Reflexion tarihi figürleri bir araya getirdi

Dosya Haberleri —

Ali Zülfikar

Ali Zülfikar

  • Ressam Ali Zülfikar’ın Reflexion (Yansımalar) isimli sergisi Berlin’de 10 Ekim’de açılacak. Sergide Frida Kahlo, Andy Warhol, Van Gogh, Bukowski, Greta Thunberg, Rosa Luxemburg, Che Guevara, Nelson Mandela ve Abdullah Öcalan gibi önemli isimlerin portreleri yer alacak.
  • Ressam Ali Zülfikar, çalışmalarını şöyle açıklıyor: “Portrelerini yaptığım figürler, daha iyi bir dünya için mücadele eden politikacılar, filozoflar, aktivistler, sanatçılar ve düşünürler. Bu kişiler, daha adil ve özgür bir toplum için mücadele etti, düşmanlıkla karşılaştı, hapsedildi ya da hayatlarını kaybettiler. Sanatım, onların yaşamlarını ve miraslarını saygıyla anmayı amaçlıyor.”

HAKAN TÜRKMEN/BERLİN

Ressam Ali Zülfikar “Reflexion” (Yansıma) adlı sergisini 10 Ekim’de Berlin’de açıyor. 14 Kasım’a kadar ziyaretçilerini ağırlayacak sergide Frida Kahlo, Andy Warhol, Van Gogh, çevre aktivisti Greta Thunberg, siyasi düşüncelerinden ötürü cezalandırılan Antonio Gramsci, Rosa Luxemburg, Nelson Mandela, Che Guevara, Selahattin Demirtaş gibi önemli figürlerin portreleri yer alacak. Serginin şüphesiz en dikkat çeken eseri ise Ali Zülfikar’ın “Özgürlük Çığlığı” ismini verdiği Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 260x360 cm ebatlarındaki büyük portresi. Ağaç üzerine kök boyası tekniğiyle hazırlanan bu eserle Ali Zülfikar, Öcalan’a yönelik uygulanan tecride dikkat çekmeyi hedefliyor. Ressam Ali Zülfikar ile sergisi vesilesiyle sanat yolculuğu ve “Reflexion”u konuştuk.

Önce biraz sizi tanıyalım. Resime olan ilginiz ne zaman başladı?

Çocukluk yıllarımda diyebilirim. Özel bir çaba göstermeden, eğitim almadan çizim yapabilmek, doğal bir yeteneğin göstergesi olsa da sadece yetenek bir sanatçı yaratmaz. Sanatçının kendisini geliştirmesi için akademik eğitim, disiplin ve eleştirel düşünme yeteneği gerekir. Bu anlamda, çocukluğumu geçirdiğim coğrafyanın etkisi büyük. Bugün baktığımda, yaşadığım her anın sanatımın temel taşlarını oluşturduğunu ve hiçbir şeyin tesadüf olmadığını görüyorum. Zihnimde hep tarihi mağara resimleri ve mezar taşlarındaki tabletler var. Çocukluğumda da bu tarihsel dokuları rüyalarımda görür, ardından kendi kendime yorumlayarak motiflerin sanatsal anlamını çözmeye çalışırdım. Mağaralardaki resimler ve bölgenin ruh hali bana ilham verir, kendi iç dünyamda oluşan figürleri kâğıda aktarırdım.

İlkokul yıllarımda, öğretmenim Esat Soydemir yeteneğimi fark etti. Ortaokulda ise Yavuzeli'nde okurken, öğretmenim Murat Aydın Doma'nın yönlendirmesiyle katıldığım bir resim yarışmasında, “Güneş de Doğar” adlı çalışmamla birincilik kazandım. Bu başarılar beni daha da motive etti. Fırat Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü'nde Cemal Aslan ve Memduh Kuzay’ın rehberliğinde eğitim aldım. 1993’te Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Bölümü'ne, Prof. Dr. Gökhan Anlağan ile çalışmak üzere girdim. Ancak, 1995 yılında politik sebeplerle Fırat Üniversitesi'ni bırakmak zorunda kaldım ve önce İstanbul'a, 1997’de ise yurtdışına çıkmak zorunda kaldım.

 

Profesyonel anlamda ressamlığa ne zaman başladınız?

1999 yılından itibaren Avrupa'daki uluslararası sanat müzelerinde, galerilerde ve sanat fuarlarında toplam 200 sergiye katıldım. 2002’de kök boyasıyla resimler yapmaya başladım ve profesyonel anlamda ressamlığa devam ettim. 2013 yılına gelindiğinde, renkli çalışmalarım bana dekoratif görünmeye başladı. Suriye'de başlayan savaşın etkilerini anlatmak amacıyla kurşun kalem tekniğimi tuval üzerine uygulamaya başladım. 2014’e kadar da Köln’de, Galerie Zeugma'nın Sanat Müdürü olarak farklı bir sanat deneyimi yaşadım.

Resimlerinizi teknik ve estetik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Son dönemlerde, tuvalimi bezir yağıyla yumuşatarak derinlik yaratmayı deniyorum. Portrelerin arka plan kompozisyonunu kurşun kalemin en koyu tonlarına kadar çalışıyorum. Renkler, sanatsal anlatımımın güçlü bir dili olsa da, eğitim yıllarımda yaptığım portre çalışmalarını yeniden denemek istedim. Zamanla fark ettim ki, bu renklerin bir altyapısı ve yıllara dayanan bir hikayesi var.

Artık bu, kendimi ifade etme gücümün bir yansıması haline geldi. Tüm renkli boyalarımı bir kenara bırakarak “Monokrom/Tek Renk” eserler yaratmaya odaklandım. Projemin ilk aşamasında, savaş mağduru yaşlılar ve çocukları resmettim. İkinci aşamada, bu savaşa Avrupa’nın tepkilerini ekledim. Projeyi daha kurgusal bir boyuta taşıyarak, düşünceleri nedeniyle devlete karşı çıkan aydınlar, filozoflar ve halk kahramanlarının portrelerine yer verdim.

2017 yılında Kültür Bakanlığı tarafından “Yılın Sanatçısı” ödülüne layık görüldünüz, fakat ödülü kabul etmediniz. Bu karara sizi iten ne oldu?

Ödül önerisi ilk geldiğinde, organizasyonun Türkiye'deki birtakım belediyelerin katılımıyla gerçekleşeceği ve farklı siyasi partilerin idaresindeki belediyelerin yer alacağı belirtilmişti. Bu sebeple ödülü kabul etmeye karar verdim. Ancak, daha sonra Avrupa Başarı Ödülleri’nin sosyal medya hesaplarında yapılan paylaşımları ve organizasyonun internet sitesini incelediğimde, etkinliğin AKP’nin bir kampanyası olduğunu fark ettim; kurum yönetimine ödülü kabul edemeyeceğimi bildirdim. Bir sanatçının en değerli hissettiği anlardan biri, ödüllerle takdir edildiği anlardır. Ancak Türkiyeli bir sanatçı olarak, toplumsal vicdanı her zaman göz önünde bulundurmak zorunda olduğumu vurgulamak istedim. Bu yüzden, politik bir tavır sergileyerek bu ödülü reddetme ihtiyacı duydum.

 

2018'de Erdoğan'ı çizdiğiniz eseriniz eleştirilmiş ve serginiz yasaklanmıştı. 2021'de ise Greta adlı eseriniz saldırıya uğradı. Bu sansür ve saldırılara Almanya’nın yaklaşımı nasıl oldu? Yeterince destek gördüğünüzü düşünüyor musunuz?

Toplumdaki kültürel eğitim eksikliği, sanat ve ifade özgürlüğüne yeterli tepki verilmemesine neden oluyor. Neredeyse her gün yeni bir sansürle karşılaşıyoruz. Anayasa’nın 5. maddesi sanatçının ifade özgürlüğünü güvence altına almış durumda, ancak yine de bu tür sansür vakalarının önüne geçilemiyor. Bana uygulanmak istenen sansür girişiminin başarısız olmasının iki temel nedeni vardı: Birincisi kamuoyunun verdiği tepki, ikincisi ise eserlerimin uluslararası alanda sahiplenilmesi. Almanya gibi demokratik değerlere sahip olduğu iddiasındaki bir ülkede bile sansürün bu denli sık yaşanması ve bu durumun çoğu zaman medyada dahi görmezden gelinmesi, otosansürü de beraberinde getiriyor. Siyasi amaçlarla alınan bu tür kararlar, sanatçının ifade özgürlüğünü kısıtlayan bir baskı unsuru haline geliyor.

Peki Alman devletinin sanat politikasını nasıl görüyorsunuz?

Zaman zaman doğru kararlar verilse de politik ve eleştirel içerikli eserlerin sergilenmesi istenmiyor. Bu tür eserlerin sık sık sergilerden kaldırıldığına şahit oluyoruz. Sanat müzelerinde yer alacak sergiler, hiyerarşik bir yapıyla senatörlerin toplantılarında kararlaştırılıyor. Provokatif sanatçılar ve ‘politik gerginlik’ yaratacak eserler tercih edilmiyor. Seçimler ayrıca, sanatçıların özgeçmişlerine ve hangi sanat akademisinde eğitim aldıklarına bakılarak yapılıyor.

 

Kürt bir sanatçı olarak, sanatınızı politikayla harmanlayarak sunarken ne tür zorluklar yaşıyorsunuz?

Eserlerimin önemli bir kısmı, politik kimliğe sahip düşünürler, halk kahramanları ve sanat-kültür insanlarından ilham alıyorum. Motiflerimin çoğunu, savaşı bizzat yaşamış insanların deneyimlerinden esinlenerek seçiyorum. Kimi zaman yüzlerinde korku ve acı, kimi zaman da anlık sevinci yakalıyorum ve bu duyguları karşılaştırarak eserlerime yansıtıyorum. Amacım, insanlar arasındaki diyaloğu açığa çıkarmak ve izleyiciyi de bu diyaloğun bir parçası haline getirmek. Ancak, eserlerimin sergilendiği alanlar zamanla daha fazla baskı altına alınıyor.

Politik ve sosyal eleştiriyi barındıran eserleri sergileyen galerilerin sayısı oldukça az. Özel galeriler ve müze yöneticileri ise politik tartışmalara çekilmekten ya da bir siyasi güçle karşı karşıya kalmaktan çekiniyor. Ticari amaçlı galeriler de eserlerimi sert buluyor ve satılma olasılığını düşük görüyor. Aslında politik eleştiri içeren çalışmaların sergilenmesi, devlet ve şehir müzelerinin sorumluluğunda olmalı. Ancak bu kurumlar da eserleri ‘politik provokasyon’ içermesi nedeniyle sergilemekten kaçınıyor.

Günümüz modern sanatının temelinde yer alan küreselleşme projesi, sanatçılar ve entelektüelleşme ile eş anlamlı olarak sunuluyor. Kapital merkezli sanat galerileri ve fuarları, sanatın özgürlüğü üzerinde en büyük tehditlerden biri haline geldi. Örneğin, Andy Warhol gibi sanatçılar, Amerikan kültürünün sembolik nesnelerini sabun kutuları, kola kutuları, sigara paketleri, taze muz gibi sergi duvarlarına yapıştırarak ironik bir şekilde işledi. Bazen toplumun tabularına saldırdı, bazen de idolleriyle dalga geçti. Ancak Almanya’da bu akımdan etkilenen bazı sanatçılar, toplumsal sorunların dışında kalmayı tercih ederek, sembolleşmiş figürleri ve zaman aşırı kompozisyonları resmedip farklı bir hayal dünyası yaratmaya çalışıyor. Sanatçının toplumla diyalog kurabilmesi, aynı zamanda provoke edici bir yaklaşım benimsemesine bağlıdır. Provokasyon, sanatçının toplumsal tepkileri ölçebilmesi için bir gerekliliktir.

 

Önümüzdeki günlerde Berlin’de “Reflexion” serginizin açılışını yapacaksınız. Bu sergi ile neyi amaçladınız?

“Reflexion” sergisi, bireylere ve gruplara kamusal diyalog ve tartışma alanı açmayı, demokratik zeminleri tıkanmış bir kanalı yeniden canlandırmayı amaçlıyor. Proje, savaş mağdurlarının portrelerini çizdiğim büyük ölçekli bir sanat çalışmasına dayanıyor. Günümüz dünyasında daralmış zihinlerin, diyalog aracılığıyla bir kıvılcım yakalayabileceğine inanıyorum. Eğer iyi niyetli insanlar bu fırsatı değerlendirirse, bu sanat projesi, tarihsel açıdan önemli ve farklı bakış açılarına sahip kişilerin bilgileriyle buluşma imkânı sunacaktır.

Sergide Frida Kahlo, Andy Warhol, Van Gogh, Bukowski, Greta Thunberg, Rosa Luxemburg, Che Guevara, Nelson Mandela ve Abdullah Öcalan gibi önemli isimlerin portreleri sergilenecek. Bu sergiyi oluştururken neleri göz önünde bulundurdunuz?

Portrelerini yaptığım figürler, daha iyi bir dünya için mücadele eden politikacılar, filozoflar, aktivistler, sanatçılar ve düşünürler. Eserlerim, bu tarihsel figürlerin devrim niteliğinde değişiklikler yapmalarına öncülük eden cesaret ve kararlılıklarını yansıtıyor. Bu kişiler, daha adil ve özgür bir toplum için mücadele etti, düşmanlıkla karşılaştı, hapsedildi ya da hayatlarını kaybettiler. Sanatım, onların yaşamlarını ve miraslarını saygıyla anmayı ve bunun ötesinde, şiddet ve baskıdan arınmış bir sanat ortamında derinlemesine incelenmesini amaçlıyor.

Bu projede, bu değerli şahsiyetlerin portrelerinden oluşan bir diyalog ortamı yaratarak, ‘demokrasinin renklerini’ canlandırmayı amaçladım. Sanatsal ifademle, geçmişin bu önemli isimlerini yeniden hayata döndürmek ve günümüzde hala sesi kısılmaya çalışılan değerli şahsiyetlerle bir araya getirmek istedim. Düşüncelerinden dolayı baskı gören insanlara, sanat aracılığıyla kendilerini ifade edebilecekleri bir alan açmaya çalıştım. Portreler aracılığıyla zaman ve mekân sınırlamalarının ötesinde, entelektüel bir sohbetin gerçekleşeceği bir tür ‘sanat parlamentosu’ oluşturmak istiyorum. Özgür düşüncenin nefes alabileceği bu ortam, dünyanın içine sıkıştığı sıcak savaş atmosferinden biraz olsun uzaklaşmamızı sağlayacak. Sanatın birleştirici gücü, tüm politik engelleri aşarak ortak bir duygu yaratacak. Bu proje kapsamında, toplumsal hafızada yer eden siyasi ve sanatsal göndermeler de vurgulanacak. Elbette, adı geçen şahsiyetler arasındaki politik farklılıklar kamuoyunda tartışma konusu olmaya devam edecek, ancak bu tartışmalar, sanatın birleştirici etkisi altında yeniden anlam kazanacaktır.

 

Serginizde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın da resmi bulunuyor. Bu seçim nedeniyle sorun yaşadınız mı?

Toplumsal ve siyasal açıdan kritik bir boyuta sahip olan Öcalan’ın portresinin de bulunduğu eser, serginin en çok dikkat çeken parçalarından biri olarak öne çıkıyor. Büyük boyutlardaki “Özgürlük Çığlığı” adlı tablo, Kürt tarihini sosyal ve coğrafi açılardan irdeleyen belgelerden oluşuyor. Eserdeki harita, Kürtlerin yerleşim alanlarını, sosyal yapısını ve tarihsel şehirleri eski adlarıyla gösteriyor. Özellikle ‘Dersim’ bölgesi haritada “Bağımsız Kürtler: Unabhängige Kurden” olarak işaretlenmiş. Tablonun kompozisyonu, Londra’daki British Museum'da bulunan ve Berlin’de Matbaa Dieter Reimer tarafından 1854 yılında basılan bir haritadan esinlenerek yapıldı. Haritanın üzerinde yanık, çatlak ve kurumuş arka plan tonları yer alıyor. Eserin merkezinde, fotoğraf sanatçısı Günay Ulutuncok’un 1991’de Lübnan’da çektiği Abdullah Öcalan fotoğrafından esinlenen bir görsel bulunuyor. Sergide ilk kez görücüye çıkacak olan bu eser, Kürdistan’da yaşayan ve sürgündeki Kürtlerin uzun yıllardır yaşadığı tecrit sorunlarına dair bir 'yansıma' özelliği taşıyor.

 

Yer bulmakta zorluk yaşadınız mı?

Yaklaşık bir yıl süren titiz bir çalışmanın ardından uygun bir sergi alanı bulma konusunda ciddi zorluklar yaşadık. Devlet müzeleri düzeyinde bir sergi alanı kısa sürede temin edilemedi. Başvurduğum müzeler, iki yıllık programlarının tamamen dolu olduğunu belirterek, kısa vadeli bir plan yapamayacaklarını ilettiler. Şehir sanat galerileri de bu ağır konunun sorumluluğu karşısında çaresiz kaldı ve maalesef sergiyi gündemlerine alma cesareti gösteremediler.

***

 

Açılış 10 Ekim’de

Ressam Ali Zülfikar “Reflexion” (Yansıma) adlı sergisi 10 Ekim Perşembe günü saat 19:00’da, Torstraße 6, 10119 Berlin adresinde bulunan Maigalerie'de gerçekleştirilecek. Serginin açılışında Uluslararası Hukuk Uzmanı Prof. Dr. Norman Peach ve sanat küratörü Petra Lötschert konuşmacı olarak yer alacak.

 

Sergi boyunca ne gibi etkinlikler olacak?

Bu sergi, birçok önemli Kürt kurumunun yanı sıra Unrast Matbaası ve Junge Welt gazetesinin ortaklaşa düzenlediği bir etkinlik olacak. Sergide, Prof. Dr. Norman Paech, sanat ile kamu hukuku arasındaki ilişkiyi değerlendirerek, sanatçıların temel hakları ile kamu hukuku arasında bir bağ kurup kurulamayacağını tartışacak. Eserlerin değerlendirilmesi ve sunumu, Petra Löschert tarafından gerçekleştirilecek. Kişilik hakları ve sanatın sansürlenmesi gibi konular da masaya yatırılacak. Ayrıca, sansür, izolasyon ve baskı yaratma gibi sorunlara karşı devlet erkinin toplum üzerindeki etkisini sorgulayan bir bakış açısı sunmayı hedefliyoruz. Bu şekilde, demokratik değerlerin savunulmasına küçük de olsa bir katkı sağlamak temennisiyle yola çıkıyoruz.

 

Serginin bir sonraki durağı neresi olacak?

Serginin uluslararası platformda sergilenmesi için çeşitli girişimler devam ediyor. İlk olarak Almanya’nın Frankfurt şehrinde, 31 Ekim-3 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek olan Discovery ArtFair Frankfurt sanat fuarında, ArtMonopol Galerisi standında eserlerim sanatseverlerle buluşacak. Ayrıca, Aralık ayından Şubat ayına kadar Duisburg’daki Cubus Sanat Sergi Salonu’nda düzenlenecek karma sergide de eserlerim yer alacak. Bu sergi hakkında detaylı bilgilendirmeler, kısa süre içinde duyurulacak.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.