İklim krizi değil rant yangını
Dosya Haberleri —
Türkiye ve Kürdistan'daki orman yangınlarını, bu yangınlardan sağlanan rantı HDP ve HDK'nin Muğla Ekoloji Meclisi üyeleri Güngör Erçil ve Emine Dayıoğlu ile konuştuk.
- HDP Ekoloji Meclisi Üyesi Güngör Erçil: "Türkiye bir yandan Paris Antlaşmasını imzalayıp bununla ilgili kanun çıkarıyor bir yandan da bu antlaşmaya uygun olmayan idari uygulamalar yürütüyor. İklim krizi etkilidir ama sorumlu diye sunulamaz."
- HDK Muğla Ekoloji Meclisi Üyesi Emine Dayıoğlu: "Geçen yıl Kürdistan’ın birçok yerinde başlatılan ve aylarca süren yangınlar kayıtlara bile geçirilmedi. Bu yangınlarda batıdaki gibi devlet olanakları devreye girmediği gibi, halkın yangını söndürme girişimleri de engellendi."
MIHEME PORGEBOL
Orman yangınları, Akdeniz ülkelerinin neredeyse tamamında yaz aylarının en büyük sorunu. Türkiye’de de yaz aylarının en önemli gündemlerinden biri orman yangınları oldu. Resmi rakamlara göre Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da 2021 yılında yanan ormanlık alan 178 bin hektar. İktidarın yalana dayalı politikaları hesaba katıldığında, yanan alanlara dair gerçek rakamların açıklanandan fazla olduğunu söylemek mümkün. Türkiye'de ranta dayalı özelleştirme politikalarının artık resmiyet kazandığı son 20 yılda, hem yangınların hem de yangınlar sonucunda oluşan mağduriyetlerin arttığını görülüyor. Her ne kadar resmi makamlarla bu artış iklim krizine bağlansa da, gerek yangın öncesi ve sonrası yapılan ihaleler gerekse de yanan bölgelerde ortaya çıkan yapılaşmalar, asıl sorumlunun iklim krizi olmadığını gösteriyor. Haziran ayının son haftasında Marmaris’te meydana gelen orman yangınında da durum aynıydı.
Başlıca sorun orman kanunları!
Konuya ilişkin gazetemize konuşan HDP Muğla İl yöneticisi ve Ekoloji Meclisi Üyesi Güngör Erçil, iklim krizinin yangınları arttırdığının doğru olduğunu, iklim değişikliğinin tek sorumlu olmadığını söylüyor. Bu söylemin, yangınları söndürmekle yükümlü kurumların kendi sorumluluklarını örten bir gerekçeye dönüştüğünü belirten Erçil, bundan kaçınmak gerektiğini vurgulayarak, “Asıl sorumlunun iklim değişikliği olduğunu söylemek bu konuda uygulanan politikaları, yangınları söndürmekle ilgili idari sorumlulukları gizlemek anlamına geliyor. Bu yaklaşımı, tüm suçu iklim değişikliği gibi soyut bir kavrama yükleyen bir yaklaşım olarak görüyorum. Ormanların yok olmasına sebep olacak şekilde orman kanunlarında değişiklikler yapacaksınız ama bir yandan da tüm sorumluluğu iklim krizine yükleyeceksiniz. Türkiye bir yandan Paris Antlaşmasını imzalayıp bununla ilgili kanun çıkarıyor bir yandan da bu antlaşmaya uygun olmayan idari uygulamalar yürütüyor. Burada bir çelişki var. Yangınları söndürmekle yükümlü kurumların sorgulanması istenmiyor. İklim krizi etkilidir ama sorumlu diye sunulamaz” sözleriyle özetliyor.
Gerekli önlemler alınmadı
HDK Muğla Ekoloji Meclisi Üyesi Emine Dayıoğlu ise iklim krizinin yangınlar üzerindeki etkisini şöyle ifade ediyor: “Geçen yıl dünyada farklı coğrafyalarda meydana gelen yangınlar son 5 yılın ortalamasından iki kat daha fazla, ancak bu oran Türkiye’de üç katına çıkıyor. Bu yıl beklediğimiz ancak henüz hava sıcaklığının çok yüksek olmadığı bir tarihte Marmaris’te başlayan son yangının hızla yayılması, kontrol altına alınamaması ve yetersiz söndürme girişimleri, nasıl bir devlet ve ormancılık politikasıyla karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha gösterdi. Ormanlık alanların, madencilik, enerji ve turizm faaliyetleri için ranta açılması, şirketlerin hizmetine sunulması beraberinde insan faaliyetlerinin artması yangın riskini arttıran önemli bir faktör. Bu uygulamalar iklim krizi ile birleştiğinde yangınların yayılma hızı, sıklığı ve şiddeti de artıyor. Marmaris yangınının başında hızlı müdahale edilmemesi, yangını söndürmek için yeterli ekipman, uçak ve teçhizatın olmaması yangının şehir merkezini tehdit edecek boyutlara gelmesine neden oldu. Sıcak havaların da etkisiyle çok hızlı seyreden yangınları önlemenin yolu yangın çıktıktan sonraki müdahalelerden çok yangın çıkmadan önce gerekli önlemleri almaktır. Bu yapılmadı.”
Doğa tahribatı insana da yansır
Devletin ranta dayalı özelleştirme politikalarının da körüklediği orman yangınları, yaşamını genel olarak yanan bölgelerde sürdüren insanlar üzerinde tamiri mümkün olmayan hasarlar bırakıyor. Dayıoğlu, yangınlarda bitki türleri, yaban hayatı, toprak, su kaynakları, milyonlarca canlı ve cansız varlıkla birlikte biyo-çeşitliliğin zarar gördüğünü hatırlatarak bir de yangınların insan yaşamına etkilerinden söz ediyor: “Eko-sistemin yok olması canlı yaşamı için bir tehdit oluştururken yangınların yerleşim yerlerine kadar ulaşması sosyal ve ekonomik olarak bir dönüşümü de beraberinde getiriyor. Geçen yıl Muğla’da yangından etkilenen 36 bin 365 kişi evlerinden tahliye edildi. Yine yangın bölgelerinde köylülere ait tarla, sera, bahçe, ev ve ahırla birlikte çok sayıda büyükbaş ve küçükbaş hayvan öldü. Burada yaşayanlar çok ciddi bir ekonomik kayba uğradı. Can ve mal kayıpları, yaşam alanlarının yok olması, yerinden yurdundan olma, yaşanan felaketi yeniden yaşama korkusu yangından birebir zarar gören ve tanık olan insanlarda psikolojik çöküntüye neden oluyor."
90’lı yıllar…
Kürdistan'daki orman yangınlarına da dikkat çeken Dayıoğlu, "Bu durumdan hareketle, Kürdistan’da 90’lı yıllarda köyleri yakılarak boşaltılan, toplumsal kültürlerinin şekillendiği yaşam alanlarından koparılan; beslenme ve barınma koşulları yok edilerek göçe zorlanan milyonlarca insanı ve yaşananları tekrar düşünmek gerekiyor” diyor. Dayıoğlu’yu, Güngör Erçil de, “Doğal, ekolojik varlıklar ile toplumsal şeyler ayrı şeylermiş gibi bir algı var. Zaten bu yangınlar da, yerleşim yerlerinin yanması ekolojik varlıkların aslında toplumsal olanla ne kadar iç içe olduğunu gösteriyor. İnsanla ilgili olanın ve ekolojik varlıkların ayrı değerlendirilemeyeceğini düşünüyorum. Geçen yılki yangınlarda Muğla’da çok ciddi alanlar kaybedildi. Birçok köy ve yerleşim yeri boşaltıldı. Dolayısıyla ekolojik alanların yok olmasının ağır toplumsal bedelleri var” sözleriyle destekliyor. Erçil, geçen sene ki yangında zarar gören yurttaşların mağduriyetlerinin giderilmesi yönünde göstermelik birkaç şey dışında hiçbir adım atılmadığını da belirterek, insanların kaderlerine terk edildiğini söyledi.
SİT alanları ranta açıldı
Yangınların en önemli sebeplerinden biri de sit alanlarının derecelerinin düşürülerek ticarileştirilmesi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, tüm Türkiye’yi 22 bölgeye ayırıp SİT derecelerini değiştirerek 'Ekolojik Temelli Bilimsel Rapor’ hazırladı. Bu rapordan faydalanan ilk proje ise, AKP’li Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan için 1. derecede sit alanı olan Okluk Koyu’nda inşa edilen Yazlık Saray projesi oldu. Sit alanlarının derecelerinin düşürülerek imara açılması, yandaşlara peşkeş çekilmesi üzerine bilgi veren Emine Dayıoğlu, “Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi Muğla’da da SİT derecesi düşürülerek ekolojik yıkıma neden olan çok boyutlu bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bunlardan birkaçına örnek vermek gerekirse; Akyaka’da İmar Planı revizyonu ile Doğal SİT alanlarının koruma dereceleri düşürülerek bölge tam bir rant alanına dönüştürülmek isteniyor. Yine aynı bölgede Akyaka-Bodrum otoyol projesiyle ormanlık alanların imara açılması gündemde. Sarıgerme’de SİT alanı revize edilerek Doğal-SİT Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı olarak tescillendi. Burası turizm tesisi, yat limanı, hatta madencilik faaliyeti yapılabilecek şekilde ranta açıldı. Bu konuyla ilgili Datça Alavara Koyu’nun maden ve turizm faaliyetine açılması kararının, hukuksal yollara başvurularak iptal ettirilmesi gibi yargı yoluyla iptal ettirilen örnekler de mevcut. Ayrıca koruma statüsü düşürülen birçok alana, imar barışı uygulamasıyla yüzlerce kaçak yapı inşa edildi."
MUÇEV rantı kamufle etme vakfı!
Vakıfları eleştiren Dayıoğlu, "Ne yazık ki kıyı işgalleri de talanın bir parçası. Özel Çevre Koruma Bölgeleri'ndeki kıyı alanlarının işletmesi 'Muğla’ya Hizmet Vakfı' ve 'Türkiye Çevre Koruma Vakfı' ortaklığı olan (MUÇEV) adlı şirkete ihalesiz olarak veriliyor. Burada MUÇEV’e dikkat çekmek gerekiyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Muğla Valiliği arasındaki bir protokolle kurulan vakıf adı altındaki bu ticari şirket, kıyı alanlarındaki yasa dışı işgallere göz yumuyor, elbirliğiyle kıyı ekosistemini tahrip ediyor. Yine Marmaris Kızılbük’ün otellere tahsis edilmesi gibi, kıyılara yönelik çok sayıda saldırının olduğunu söyleyebiliriz. Uzun yıllardır ticarileştirilerek halkın kullanımından koparılan kıyılar, son olarak 16 Nisan’da resmi gazetede yayımlanan yönetmelik değişikliğiyle özel mülkiyete açıldı. Özelleştirmelere ilişkin; 18 Mayıs 2022’de resmi gazetede yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararı ile Muğla’nın Datça, Bodrum ve Akyaka ilçeleri ile birçok ili kapsayan hektarlarca dönüm arazinin satışı söz konusu. Tek adam rejimi özelleştirme yasalarıyla halkları mülksüzleştirirken, müştereklerimizi sermayenin hizmetine sunuyor” diyor.
Ekoloji raporu 'devlet sırrı’ymış
Güngör Erçil de Türkiye’de kamusal olanın gözetilmediğini vurgulayarak bu konuya ilişkin görüşlerini, şöyle ifade ediyor: "ÇED’in gerekli olmadığına dair raporların oranı neredeyse yüzde 100’e yakın. Bu raporların usulsüz olduğunu devletin denetim organları ve Sayıştay söylüyor. Raporların mevzuata uygun olmadığı, bilimsel temellere dayanmadığı ve bu raporlarda kamu faydası gözetilmediği, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın denetim raporlarında bile var. Senelerdir hazırlanan raporlarda bunlara yer veriliyor ancak değişen bir şey yok. 2014 yılında yapılan ihaleyle tüm Türkiye için ekolojik temelli bilimsel raporlar düzenletildi. Muğla’daki raporu düzenleyen ise bir gayrimenkul danışmanlık şirketiydi. Bir gayrimenkul şirketine ekolojik temelli bilimsel rapor düzenletmekteki çelişkiyi vurgulamak gerekir. Defalarca bu raporların kamuyla paylaşılması istenmesine rağmen ‘bu devlet sırrıdır’ denilerek raporlar kamuyla paylaşılmadı. Kamuyu ilgilendiren bir şeyin ‘devlet sırrı’ olduğuna dair bir kabul ve uygulama var."
Yangınlardan nefret politikası devşirmek
Yangınlardan sonra resmi ideolojiyi besleyen nefret politikalarının da kritik önem taşıdığını belirten Erçil, bu konuya ilişkin olarak da, “Bir dezenformasyon mevcut ve felaket ortamının yanlış bilginin hızla yayılmasına yol açtığını tecrübe ediyoruz. Bu dezenformasyonun yol kesme, kimlik sorma, linç girişimlerine vardığını görüyoruz. Bu son derece tehlikeli bir şey. Sosyal medya bunun oldukça hızlı yayılmasına yol açıyor. Dolayısıyla dezenformasyonu çoğaltan her şeye ‘hayır’ demek gerekir. Birçok vakada gerçek bilgilendirme olmadığı anlaşılıyor. Bu yanlış bilgiler gerçek sorumluların ortaya çıkmasını da engelliyor. Hakim olan görüşü ve resmi ideolojiyi yeniden üretip çoğaltmak anlamına geliyor. Bundan kurtulunması gerekiyor” diyor.
Kürdistan’daki yangınlar kayıtlara geçmedi
Emine Dayıoğlu, bu konunun daha derinlikli ele alınması gerektiğini belirterek, burada küresel kapitalizmin yarattığı iklim değişikliği ile yayılan yangınlardan farklı olarak, Kürdistan’da askeri operasyonlarda çıkarılan yangınlardan da söz etmek gerektiğini vurguluyor. Dayıoğlu, geçen yıl Hozat, Şemdinli, Şırnak, Amed ve Kürdistan’ın birçok yerinde başlatılan ve aylarca süren yangınların kayıtlara bile geçirilmediğini hatırlatarak “Bu yangınlarda batıdaki gibi devlet olanakları devreye girmediği gibi, halkın yangını söndürme girişimleri de engellenmekte. Yıllardır süren çatışma ortamının yarattığı siyasi iklim ve tekçi devlet anlayışının siyaset tarzı halklar arasındaki düşmanlığı da körüklüyor. AKP’nin acze düştüğü, altından kalkamadığı her durumda olduğu gibi yangınlarda da Kürt sopasını kullanması, yabancı olmadığımız bir durum" diye vurguluyor.
Manipülasyonlar ve yalan haberler...
Yandaş medyası aracılığıyla Kürtlere ve mültecilere yönelik nefret söylemleriyle provakatif bir kampanya başlatması yangınların söndürülmesindeki başarısızlıktan sıyrılma çabası olduğunu dile getiren Dayıoğlu, "Coşkulu destekçileri ile hep bir ağızdan ormanları PKK yaktı manşetleri atılması, sosyal medya platformlarında dolaşıma sokulan yalan yanlış haberler Kürtleri hedef haline getirdi. Bu manipülasyonların sonucunda silahlarla yol kesip kimlik kontrol ederek, Kürt ve mülteci avına çıkıldı. Linç girişimleri yaşandı. Hatta çevre mücadelesi içindeki bazı kişilerin mültecilerin yolunu kesip kimlik sormasına, dağda domuz avında kullanılan fişeklerin sabotaj malzemeleri olarak gösterildiğine tanık olduk. Yangınları Kürtler çıkardı algısı yüzünden 14 Temmuz’da HDP Marmaris ilçe binasına silahlı saldırı düzenlendi. Bir kişi tutuklandı, azmettiren 4 kişi serbest bırakıldı. Elbette bu sabotaj iddialarının gerçek dışı olduğu ortaya çıktı” diyor.
AKP doğayı da yağmalıyor
AKP’nin hesabını veremediği yangınlardan her zamanki gibi ırkçı söylemleri yaygınlaştırarak sıyrılmaya çalıştığını söyleyen Dayıoğlu, bunda başarılı olamadığını da ekledi. Son olarak ekolojik yıkım ve sorunların listesinin kabarık olduğunu söyleyen Dayıoğlu, “Doğal varlıklar sermayenin iştahını kabartıyor. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal kriz düşünüldüğünde bu krizin içinden çıkmanın bir yolu da, doğal varlıkları yağmalamak olarak görülüyor. Açgözlü iktidarın, açgözlü sermayesinin bu çok boyutlu saldırılarına karşı yerellerden başlayan hem hukuksal, hem de fiili bir direniş de var” diye belirtiyor.