Kajal'ın şiirsel sesi

Kültür/Sanat Haberleri —

Kajal Ahmed

Kajal Ahmed

  • "Sesi olmayan, bayraksız bir vatan olarak ölüyorum,/Minnettarım/Hiçbir şey istemiyorum/Hiçbir şey kabul etmeyeceğim… Bu dizeleriyle Kajal Ahmed, Kürt hareketinin terminolojisi ile "hayatı uğrunda ölecek kadar seven" insanların paradoksunu, hem ifade eder hem de sorgular.

MATT BROOMFİELD - Çeviri: SERAP GÜNEŞ

 

'Kürtlerin kendi devleti olmayan en büyük halk olduğu' şeklindeki sıkça tekrarlanan gerçek, sadece onların siyasi ve kültürel anlatıdan dışlanmalarına yol açmakla kalmıyor, aynı zamanda Kürtlerin doğuştan devrimci, ilerici, feminist ve hatta anarşist olduğu gibi oryantalist önyargılara da neden olabiliyor. Siyaset bilimci Thomas Schmidinger'ın "Rojava: Revolution, War, and the Future of Syria's Kurds" adlı çalışmasında gösterildiği gibi, Kürtlerin tanınmış bir devletin koruması olmaksızın var olmaları, onları aile, kabile ve akrabalık hiyerarşilerinden veya cinsiyet, yaş ve sınıf hiyerarşilerinden muaf tutmamıştır. Öte yandan, bu [devletsiz] varoluş, Rojava'da federal özerkliğin eksikli ama cesur bir şekilde kuruluşuyla görüldüğü üzere, müesses nizamı sekteye uğratan yeni tarz sosyal örgütlenmelerin ortaya çıkması potansiyelini de beraberinde getirmiştir.

Kürtlük tek başına yetmiyor

Kajal Ahmed'in eserlerine de buna uygun bir şiirsel gerilim yön veriyor. Kerkük kentinden bir Kürt kadın şair olan Ahmed, doğduğu Irak Kürdistanı'nda dışlanma ve düşmanlıkla karşı karşıya kaldığı için Kürtlük kavramının tek başına devlet hiyerarşisine yeterli bir yanıt olmadığını iyi biliyor. Eserleri, baskın erkek ve sessiz kadın, sömürgeci devlet ve güçsüz azınlık, kötü zorba ve asil Kürt gibi basit ikili karşıtlıkları tutkulu bir şekilde reddediyor. Ahmed'in şiirsel sesi, görünüşte sessiz ve negatif bir alandan yükseliyor ve bu alandan konuşarak, Kürdistan'ın siyasi, kültürel veya sosyal gerçeklerini ifade etmede bu ikiliklerin yetersizliğini ortaya koyuyor.

Kürtlerin ‘yerleşebilmeleri’

Dolayısıyla, Kürtlerin devletsiz ve değişken varoluşu, onların, "ülkeden ülkeye gitmeleri/ve yine de yerleşme hayallerini asla gerçekleştirememeleri" gerçeğinden doğan kendine has özelliklere sahip bir siyasi-sosyal mevcudiyet oluşturarak, "bir kuş türü" olarak yeniden sınıflandırılabilecekleri anlamına geliyor. Kürtlerin devletlikten dışlanmalarının ta kendisi, Kürtleri "hafif rüzgarda tozu savuşturacak" şekilde sertleştiren şeydir, diye yazıyor. Bu imge, Kürtlerin geleneksel göçebe yaşam tarzını, tekrar eden zorla yerinden edilmelerin diğer sosyal ve etnik gruplarla zorlu ve üretken bir birliktelik içinde sonuçlanmasını ve günümüzde Avrupa'ya seyahat eden Kürt Gastarbeiters'ların (misafir işçilerin), siyasi sürgünlerin ve mültecilerin sorunlu ve yeniden şekillendirilen kimliklerini çağrıştırıyor. Abdullah Öcalan'ın devlet oluşumu eleştirisini hatırlatan bir ifadeyle, Ahmed, Kürtlerin "yerleşebilmeleri" halinde kendi "kolonilerini" oluşturabileceklerini öne sürüyor. Bu sürekli gerilim ve dışlanma, üretken siyasi örgütlenme kadar gerçek şiirsel ifade için de gereklidir. Kürt siyasi hareketinin özeleştiri geleneğinde olduğu gibi, "yerleşmek/yerinde saymak" asla bir seçenek değildir.

Dikenli gül doktrini

Ahmed'in yaptığı, olumsuzluk sayılabilecek bir durumu düzeltmekten ibaret değil; o, basite indirgenerek olumlu olduğu varsayılanı da eleştiriyor. Düşünmeden Kürtlük'ü yücelten her türlü şeye karşı çıkıyor ve Kürt kültürüyle ilişkili cinsiyet normlarına ve baskıcı geleneklere odaklanıyor. Kürt halk geleneğini altüst ederek, "Saç örgümü -annem gibi- öpmem/gözüme sürmem ve/düzleştirip arkaya yatırmam" diye yazar. Ahmed'in pasif Kürt kadınlığına yönelik eleştirisi, zaman zaman militan Kürt hareketi tarafından belirlenen prensiplerle yakından örtüşür; "Kalp kırıklarından/bir kaktüs gibi/dikenler yetiştiririm" dizesi, kendini savunma hakkını simgeleyen Kürt kadın hareketinin dikenli gül doktrinini anımsatır.

‘Kalem, kağıt, dize’

Ancak Ahmed'in dikenli eleştirisi daha da ileriye gider ve beklenen direniş biçimlerine uymayı da reddederek bizim devlet ve ataerki eleştirisi olarak adlandırabileceğimiz bir tutumu benimser. Ahmed, başını örtüp Ürdün'e taşınmayı seçmiş bir kadındır, böylelikle kendi kendisini, sesini bulduğu feminist topluluktan dışlamıştır. Bu biyografik gerçek, Ahmed'in eserlerinin -tüm gerçek şiirler gibi- kolayca propaganda amaçları için kullanılamayacağını ve bu eserlerin, içerdikleri eleştirel bakış açısından kendilerinin de muaf olmadığını gösterir. Ahmed'in "kalem, kağıt, dize"den başka "sevgilisi yok"tur ve bu tutum, onu hem baskıcı sistemlerin ötesine yerleştirir hem de bu sistemleri devirmeye çalışanlardan ayrıştırır.

‘Eğer şehit olsaydım’

Ahmed'in gerilimi kabul etme yeteneği ve hazır ikilikleri aşma yetisi, "Eğer bir şehit olsaydım" adlı şiirinde zengin bir şekilde ifade bulur. Bu şiir, hem Kürt siyasi hareketi tarafından hem de uzun süredir Kürtleri baskı altına alan gerici devlet ve İslami güçler tarafından sahiplenilen aşırı katı bir siyasi terimle [şehit/şehitlik] cüretkar bir iştigaldir. "Sesi olmayan, bayraksız bir vatan olarak ölüyorum/Minnettarım/Hiçbir şey istemiyorum/Hiçbir şey kabul etmeyeceğim" dizeleriyle Ahmed, Kürt hareketinin terminolojisi ile "hayatı uğrunda ölecek kadar seven" insanların paradoksunu, hem ifade eder hem de sorgular.

Bu şekilde, anlatıcının fedakarlığı onu çatışmanın, baskının, basit ikiliklerin ötesine, karşıt siyasi ve sosyal güçlerin aklının ermeyeceği saf bir varlık ve ifade anı içine yerleştirir. "Çiçek istemem/Çünkü ben en güzel çiçeğim" dizeleri, sığ, apolitik bir perspektif ifadesi olmaktan ziyade, Ahmed'in, Kürt siyasi mücadelesi tarafından üretilse de onu aşan bir ses olarak şairlerin rolüne cesur ve elzem bağlılığını işaret eder.

Kaynak: medyanews.net

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.