İhanete mazeret olur mu?

Dosya Haberleri —

İhanet / Foto:Freepik

İhanet / Foto:Freepik

  • Şahin Dönmez neden Mazlumlara öfke ile saldırıyordu? Çünkü Mazlumlar, Kemaller iyi bir devrimcinin, karakterli bir insanın, şartlar ve yöntemler ne olursa olsun temel değerleri koruyabileceğini, temsil edebileceğini duruşlarıyla gösteriyordu. “Düşmanın yönelimlerini bahane yapma, ihanete kapı aralayan sendeki boşluklardır, ne arasan kendinde ara!” diyorlardı.

CÜNEYT MERCAN

İhanetin mazur görülebilecek bir yanı yoktur. “İyi ama Harpagos’a yaşatılanları da görmek lazım” yaklaşımı olsa olsa meselenin özünü anlamaktan uzak olmanın anlayışı olabilir. “Harpagos durup dururken ihanet etmemişti ki” diyerek gerekçe üretmeye çalışmakta yaşananların ayırdına varamamış olmayı gösterir. Hiç kimse durup dururken ihanet etmez. Mutlaka içten ve dıştan bunu tetikleyen yeni bir durum yaşanmıştır. Özgürlük mücadelesinin yürütüldüğü saflarda da tarihin her döneminde ihanet edenler çıkmıştır. Bilinçli sızmaların dışında, kimse ihanet edeceğini, bir süre sonra kopacağını ve koptuğu değerler karşı savaşacağını düşünerek özgürlük mücadelesi saflarına gelmez. Her ihanet bile birbirinin kopyası olan etkiyi üretmez. Kimisi sezilir, etkisizleştirilir ya da tahribatları sınırlı olur. Kimisi ise ihanet çapını, kapasitesini aşan ağır sonuçlara yol açar.

Tekrar Harpagos mevzusuna dönelim. Anlatıyı heredottan okurken ihanet faslına gelene kadar insancı duygularla hareket eden bir Harpagos görüyoruz, denilebilir mi? Astyages, bilinen iktidar hesaplarıyla davranmış, gördüğü bir rüyadan yola çıkarak kızını daha aşağı bir mensubiyete sahip olduğunu düşündüğü Pers’li Kambyses’e vermiştir. Çünkü Med’li biriyle evliliğinden doğacak olan torun çok daha etkili olabilir ve rüya tabircilerinin aktardıkları gibi kendisini daha rahat devirebilirdi. Kızını bu yüzden kendisi gibi bir Med’liyle değil, bir Pers’liyle evlendiriyor. Erkek çocuk dünyaya gelince kehanetin gerçekleşeceği endişesiyle öldürülmesini istiyor. Harpagos, çocuğu, anlatıda ifade edilen gerekçelerle öldürmüyor. Bu, onun insanı duygularla hareket ettiğini göstermez. Çünkü çocuğu kurtaracak bir seçenek bulmak yerine, kendisini kurtaracak bir çözüm arayışına giriyor. Astyages’in ölüm emrini yerine getirme konusunda kafası net. Çeşitli hesaplarla bunu kendisi yerine getirmek istemiyor ve o nedenle infazcı olarak sığırtmaç’ı buluyor, görevlendiriyor. Çocuğun ölüp ölmediğini de en yakın adamlarına kontrol ettiriyor. Buraya kadar bakıldığında Astyages’in zalimliği ve ona ortaklık etmede Harpagos arasında çok bir fark yoktur. Eğer insani ve vicdani bir davranıştan söz edilecekse anılması gereken sığırtmaç ve karısı olabilir.

Efendilikten köleliğe

Kyros’un on yaşında, anıtı da ifade edildiği gibi ortaya çıkması Astyages’in hem korkularını depreştiriyor, hem de emrine itaat edilmediğini öğrenilmesi büyük öfkelenmesine yol açıyor. Astyages’e göre emre itaatsizlik büyük bir suçtur ve cezası da bir o kadar büyük olmalıdır. İbret verici niteliği, benzer bir itaatsizliği aklından geçirecek olanlar içindir. Harpagos’un oğluna yapılanlar kadar, etinin babasına yedirilişi, bunun bilinçli yapıldığının hakaret edilerek suratına vurulması, gerçekten dehşet vericidir. Bir baba olarak Harpagos’un bu durumdan büyük öfkeye kapılması, içinin intikam ateşiyle yanması ve bunun eyleme dökülmesi de anlaşılır bir durumdur. Zaten Astyages de esir edilip Harpagosla karşılaştığı anda bunu işaret etmektedir. Adeta “bana kin duymanı, intikam alma isteğini anladım, çünkü sana bu acıyı ben çektirdim. Fakat, Med halkının bu olayla hiçbir dahli, günahı yoktu. İntikamsa, intikamını benden alsaydın, neden suçsuz, günahsız Med halkını efendilikten köleliğe sürükledin bre alçak, hain” demeye getirmektedir. Harpagos, bir şekilde Astyages’i öldürmüş olsaydı, belki tarih sayfalarında bu denli yer almayacaktı. Çünkü, intikamını acılı bir baba olarak ve eylemi sonuçları itibariyle bir kral değişimiyle sınırlı kalabilecekti. Yeni bir Med kralı öldürülmüş, yerine başka bir Med kralı seçilmiş olacaktı. İşte tam da burada Harpagos’u tarihe geçiren gerçeklikle karşılaşıyoruz. Bir halkı köleliğe sürükleyen ihanet eylemi! Harpagos, yüreği acıyla yanan bir babanın intikam kılıcı olsaydı Astyages’i hedeflerdi. Oysa biliyoruz ki, Astyages’e kendisinin de mensup olduğu Medyalılara ihanet edip köleleşmelerine yol açmasından sonra Astyages artık Kyros’a aittir. Ve Kyros, Astyages’i yaşatarak, ölünceye kadar yanında tutmuştur. Ancak Persler artık efendi, Med’ler ise onların emrindeki kölelerdir.

İhanetleri tarihe geçti

Harpagos, intikam ateşiyle gözleri yandığı için sonuçlarını kestiremediği bir eyleme girişmiş olabilir mi? Yani Astyages’ten intikam alayım derken, kendi halkı olan Medli’lerin köleliğine sürükleyeceğini öngörmemiş olabilir mi? Anlatı, vaziyetin hiçte böyle olmadığını gösteriyor. Kyros’u Med ülkesine saldırması, Med baştanbaşa denetim altına alması için kışkırtan bizzat kendisidir. Pers egemenliğinin inşasından sonra Pers’in kılıcı olan, İonya ülkesini Pers hakimiyetine katan da bizzat Harpagos’un kendisidir. Dolayısıyla Harpagos öfkesine yenilmiş acılı bir baba değil, Astyages şahsında kavmine hınç besleyen, halkının özgür yaşamını karartan, uşaklığı içselleştirmiş bir haindir. Harpagosta yurt sevgisi, vatan bilinci, halkının değerlerine saygı köklü bir şekilde yerleşmiş olsaydı, böyle bir ihaneti asla aklının ucuna bile getirmezdi. Harpagos’u büyük hain diye tarihe yazdıran eylemi Astyeges’e değil, Med kavmine yaptığı ihanettir. Bir kale içerisinde, kale komutanının yanlışını, kötü davranışını veya suçunu gerekçe gösterip, tüm kaleyi içindekilerle birlikte sinsice düşmana teslim etmek nasıl bir ruh halinin, kişiliksizliğin ürünüyse, Harpagos’un yaptığı bunu katbekat aşan bir durumdur. Çünkü bir kale içerisinde herhangi bir halka mensup sınırlı sayıda insan yaşayabilir, ama Harpagos, ihanetiyle bir bütün olarak Med halkının kaderiyle oynamıştır. Birine ihanet edildiğinde sonuçları bir kişiyle sınırlı olabilir, böyle örnekler çoktur. Her bir ihanet çok acı verir ama etkisi bireylerle sınırlı kaldığından, ancak yakın çevremizde yaşanmışsa duyabiliriz. İhanet eden artık güvenilmez biridir, elden geldiğince insanlar onunla iş yapmamaya, uzak durmaya özen gösterirler. Ortak amaçlar doğrultusunda bir araya gelmiş bir topluluğa ihanet edilirse, yarattığı sonuçlara göre bir etki düzeyi ortaya çıkar. Bir de halkların, ulusların kaderini hedefleyen ihanetler vardır. Bazısı sonuç almıştır, bazısı püskürtülmüştür. İşte böylesi ihanet eylem ve eylemcilerinin lanetli isimleriyle tarihe geçtiklerini görüyoruz.

Enkidu, ihanetiyle bakir Kürt dağlarını, kendi öz vatanını işgale uğratmaya çalıştı. Humbaba’nın kellesini, işgalcilerden daha çok istemesi mankurtlaşmasının sonucuydu. Özgür Kürtlük ona ihanetini hatırlatacağından tahammülü yoktu. Harpagos, Enkidu’dan binlerce yıl sonra yaşamıştı. Muhtemelen Enkidu isminden ve yaşadığı ihanetten bile haberi yoktu. Ama eylemi, Halet-i ruhiyesi ve kişiliği ile sanki ete kemiğe bürünmüş Enkidu’ydu. Rayber, Binbaşı Kasım, Şahin Dönmez, Şemdin Sakık ve daha niceleri birbirini görmemişlerdi. Sonra yaşayanların bir çocuğunun öncekilerden haberi bile yoktu. Tıpkı Spartaküs, Hallac-ı Mansur, Rüstemê Zal, Seyit Rıza, Mazlum ve Arin’lerin birbirlerini hiç görmemiş olmamalarına rağmen birbirinin ayak izinden yürümeleri gibi.

 

Harpagos’un ayak izleri

İhanet bir sonuçtur. Laneti bilindiği için, özneleri tarafından akılcılaştırılmaya, gerekçelendirilmeye çalışılır ama hiçbir gerekçe bugüne kadar bu pisliği örtmemiştir. Hainlik, o nedenle, hain’in bile kendisine yakıştırmak istemediği bir kavramdır. İhanetini kendisine itiraf eden biri bunun ağırlığını kolay kolay taşıyamaz. Ya kendisini öldürür, ya kendisini tecrit eder ya da dibe vurduğu için son bir sıçrama ile kendisini bu bataklıktan kurtarmaya çalışır. Ortalıkta dolaşmaya devam edenleri ise, ihanetlerini kendileri itiraf etmekten korktukları için, binbir dereden su getirerek pozisyonunu, yaptıklarını makul göstermeye çalışanlardır. Hakikat nezdinde bunların çoğu, deve kuşunu andırırlar. Sadece, başları kuma gömülü olduğu için kimsenin kendilerini görmediğini sanırlar. Oysa en başta uşaklığına soyundukları çevreler tarafından bu ihanetleri bilinir. Çünkü ipleri kendi ellerindedir. Artık boyunlarına geçirilmiş iple dolaştıkları halde, bu iplerin görünmez olduğuna kendilerini inandırmak istediler. İhanetleri, bir eylem, bir tutum ya da söylemden ibaret olmadığı, bir yaşam gayesi, biçimi haline geldiği için her an ihanetleriyle göz önündedirler. Küçük bir çocuğun “kral çıplak” demesi mesafesindedirler. İhanetlerin yaydıkları oranda, durumlarının olağanlaşacağını düşündükleri için buna direnenlerden nefret ederler. Ona “ihanet etmeyi sen seçtin” dedirtebilecek her duruşa, yaşama öfke kusarlar. Şahin Dönmez neden Mazlum’lara öfke ile saldırıyordu? Çünkü Mazlumlar, Kemaller iyi bir devrimcinin, karakterli bir insanın, şartlar ve yöntemler ne olursa olsun temel değerleri koruyabileceğini, temsil edebileceğini duruşlarıyla gösteriyordu. “Düşmanın yönelimlerini bahane yapma ihanete kapı aralayan sendeki boşluklardır, ne arasan kendinde ara!” diyorlardı. Onlar direndikçe, Şahin’in ihanetini yüzüne vuran bir aynaya dönüşüyorlardı. Şahin bu nedenle kendisini o hale getirenlerden ziyade Mazlumlara büyük öfke duyuyordu. Kendisini o hale getirenin yine kendisi olduğunu Mazlumlar her fırsatta duruşlarıyla ona devam edemiyorlardı. Kimi koşullar olur, insan iradesi, kişiliği bir zayıflığı gösterip bazı şeylere teslimde olabilir. Bu teslimiyet otomatikman ihanet anlamına gelmez fakat tehlikeli bir yoldur, farkına varıldığı anda o yoldan çıkmayı gerektirir. Teslimiyet ihanet değildir ama önüne geçilmezse gidilecek güzergahın varacağı yerdir.

İhanetin sızdığı yerler

Neden ihanet yoluna girilir diye sorulduğunda sıralanabilecek bazı sebeplerden bahsedebilir. Korkudan, maddi ya da mevki kazancı dolayısıyla, öfke veya intikam duygusuyla, o ana kadar savunduğu şeylerden pişman olduğu için vb. Daha fazla gerekçeler de sıralanabilir. Kimisinde bunlardan birisi ya da birkaçını, kimi örneklerde ise daha fazlasını bir arada görmek mümkündür. Ama bunların tamamını ortaklaştıran bir payda vardır. Hangi dönemde, hangi coğrafyada yaşamış olursa olsunlar şu ortak payda da buluştukları görülür: Bunlardan hiçbiri analarından ihanetçi olarak doğmamışlardır. Fakat kişilikleri, ruhları, ele geçirilmeye, iğdiş edilmeye müsait boşluklar taşımaktadır. İhanetin sızdığı yerlerde tam da buralardır. Bunu dert etmeyip normalleştirenler, bir dönem sonra bir elek gibi fazlasıyla geçirgen olurlar. İşte olağanlaşma böyle gelişir ve artık hızla geri dönülemez bir noktaya sürüklenilmiş olunur.

Kürt toplumuna ihanet eden Harpagosla başladık, onun ayak izinden yürüyen ve günce versiyonu olan bir başka ihanetle yazımızı sonlandıralım.

 

Önce ikiye sonra dörde parçaladılar

Harpagos, varlığını Pers varlığına armağan etmiş halkının kölleşecek olmasını dert etmemiştir. Bu durum ondaki özdeğerler yabancılığı uşaklaşma potansiyelinin güçlü oluşunun göstergesiydi. Tarihteki başkaca ihanetlerin Harpagos kılıklı olmasa da benzer bir ruhu taşıdığından söz etmiştik. Kürtler, Med’in yıkılışından sonra, kah dağlara çekilerek, bazen yerel beylikler kurarak, bezen de kurulan devletler içinde edindikleri statüleri ile bugüne kadar geldiler. Dört yüzyıl önce ikiye, yüzyıl önce ise dörde parçaladılar. Birlik olmayı deneyenler olsa da başaracak düzeye ulaşamadılar. Sadece parçalar olarak değil, hem parçanın da içinde birlikten yoksun özgürlük arayışları olsa da tümü ezildi, kültürel soykırımlara, katliamlar eşlik etti. Kürt birliğinin yaratılacak en başta sömürgecilerde tedirginlik oluşturdu. Bunu engellemek için sadece zor uygulamakla yetinmediler, Harpagosları aradılar, yaratmaya çalıştılar. Buna teşne olabilecekleri iyi tespit ettiler. Basit ve tamamen konjonktürel vaatlerle, özgür Kürt iradesinin varlığını, bu zihniyet vasıtasıyla engellemeye çalıştılar. Gün oldu, önlerine katıp özgür Kürtlüğe silah sıktırdılar. Gün oldu, onların vasıtasıyla elde ettikleri Kürdün kellesine para ödediler. Mensup olduğu halkının özgürlüğü için savaşan önderlerini, varlığını armağan ettikleri güçlerin emirleri doğrultusunda oyuna getirip katlettiler ya da halk düşmanı ilan edip, kraldan daha kralcı olarak uşak ruhluluğun zirvesine çıktılar. Varsa yoksa “ben” dediler. “Biz” demek zaten hiçbir zaman ne zihniyetlerinde, ne de literatürlerinde vardı. O nedenle “Biz”i oluşturma çabalarını adeta kabusları olarak gördüler. Bundan dolayı hep sabote etmeye çalıştılar. “Biz”i “ben”e, “ben”i de sömürgeci  güçlerin varlığına armağan ederken, üzerlerine giydikleri Kürt elbisesiyle Harpagos ile olan akrabalıklarını gizlemeye çalışıyorlardı. 

Direnenler çok daha güçlüdür

Kürt kimliğinin en otantik temsilcisi olan Êzîdîleri, yüzyılın en barbar gücünün vahşetine, tecavüzüne terk ederlerken yüzleri bile kızarmamıştı. Aynı yüzsüz halleriyle, tam iki yıl sonra küllerinden kendini yeniden yaratma çabası içinde olan, halen yüreği yaralı bu mekana ve temsilcilerine saldırıya geçerlerken Harpagos onları alkışlıyordu. Harpagos Kyros’a mektup yazıp onu Medya’nın fethine çağırmıştı. Günümüz versiyonları yüz yüze görüşerek, alan açarak, öncülük yaparak aynı zihniyeti güncelliyorlar. 2600 yıl önce Kyros ve Harpagos gizlilik içinde yürütmüşlerdi planlarını, bugünkülerin ise her şeyi ayan beyan ortada. “Harpagosla beraber Şengal’i ortadan kaldıracağız, Kandil’e Rojava’ya da sıra gelecek” diyen sömürgeci sözcülerin demeçlerinden söz edelim, okuyucuda resimleri güncelleyip, birleştirirsin. Şahba’yı işgal eden sömürgeci güçler için “YPG’dense orayı kahramanca özgürleştiren güçleri destekliyor, selamlıyoruz” diyen adı Kürtçe, ruhu çoktan Kürt olmaktan çıkmış yapıdan mı söz etsek acaba? Ya da sömürgecilerin özgür Kürt topraklarını hendeklerle, barikat ve ambargolarla boğma çabası konusunda daha fazlasını yaparak yarışan ruhu ya da ruhsuzluğu mu hatırlatsak? Okuyucunun bu örneklere çok daha fazlasını ekleyebileceğinden kuşkumuz yoktur. Harpagos, Med’leri Pers’in kölesi yaptı. Bu kaçınılmaz bir son değildi. Öngörülü ve tedbirli davranarak bu ihanetin etkisi azaltılabilir, kırılabilirdi. Halkların kaderini belirlemeye muktedir olduğunu düşünen Harpagos kılıklıların korkulu rüyası, örgütlü, özgürlük bilinci ile kendini var etmiş halk gerçekliğidir. İhanetlerinden her şeye rağmen vazgeçmeyebilirler ama böylesi bir irade karşısında tarihin lanetlediği hainler çöplüğünü boylamaları da kaçınılmaz olur. Varsın onlar kendi soy değerleri üzerinde yürüsünler. Direnenlerin soy değerleri çok daha güçlüdür, toplumsallığın, insanlığın özüdür. İsmi her daim onurla konularak sahiplenilir. BİTTİ

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.