykırıma karşı görünürde bir kurtuluş yok. Aksine, demokrasinin hayaletleri konusunda daha önce hiç olmadığı kadar bölünmüş olan beyaz halklar sadece iki konuda birleşmiş durumdalar: Sınırın savunulması, yani sığınma arayan göçmenlerin geri püskürtülmesi ve kadınların terk etmeye başladığı üreme rolünün kürtaj karşıtlığı ile geri dayatılması.

Soykırım ve zorunlu doğum

Her ne kadar kendilerini iç savaşın eşiğindeki bir ülkeden diğerine savrulurken bulsalar da, Batılı halklar üstünlükçü içgüdülerinin rehberliğinde soykırım ve zorunlu doğum gibi ortak girişimlerde birleşmiş durumdalar. İklim inkarcıları dünyanın önde gelen çevre kirletici güçlerini yönettiğine göre, iklimdeki çöküşü hiçbir şey tersine çeviremez: Üç derecelik sıcaklık artışı geri döndürülemez bir eğilim ve sonuçları hızla tetikleniyor. Gezegenin büyük bir bölümü yaşanmaz hale gelme eğiliminde, bu gerçeğin sonucu olan büyük göçler korku, şiddet ve soykırımı besliyor. Uzun zamandır bilmiyormuş gibi davrandık, kendimize fantastik bir imparatorluğa karşı savaşmaya hazır fantastik bir kalabalığın masallarını anlatarak kendimizi uyuttuk, çünkü ne kendi iktidarsızlığımızı ne de sosyal hareketlerin sönük yangınlar olduğu psişik enerjinin tükenişini fark edecek entelektüel cesarete sahiptik...

Siyasi olduğu kadar psişik nedenlerden ötürü, toplum artık stratejik özerklik kapasitesine sahip değil; kapitalist mutlakiyetçiliğin ve demokratik kendini kandırmanın onu sürüklediği intihar uçurumundan kaçma imkanı da yok.

Geriye kalan tek soru şu: nasıl yaşayacağız?

Bu kısacık son oyun boyunca sembolik ve varoluşsal bir özerklik alanını nasıl yaratacağımızı bulabilecek miyiz? Sonrası yok, bu nedenle her yeri saran savaş kaosunun ötesinde yeni bir düzenin hayal edilip edilemeyeceğini sormanın bir anlamı yok. Soykırım dürtüsü hızla yayılırken, gezegenin yerleşim alanlarını birbiri ardına yok eden iklim çöküşünün içinden geçerken ve kolektif yaşamın her parçasını işgal eden bu azgın iç savaş sürerken nasıl yaşayacağız? Hiçbir zaman var olmamış bir demokrasinin hayaletini kovalayarak zamanımızı boşa mı harcayacağız, yoksa elimizde kalan az zamanda mümkün olduğunca mutlu yaşamak için savaşları, çalışmayı ve üremeyi terk mi edeceğiz? Terk edilmiş bir yaşamın kolektif yapılarını nasıl yaratacağımızı bulabilecek miyiz? Bunu nasıl yapacağımızı bulabilirsek, kim bilir, belki o zaman daha sonrası için bir yol açabiliriz.

Kaynak: https://www.diario.red

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.