İstanbul’da denizi göremeyenler!
Toplum/Yaşam Haberleri —
- Sosyolog Feyza Akınerdem: “İstanbul’un denize çıkmayan tarafı çıkanından daha fazla… Sancaktepe’de yaşayan biri yıllar boyu Üsküdar’a veya Kadıköy, hatta Kartal’a dahi uğramamış olabiliyor. Bu durum buz gibi bir gerçektir. Bununla ilgili yapılacak ilk şey bu gerçekle yüzleşmek. Sonrasında mücadeleyi bu yönde büyütmek olur.”
BİLGE AKSU
Feyza Akınerdem, Boğaziçi çıkışlı ve çok yönlü bir akademisyen. 2007 yılından beri sürdürdüğü sosyolojik çalışmalarında saha araştırması, kadın mücadelesi, yerel ve uluslararası STK’lar, çeşitli belediyeler için danışmanlık gibi birçok başlıkta, çok sayıda çalışması mevcut. Türkiye’deki kadınların gündelik yaşamlarında ya da kültürel alanlarda uğraşmak zorunda olduğu meseleleri de yakından takip ediyor. Erken evlilikler, ev içi şiddet ve emek sömürüsü, kadınların cinsel sağlık hakkı gibi konularda hem akademinin içinde hem de Twitter saflarında mücadele yürütüyor. Meşhur tweet’inde de belirttiği gibi “her şeyi diziler üzerinden analiz edebilecek” biri aynı zamanda…
31 Mart yerel seçimlerinin ardından, ZFA Araştırma bünyesinde birlikte çalıştıkları bir ekiple, İstanbul’un çeşitli semtlerinin sosyolojik raporunu yayınlayan Feyza Akınerdem, bu çalışmayla yerel yönetimlerin el değiştirmesini sağlayan dinamikleri ortaya koyma gayesindeydi. Çekmeköy, Sancaktepe, Bayrampaşa, Gaziosmanpaşa, Eyüp gibi ilçelerdeki gündelik yaşantının politik tercihlere etkisini özetleyen söz konusu araştırmaya Akınerdem’in Twitter hesabından ulaşabilirsiniz. Yeni Özgür Politika olarak, hem yerel seçimlerin sonuçlarına hem de İstanbul’un keskin ayrımlarına dair bazı sorular yönelttik ve Feyza Akınerdem, ZFA Araştırmada onunla birlikte çalışan sosyolog Mehmet Ali Karataş’la bu sorulara yanıt verdi. İstanbul gibi 20 milyonluk bir metropolün sosyolojisi tek bir söyleşiye sığmaz ama, bazı cevaplara ulaşmaya çalışmanın da zararı yok neticede.
Seçim sonrasındaki saha araştırmalarınız epey konuşuldu, bu araştırmaya nasıl bir amaçla girdiniz? Kimlerle çalıştınız?
İstanbul’da CHP için “fırsat ilçeleri” olarak belirlenen yerler üzerine odaklandık ve bu doğrultuda, AKP yönetiminde olup CHP’nin kazanma ihtimali olan ilçeler üzerinde niteliksel araştırma tasarladık. Örneğin, Bakırköy ve Esenler’de saha çalışması yapmadık; çünkü Bakırköy CHP’nin, Esenler ise AKP’nin kesin kazanacağı ilçelerdi. Eyüp, Fatih, Üsküdar, Tuzla ise el değiştirme ihtimali olan ilçelerdi. Bu şekilde 25 ilçede yüz yüze görüşmeler yaparak veri topladık. CHP’nin aday belirleme süreçlerine teknik destek sağlamanın yanı sıra bir araştırmacı olarak da bu saha çalışmasından çok şey öğrendik. Özellikle bu ilçelerdeki “el değiştirme potansiyeli”ni incelemek, Türkiye’nin genel siyasi iklimindeki değişim imkanını görmek açısından önemliydi.
Benim gördüklerim arasında Çekmeköy, Bayrampaşa, Gaziosmanpaşa gibi son seçimde el değiştiren ilçeler mevcuttu. Buralardaki değişimin sebebi nedir ve sizce kalıcı olabilir mi?
Sizin de bahsettiğiniz ilçelerle beraber Üsküdar, Beykoz gibi ilçeler de dahil olmak üzere AKP yönetimindeki ilçelerde yaşanan değişim, ilçe sakinlerinin AKP dönemindeki bazı faaliyetlerden ziyadesiyle rahatsız olması, ekonomideki gidişatın makro ideolojik saptırmalarla örtülememesi, belediye kadrolarının torpille doldurulmuş olması, belediye yönetimlerinin verimsizliğinin aşikarlaşması gibi sebeplerle izah edilebilir.
Bahsettiğim ilk sebepteki bazı faaliyetleri örneklemek gerekirse Üsküdar’da bitmek bilmeyen kentsel dönüşüm krizi, Beykoz’daki Tokatköy vakasıyla örneklendirilebilecek vahşi kentleşme, Çekmeköy’de askeri alanların özelleştirilmesi, Bayrampaşa’da sosyal alan eksikliğini gören belediyeciliğin olmaması sayılabilir.
Bunlara ilaveten, genel seçimlerde kısmen çalışan siyasi kutuplaşmayı körükleyecek kampanya tasarımının yerel seçimlerde çalışmadığını söylemek mümkündür. Hatta bu kampanya tasarımı seçmenin, geçim derdi gibi günlük hayattaki esas ve en önemli kaygıları ıskalayan, görmeyen bir partiye ve onun adayına oy vermemesine yol açtı. Bununla beraber mevcut CHP adayları da kutuplaştırıcı kampanyadan kaçınıp günlük ve somut kaygılara odaklanınca bugün gördüğümüz değişim gerçekleşti.
Bu belediyeleri kaybeden AKP ise hem İstanbul içi ilçelerde hem de ülke çapında aday belirlerken mevcut belediye başkanlarının önemli bir kısmını yeniden aday gösterdi. Halbuki biz sahada halkın tepeden tırnağa tüm kurumlarda az veya çok bir değişim beklediğini görüyorduk. Aday belirleme süreçlerindeki kapalılıkla beraber AKP, halihazırda belediye başkanı olan isimleri aday olarak sahneye çıkardığında, sokağı duymayan bir parti imajını daha da güçlendirmiş oldu. Bugün saha çalışmalarında gördüğümüz şey o ki her yerde AKP değişmeye direnen bir parti imajıyla yoluna devam etmektedir.
İstanbul’un AKP kalesi olarak bilinen ilçelerindeki el değiştirmenin kalıcı olup olmayacağı, yani bu ilçeleri artık CHP ilçesi olarak görüp göremeyeceğimiz, büyük oranda mevcut belediye yönetimlerinin verimliliğine bağlıdır. CHP belediyeleri eğer elindeki potansiyeli icraate dönüştürmeyi başarıp, bunun yanı sıra parti siyasetini toplumun somut kaygılarını merkeze alarak şekillendirirse değişimin kalıcı olmaması için çok fazla bir sebep yok.
Beyoğlu’na ayrı bir parantez açmak istiyorum. Burada Cihangir ve Galata gibi halihazırda seküler bir kitle ya da Dolapdere, Çukur, Tarlabaşı gibi yoksul ve muhalif semtler bulunsa da Kasımpaşa’nın hükümranlığı mevcuttu. Bu değişimi neye yorarsınız?
Beyoğlu, tüm karşıtlıkları ve farklılıklarına bakmaksızın her kesimin memnuniyetsizlik ortak paydasında buluştuğu, herkesin kayba uğradığı ve bunun uzun süredir asla ciddiye alınmadığı bir ilçe. Öncelikli neden olarak yine AKP’nin Beyoğlu gibi, Kasımpaşa gibi Cumhurbaşkanının adeta ana ocağı olan ilçeyle bile bağının zayıfladığının altını çizebiliriz.
Diğer yandan halkla yüz yüze, etkili kampanya yürüten CHP adayının da hakkını vermek gerekir. Beyoğlu sahasında bugün Belediye Başkanı olan İnan Güney’in Beyoğlu’nda yaşayan tüm toplulukları ciddiye alan, kılcal damarlara inen diye tasvir edebileceğimiz bir kampanya stratejisi belirlediğini görmüştük. Cihangir ve Galata’daki seçmen konusunda kaygısı olmasa da Dolapdere, Çukur, Tarlabaşı’nı kendine inandırması, Kasımpaşa’da ise zoru başarması gerekiyordu. Bunun sonucu olarak CHP’nin çok uzun süredir beklediği Beyoğlu başarısı geldi.
Seçim gündemlerinde dikkatimi çeken bir durum mevcut. İstanbul’daki yerleşim düzenine bakınca, birbiriyle en çok muhatap olanların AKP ve DEM Parti kitlesi olduğunu görüyoruz. Elbette sınıfsal bir durum bu ama kültürel ayrışma mevcut mu acaba? Bu mahallelerde siyasi gündem mevzu bahis değilken yaşantı nasıldır?
Sanırım Esenyurt, Arnavutköy, Sancaktepe, Sutlanbeyli gibi ilçelerden bahsediyorsunuz. Birbirinden pek çok açıdan farklı ama soruda vurguladığınız, AKP ve DEM seçmeninin biraradalığı konusunda ortaklaşan ilçeler bunlar. Sosyoekonomik kaynaklara olduğu kadar kültürel kaynaklara da zor erişiyorlar. Kültürel kaynakların ve alanların kısıtlı olduğu bu ilçelerde yaşayan kişiler çareyi kültürel etkinliklerin, kamusal mekanların, sosyalleşme alanlarının bulunduğu yakın ilçelere gitmekte buluyorlar. Esenyurt'ta yaşayanlar Bakırköy'e, Sancaktepe ve Sultanbeyli'de yaşayanlar Üsküdar veya Kadıköy'e, Arnavutköy'de yaşayanlar Fatih'e gitmek durumunda kalıyorlar.
Bu da sınıfsallığın bir parçası esasen. Ancak bu sınıfsallığın da şu anda biraz oynadığını, çok daha heterojen bir demografi gördüğümüzü söyleyebiliriz. 3. Havalimanı Arnavutköy’ü beyaz yakalılar için, güvenlikli siteler Sancaktepe’yi orta sınıflar için cazip hale getiriyor. İstanbul’un sınıfsal yerleşiminin seçim sonuçlarını etkilediği, sıcağı sıcağına yapılan analizlerde çokça söylendi zaten.
Eskiden beri konuşulan ve şakalara konu olan Ataköy-Şirinevler ayrımını biliriz. Bunun gibi başka nerelerden söz edebiliriz ve insanların sınıfsal uçurumu böyle çarpıcı biçimde gördüğünü, bunun bilincinde olduğunu düşünüyor musunuz?
Bir sürü yerden söz edebiliriz. Ortabayır ile Esentepe mahallesinin AVM’lerinin bulunduğu yer arasında 3 dakikalık bir yürüme mesafesi ve villa tarzı yerleşimin yoğun olduğu Levent mahallesi arasında sadece bir anayol var. Kuştepe ile Trump Towers arasında yine 5 dakikalık bir yürüme mesafesi var. Yine Ünalan mahallesi ile Akasya AVM & Rezidans arasında bir anayol var. Çok genelleyerek söylersek E-5 otoyolunun altı ile üstü arasındaki fark da böyle bir fark. M4 metrosunun Gülsuyu durağında inip kuzeye doğru 5 dakika yürüdüğünüzde göreceğiniz sokak ile 5 dakika güneye yürüdüğünüzde göreceğiniz sokak arasında büyük bir fark var.
Bu örnekler çoğaltılabilir. İnsanlar bu uçurumu tabii ki de görüyorlar. Bilinçlilik tartışması ziyadesiyle anlamsız. Bilincinde olmak bunun teorik izahını verebilmekle alakalı bir şeyse değiller. Bilincinde olmak bu ayrıma işaret edebilmekse tamamıyla bilincindeler ve önemli olan da bu. Bu mahallelerde yaşayanlar o mahallede yaşadığının ve diğer mahallede yaşamadığının farkında. Sırf bu yüzden ulaşabildikleri ve ulaşamadıkları imkanların olduğunun da farkında.
AKP yıllarca bir kadın partisi olarak anlatıldı. Arka planda ev hanımlarının çok sıkı çalıştıkları ve kitleyi konsolide ettikleri konuşuldu. Bu durum ne ölçüde doğru sizce? Yeni nesildeki muhafazakar kadınlar evden dışarı çıkarak bu zinciri bozmuş olabilir mi?
AKP, Türkiye'de 2002 yılında iktidara geldiğinden beri, kadınların siyasette ve sosyal yaşamda aktif rol almasını teşvik eden politikalar uygulamıştır. Ancak, AKP'nin bir "kadın partisi" olarak tanımlanması bazı açılardan tartışmalıdır. İşte bu konuyla ilgili bazı önemli noktalar:
Özellikle yerel teşkilatlarda ve seçim çalışmalarında kadınlar aktif rol almış ve partiye destek vermişlerdir. AKP siyaseti, kadınların halihazırda var olan sosyal ağlarını kendi teşkilatına entegre etmekte oldukça başarılı oldu. Başörtüsü yasağının kaldırılması, kadınların eğitim ve iş hayatına daha aktif katılmasını sağladı. Eğitim düzeyinin yükselmesi, sosyal medya ve yaklaşık 10 yıl süren orta sınıfta ekonomik rahatlama ile birlikte, yeni nesil muhafazakâr kadınlar kamusal hayata daha sık ve daha çeşitli biçimlerde çıkabilir oldular. Bütün bunlar, Türkiye'deki toplumsal ve siyasal teamüllerin değişmesine neden oldu.
Diğer yandan kadınların toplumda ve ailedeki yeri AKP siyasetinin başat unsuru oldu. Bu şu demek: AKP hiçbir zaman kadın özgürleşmesi üzerinden siyaset yürütmedi. Aksine kadınlara muhafazakar bir aile rejimi ile esnek emek ve sermaye politikaları arasında bir konum belirledi. Bakım emeğini aile içinde tanımlayan ve destekleyen, böylece kadınları ailenin bakıcısı ve hizmet vereni olarak tanıyan, bu konuma sabitleyen sosyal politikalar üretti.
Bu iki uç arasındaki salınımla beraber AKP Türkiyesine doğan kadınlar, bir yandan özgürleşmeci ve eşitlikçi feminist söylemle, diğer yandan kendilerinin aile içindeki konumunu hatırlatan sosyal, kültürel ve politik bir hakikat rejimi içinde var olmaya çalıştılar. Çok net söyleyebiliriz ki Türkiye’de kadınlar hem özgür ve eşit, hem güvende ve müreffeh olmak istiyorlar. Bu konudaki dönüşüm belki de bir başka söyleşinin konusu olacak kadar geniş bir mesele.
Geçen bayramda Eminönü’ne ilk kez gelen gencin video’sunu izledik. Birçok kişi bu durumu gerçek dışı gibi görüyor. İstanbul’un denize çıkmayan ne kadar sokağı var sizce? Bununla ilgili neler yapılabilir?
Bu durum buz gibi bir gerçektir. Bu durumu gerçek dışı gören vatandaşlar İstanbul’un tüm yüzlerini bilmiyorlar. Bu şehrin doğusundan batısına mesafe 140 km. Güneyinden kuzeyine 25 km kesintisiz yerleşim yeri olan çizgiler çizilebiliyor şehrin haritasında. Dünyada örneği az olan yerleşim dağılımına sahip bir şehir burası. Dolayısıyla çok merkezli bir şehir burası.
Sancaktepe’de yaşayan birisi yıllar boyu Üsküdar’a ve ya Kadıköy ve hatta Kartal’a dahi uğramamış olabiliyor. Hem yaptığı iş haftada ortalama 6 gün sabahtan akşama sürebiliyor, vakit bulamayabiliyor. Kalan 1 gün de dinlenme tabii. Hem de İstanbul içi toplu ulaşım Türkiye’nin en maliyetlilerinden birisi. İşin içine trafiği de katınca birçok kişi zaman ve bütçe ayarlayamadan kendi ilçesinde, mahallesinde, sokağında kalmak zorunda kalıyor.
Yani mecazen İstanbul’un denize çıkmayan tarafı çıkanından daha fazla. Bununla ilgili yapılacak ilk şey bu gerçekle yüzleşmek. Sonrasında yapılacak şey mücadeleyi bu yönde büyütmek olur. Eşitsizliklerin her yönüyle mücadelede şehir hakkını ve şehirdeki mekansal eşitsizlikleri her daim gündemde tutmakta yarar vardır. Bugün İstanbul şehirleşmenin yarattığı eşitsizliklerin vecheleri sebebiyle gündeme geldiğinden çok daha vahim bir durumdadır.