Intermezzo: Çok hızlı, çok karışık
Kültür/Sanat Haberleri —
- İrlandalı yazarın yeni kitabı Intermezzo'da bu kez ölüm, yas, aile, çocukluk anıları ön planda. Kimilerince anlatımı karmaşık bulunsa da son dönemde şikayetçi olunan yeni nesli, Sally Rooney gibi bilinçli bir yazarın ele geçirmesinden memnunum.
BİLGE AKSU
Eylül sonunda tüm dünyayla aynı anda Can Yayınları’ndan çıkan Intermezzo, birçok kişi gibi beni de şaşırtan bir edebiyat olayına dönüştü. Bu şaşkınlık ilk elden, artık ivme kaybettiği herkesin takdiri olmuş edebiyat gibi arkaik bir alanın, yeniden cazip hale gelişiydi. Edebiyatın sınırlarını geniş tuttuğumuzda zaman zaman buna rastladığımız bir gerçek tabii. Örneğin Game of Thrones devam ederken kapış kapış giden kitaplarını, Harry Potter’ın sahaf ekonomisine yarattığı kısmi rahatlamayı ya da belirli bir kesimi kasıp kavuran Wattpad içeriklerini dikkate alırsak, edebiyat hala fena olmayan bir pazar. Fakat Sally Rooney’nin diğerlerinden ayrışan yönleri var gibi. En basitinden, fantastik evren düşkünlerinin kendi aralarında yeni bir dil geliştirdiği türden bir edebiyat değil bu. Ya da Wattpad’in formülize edilmiş hikaye aksından da biraz farklı. Bir kere bunu herkes konuşabiliyor. Genci de, yaşlısı da; kahve story’si atanı da, Zoom görüşmelerinde kitaplık önüne oturan beyaz yakalısı da…
Ölüm, yas, kardeşlik
Intermezzo, yazarın önceki kitaplarına biraz benziyor. Sally Rooney’i tanımamıza vesile olan Normal İnsanlar’daki gibi günümüz ilişkileri de mevcut, ilk kitabı Arkadaşlarla Sohbetler’deki gibi sınıfsal farklar da. Fakat bu kez yazarın yetişkinliği kabullendiği ve bir takım meseleleri yalnızca gençliğin gözünden görmediğini söylemek gerek. Belirli izlekler ortak kalmış olsa da bu kez ölüm ve yas, kardeşlik, aile, çocukluk anıları biraz daha ön planda.
Hikaye yine İrlanda’da geçiyor. Peter ve Ivan iki kardeş. Bir satranç dahisi olan kardeşinden yaklaşık 10 yaş büyük Peter, hukuk mezunu bir beyaz yakalı. Açılışta babalarının cenazesinde tanışıyoruz onlarla. Her bölümde bir ya da birkaç farklı karaktere odaklanan bir perspektiften takip ettiğimiz hikayede ilk olarak Peter’a konuk oluyoruz. Epey kaotik bir zihin karşılıyor bizi. Cümleler kesik, cümleler kısa ve cümleler sürekli tekrara dayalı. Bir sayıklama gibi değil ama bu tekrarlar, daha çok fazlaca derin düşünen hassas bir zihnin sorgulamaları. Sosyal medyadaki tabiriyle “overthinkistan”dayız. Tam da bu zihne uygun düşecek biçimde, romantik ilişkileri de karmaşa içinde Peter’ın. Hala çok sevdiği ama bir kaza sonucu artık birlikte olamadığı becerikli ve güçlü kadın Sylvia bir yanda; bir partide tanışıp zaman zaman ona maddi destek sunduğu genç üniversite öğrencisi Naomi bir yanda. Merak etmeyin Peter bir yalancı sayılmaz, bu ilişki ağındaki herkes birbirinden yeterince haberdar. Fakat Peter’ın gelgitleri sonsuz.
Kardeşi Ivan’ın bir dahi oluşunu teslim etmekle birlikte, onun tuhaflığını da vurguluyor Peter. Cenaze sonrası yanına gittiği genç flörtü Naomi’yle, gerilimi asla azalmayan bir hasbihal içindeyken anlatıyor. Otistik diyesi var ama bunu söylemek caiz mi bilmiyor. Woke kültürünün de bu zihne yerleştiğini anlıyoruz buradan. Zaten başka türlüsü zor olurdu. Sally Rooney’i böyle önemli kılan etmenlerden biri de, genç nesle eğitim veren bir bilge pozisyonunda bulunması. Yazar bunu asla istemese de, okuyucularının ihtiyacı var. Normal İnsanlar’da Marianne’ı tuhaf ve rahatsız edici buluyorlar diye ilişkilerini etraftan gizleyen Connell’a annesinin verdiği türden ayarlar verilmeli mesela. Bir erkeğe nasıl düzgün olunacağını birileri öğretmeli.
Peter bu konuda yeterince görmüş geçirmiş neyse ki. 32 yaşında ve hukuk mezunu olduğundan, sosyal yaşam için doğruları ve yanlışları ayırt edebiliyor. Flörtü Naomi’yi ya da hala görüştüğü eski sevgilisi Sylvia’yı incitmemeye çalışıyor. Yakınlaşıp seviştikleri anlarda sürekli onay alıyor, ‘böyle iyi mi’ ya da ‘bu seni rahatsız ediyor mu’ tarzı. Buna devam edebilir miyim’ler, seni öpmemi ister misin’ler havada uçuşuyor. Zaten kardeşi Ivan’ı tam da bu yüzden tuhaf buluyor. O biraz farklı işte, böyle şeyleri pek yapamaz. Zaten kadınlarla konuşamaz bile.
Ivan ise artık 22 yaşını bitirmeye yakın, ergenliği geride bırakmış bir genç. Gerçekten de satranç dahisi. Eskiden daha iyiymiş, şimdilerde yeniden piyasaya dönmeye çalışıyor. Gittiği bir turnuvada onu karşılayan Margaret ile aralarında enteresan bir çekim oluşunca Ivan, senelerin anti-sosyali bu tuhaf çocuk, birden aşık oluyor. Buradaki sorun Margaret’in ondan 14 yaş büyük olması. Düşününce, abisi Peter bile 32 yaşında… Haliyle başlarda biraz gizli tutulması şart bu ilişkinin. Ama Ivan, pek de sık görüşmediği Peter’la bir akşam yemeğine çıkıp olanları anlatınca, abisinin yargılayıcı cümlelerinden rahatsız oluyor. İkili arasında ipler tamamen kopuyor ve Ivan abisini engelliyor.
Kitabın ana hikayesi bu evet. Bir de işte arka planda dönüp duran Peter’ın fazlaca derin düşünceleriyle Ivan’ın hayatı öğrenme çabaları… Bunu küçümsemek yahut alaycı bir şekilde işaret etmek için söylemiyorum. Bence bu bir başarı. 470 sayfalık kitapta böyle az çatışmayla bu yazar ne anlatmış diye düşünüp elinize alıp almamak sizin bileceğiniz iş. Buradan sonrası, kitabın içeriğine dair daha fazla bilgi verecek.
Hiçbir mesele masaya serilmiyor
Intermezzo’da ön plana çıkan en mühim şey yazarın dili. Buna dair evvelki kitaplarının incelemelerinde de çok şey söylendi. Belki de Salinger’a benzetilmesinin en büyük sebebi bu. Yazar, çoğu yerde gerçekçi bir zihnin akışını, olduğu şekliyle yansıtmaya çalışıyor. Günümüz gençliğinin hız çağında yakalandığı hastalıklardan biri olarak, hiçbir mesele tam anlamıyla masaya serilmiyor. Araya sürekli başka meseleler ve çağrışımlar giriyor. Psikiyatrik tanılarda son dönemin en fazla yükselen teşhisinin dikkat eksikliği olduğu düşünülünce, yazarın hızlı geçişlerle kurduğu bu anlatıda neyi başardığı daha açık. Mesela Peter’ın cenazeden dönüp Naomi’yle buluştuğu sahneyi düşünürsek, buradaki geçişler epey belirgin. Genç kuşağın sarkastik diyalog tutkusu, Naomi’ye mesaj atıp duran tuhaf amcalar, babasını kaybetmiş birinin boşvermişliği ya da bu denklemde genç olanın ölüm fikrine uzaklığı…
“Kusura bakma, diyor. Baban hakkındaki haberi bilmiyordum, kuşkusuz.
Merak etme, diyor Peter. Paraya ihtiyacın olduğunu bilmiyordum, kuşkusuz.
Bir an daha birbirlerine bakıyorlar, mahcup, asabi, suçluluk içinde. Sonra Naomi yine sırt üstü uzanıyor. Sorun değil, diyor. Bir şey yapmam bile gerekmedi, fotoğraflar asırlar önceden kalmaydı. Bedeninin yorulup ağırlaştığını hisseden Peter gözlerini kapıyor. Her paylaşımının altına yorum yapan heriflerden biridir muhtemelen. Gözlerini kapatan maymun emojisi. Veya karısından sakladığı kredi kartıyla zavallı bir evli adam.
Babana olanlar çok boktan, diyor. Cenaze ne zamandı?”
Tabii bu çeviri bir cümle ama bir yakınımızı kaybetmeye herhalde çoğumuz, ‘boktan’ bir iş gözüyle bakmayız. Yazarın asıl vurgusu, Peter ile Naomi arasında bile oluşmaya başlayan kuşak farkı. Ve elbette Peter’ın her şeyi sorgularken daha sonra buna da kafayı takacak olması.
Sally Rooney genç bir dil kullanmanın yanısıra, teknolojik ve kültürel yenilikleri de dahil ediyor anlatısına. Bumble ya da TikTok gibi yeni nesil uygulamalar, yoğun bir telefon ve mesajlaşma akışı bunlardan bazıları. Hatta bunları anlatırken de gerçekçi ve ayrıntılı betimlemelerden vazgeçmiyor. Peter’ın, hastalandığını öğrendiği Sylvia’ya mesaj atarken parmak hareketlerine kadar aktardığı şu kısım örneğin:
“Dışarı çıkınca telefonunu cebinden alıp ekranı aydınlatıyor. Ekrana dokunuyor, yeniden dokunuyor. Yazmaya başlıyor.
Peter: Hey, hasta olup işten izin aldığını öğrendim. İyi misin?
Peter: Yardımcı olabileceğim herhangi bir şey varsa haber ver.”
Beyaz erkeğin ifşası
Yazarın dili anlatı boyunca bu minvalde seyretse de, üç kısımlık kitabın sonlarına doğru geçişler nispeten azalıp, bildiğimiz anlamda bilinçakışına yakınlaşıyor. Peter ve Ivan’ın kavga sahnesi epey iyi bir aktarım örneğin, hala genç ve canlı bir dil ama bu kez Peter’ın perspektifinde tutarlıyız. Ya da Peter’ın kendi evine dönüp yere yığıldığı kısımda onu karşılayan Naomi ve Sylvia’nın konuşmalarının, bulanık bir zihni de ihtiva eder şekilde yansıtılması… Burada iki kadının konuya dair yaptığı şakalara değin inen ayrıntılı aktarım epey takdire değer.
Rooney, esasen bir gençlik destanı yaratmanın peşinde. Bu konuda başarılı olduğunu söylemek gerek. Artık küs oldukları dönemde geçmişi yad eden Ivan, abisinin ona ‘istemsiz bekar’ yakıştırması yaptığını hatırlıyor örneğin. Orijinal adıyla “Incel” dediğimiz bu kültür, yakın zamanda Türkiye özelinde de epey konuşuldu. Pek tabii Ivan’ın incel’likle hiçbir ilgisi yok, Peter’ın acımasız bir şakası bu.
Hikayenin en vurucu tarafı, yazarın ilk kez tamamen erkek karakterlere teslim ettiği perspektiften yaptığı erkeklik eleştirisi olsa gerek. Peter’ın güya bir açık ilişkide olmasına rağmen taraflardan sürekli bir şeyleri gizleme çabası yahut onları incitmekten imtina etmemesi, liberal çağın zirvesindeki beyaz erkeğin bir ifşası niteliğinde. Son derece duyarlı, eğitimli ve yeni tabirle ‘woke’ olan bireylerin, mesele kendi çevrelerindeki gerçek bireyler olunca duygusuz bir sosyopat rolüne bürünmesi büyük bir sorun. Kardeşinin becerilerini, flörtlerinin duygusal hassasiyetlerini gözetmeden, bireysel arzularını ön planda tutan Peter, çoğunluğunu erkeklerin oluşturduğu bu yeni nesil tuhaf liberal dalganın bir temsili aynı zamanda. Elbette kendi aile ilişkilerinin çarpıklığı da buna bir sebep, yazar bunu da görmezden gelmiyor. Fakat hikayenin sonunda, hayatındaki kadınların yol göstermesiyle bile olsa, hatalarıyla yüzleşen ve sorumluluk almayı öğrenen bir karakterle karşılaşıyoruz. Bu da yine yazarın Marksist estetiği görmezden gelmediğine işaret. Sorunlar varsa, çözümler de mevcuttur…
Tuhaf bir kitap
Sally Rooney’i yazdıklarıyla örneğin Booker’a değil de bunun daha popüler versiyonlarını temsil eden ödüllere mahkum eden hususlardan en önemlisiyse, çevre tasvirlerindeki yetersizlik olsa gerek. Günümüz edebiyatında hikayenin kendisi yahut yazarın dili kadar, anlatılan çevrenin panoramik bir gözlemi de talep ediliyor. Bu kitap özelinde, arka planda İrlanda’ya dair politik bir katmanın bulunması ya da önceki kitaplarında görülen sınıfsal ayrışma benzeri izleklerin derinleştirilmesi önemli bir hamle olurdu. Yazarın kimliğini de hesaba katınca bu ihtimal uzak değil fakat şimdilik bununla yetinmemiz gerekiyor.
Intermezzo, kimi zaman yorucu olabilen dili ve yüzeysel bulunabilecek hikayesiyle tuhaf bir kitap. Yayınlandığı gibi gündemi domine edecek ölçüde konuşulmayı hak ediyor mu bilemem ama özellikle son dönemde şikayetçi olunan yeni nesli, Sally Rooney gibi bilinçli bir yazarın ele geçirmesinden memnunum. Şimdilik Türkiye için kısıtlı bir kesim bağ kurabilir kuşkusuz, fakat hem yazarın gelişimini hem de kuşakların değişimini bekleriz. Acelemiz yok.