Sözlerin izlerinden cennetin güzelliklerine
Dosya Haberleri —
- Tutsak şair Erol Zavar’ın şiirlerinin, Özcan Yaman’ın fotoğrafları ve yazar Adil Okay’ın metinleriyle buluştuğu “Sözlerin İzlerinden Cennetin Güzelliklerine” adlı sergi İFSAK sergi salonunda, 7 Aralık’a kadar ziyaretçilerini bekliyor. 20 yılını sürgünde geçirdikten sonra 2001’de Türkiye’ye dönen Yazar Adil Okay’la sergide konuştuk.
ERDOĞAN ALAYUMAT/İSTANBUL
Uzun yıllardır fotoğraf, resim, şiir ve edebi metinlerle cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine dönük farkındalık yaratmaya çalışan yazar Adil Okay ve fotoğrafçı Özcan Yaman, ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü ve ağır hasta tutsak şair Erol Zavar’ın dizeleriyle dikkatleri yeniden cezaevlerine çekiyor. “Sözlerin İzlerinden Cennetin Güzelliklerine” adlı sergi, bizleri kimi zaman hayranlıkla izlediğimiz temiz doğa fotoğrafları, mutlu aile albümleri, aşk öykülerinin dışına çıkararak hapishaneler gerçeğini yüzümüze çarpıyor. Sergide fotoğrafçı, metnin onda çağrıştırdığı imgeyi deklanşöre basarak çoğaltırken; kalem ve fotoğraf makinesi ittifakı bu sayede ete kemiğe bürünüyor. 40 metin ve 40 fotoğraftan oluşan sergi, 40 yıllık birikimin sentezi. Her bir fotoğraf karesinin, her bir mısranın ve metnin birer çığlığa dönüştüğü “Sözlerin İzlerinden Cennetin Güzelliklerine” yalnızca yitip giden aşkların, kuruyan akarsuların, kirlenen denizlerin, çölleşen dünyanın, katledilen güzel insanların arkasından ağıt yakmıyor aynı zamanda bir tutsağın gözünden başka bir dünyanın da mümkün olduğuna dikkat çekiyor. İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği’nde (İFSAK) açılan sergi, 7 Aralık’a kadar ziyaret edilebilecek. Yaşamının 20 yılını sürgünde geçirdikten sonra 2001’de Türkiye’ye dönen Yazar Adil Okay’la “Sözlerin İzinden Cennetin Güzelliklerine” sergisini konuştuk.
Türkiye’de hapishaneler gerçeğine dikkat çeken “Karanlıkta Kahkaha” serginizden sonra “Sözlerin İzlerinde Cennetin Güzelliklerine” adlı serginizle yeniden dikkatleri cezaevlerine çektiniz. Çalışmanın amacını anlatır mısınız?
Görülmüştür Kolektifi olarak Red Fotoğraf Grubu ile birlikte uzun yıllardır her yıl farklı bir temada politik tutsaklarla ortak çalışmalar yapıyoruz. Daha önce “Özgürlüğün Sesi” adlı bir sergi açtık. Birkaç ay önce de yine “Karanlıkta Kahkaha” adlı bir sergiyle fotoğrafçıları ve tutsakları buluşturduk. Sergi kapsamında farklı hapishanelerde bulunan tutsaklara farklı temalar ve kavramlar veriyoruz. Kimisi şiirle, kimisi edebi metinlerle, kimisi de resimle bu temaları yorumluyor. Dışarıda bulunan fotoğrafçılar ise bu yorumları fotoğraflıyor.
Tutsak şair Erol Zavar’ın şiirlerini Özcan Yaman’ın çektiği toplumsal içerikli fotoğrafları ve benim edebi metinlerini sosyal ve toplumsal sorunlar üzerinden buluşturduk. Sanatçı, görüneni olduğu kadar görünmeyeni de betimlerler. Biz bu sergide görünmeyeni betimlemekle kalmadık; başka bir dünyanın da mümkün olduğunu göstermeye çalıştık. Sadece gerçeği göstermek yetmiyor maalesef. Post-modern zamanlarda kapitalizmin kafa karıştıran kültür politikası içerisinde insanlığı yok eden gerçeklikler gözden kaçıyor.
Bu çalışmalarla aynı zamanda giderek karanlıklaşan hapishanelerde tutsakların üretmeye ve umut etmeye devam ettiğini dışarıya göstermeye çalışıyoruz. Dışarıda her alanda korku imparatorluğu yaratıldı ve bu kısmen de olsa başarılı oldu. Çalışmalar bize gösteriyor ki içerdekiler daha umutlu.
Bu kadar bilgi kirliği içinde siz bu gerçeği nasıl buluyorsunuz?
O gerçeği bulup çıkarmak elbette bir damıtma işi. Tüm olan biteni sanatçı duyarlılığı ile gözlemlemek gerekir. Bir sanatçı muhalif olduğu zaman gerçekliklere gözlerini kapatmaz. Bu kadar bilgi kirliliği içerisinde hakikati gören başka sanatçılar var elbet ama kafalarını gerçeklere çevirmek yerine onu görmezden gelmeyi tercih ediyorlar. Ne yazık ki yaratılan bu korku imparatorluğu sanatçıları da esir aldı.
Korkunun yanı sıra bahsettiğiniz gibi; hakikati görmektense ondan kaçmak daha kolay geliyor…
Kesinlikle öyle. Bu durum giderek sanatçıyı kimliğinden uzaklaştırıyor. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışı ile hareket ederek sanatçı olunmaz. Sadece manzara ya da somut gerçeklikten uzak soyut fotoğraflar ve imgeler kurarak, orta çağdan kalan sonelerle, Karacaoğlan şiirleri ile bugünü anlatamayız. Bugünü anlatabilmek için her yeni imkanı değerlendirmek, yüzünü gerçeklere çevirmek gerekiyor.
Serginin ismini sormak istiyorum. Nasıl belirlediniz?
“Cennetin Güzellikleri Cehennemde Yaratılır” şair Erol Zavar’ın bir imgesidir. Ülke koşullarına baktığımızda cehennemde yaşıyoruz. Cehennemde yaşarken de boş durmuyoruz. Neden boş durmuyoruz peki? Cenneti yaratmak için. Mutlu bir azınlık cennette yaşıyor ama biz bu cenneti herkesin yaşaması için çalışıyoruz. Erol Zavar bunu saptayarak bir imge haline getirmiş. Biz de bu imgeden yola çıkarak sergiye “Sözlerin izlerinden cennetin güzelliklerine” adını verdik.
Sergide cezaevlerinde ve ülkede yaşanan tüm sorunları bir tutsağın gözünden anlatıyorsunuz. İçerideki bir tutsak dışarı ile empati kurmakla kalmıyor aynı zamanda dışarıya umut dağıtıyor. Biz dışarıda olanlar için bu durum sizce de biraz tezat değil mi?
Sanatçı sürekli empati yapmak zorunda. Bu sergide de Erol Zavar, içeriden dışarıyla empati kuruyor. Bunu şiirleri ile yapıyor. Bugüne kadar Gezi Direnişi, Suruç Katliamı, Ankara Gar Katliamı ve toplumsal sorunlara dikkat çeken şiirler yazdı. Bu şiirleri sanki dışarıdaymış gibi yazdı. İçerideki bir tutsak dışarıya umut veriyor ve dışarıyı betimliyor. Bu durum tezat gibi görünebilir ama sanatı açısından iyi bir şey. Kanser hastası olmasına ve tecrit içinde yaşamasına rağmen, tek başına kaldığı soğuk bir hücreden dışarıya umut veriyor. “Ben varım” diyor. “Siz de varsınız, sizi görüyorum” diyor. Bu çalışmayla Erol Zavar üzerinden içeride bulunan binlerce tutsağın dışarı ile nasıl empati kurduğunu anlatmaya çalışıyoruz.
Sizinle ilk tanıştığımızda hapishanelerde yaşanan hak ihlallerine dikkat çekmek için çalışmalar yapıyordunuz. Aradan yıllar geçti ve bugün hala bu gerçeği farklı yöntemlerle anlatmayı sürdürüyorsunuz. Kimi zaman çalışmaları neredeyse tek başınıza yürüttünüz. Sizi hapishaneler gerçekliğine iten şey ne oldu?
Ben de eski bir tutsağım. 1980 darbesi öncesi tutuklandım. Eğer firar etmeseydim ömrümün büyük bir bölümünü hapishanede geçirecektim. Firar ettikten sonra 20 yıl boyunca sürgün hayatı yaşadım. Bu yıllarda sürekli tutsaklarla iletişim kurdum. Sürgündeyken tanıdığım yoldaşlarıma ve tanımadığım politik tutsaklarla mektup yoluyla ulaştım. Sürgün yıllarında hapishanelerle bağım bu kadar güçlü değildi. 2001’de ülkeye döndükten sonra hapishaneler gerçeğine daha çok eğilmeye başladım ve daha sistemli çalışmalar örgütlemeye çalıştım. Bunu yapmaya devam ediyorum.
Cezaevlerindeki koşullar giderek ağırlaşıyor. Hak ihlallerinin yanı sıra binlerce tutsağın ya infazı yakılıyor ya da erteleniyor. Cezaevlerine dönük politikaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son dönemde yaşamının 30 yılını cezaevinde geçiren yüzlerce tutsağın infazının yakıldığını görüyoruz. Ancak diğer yandan tüm dünya tarafından bilinen ve tanınan, pırıl pırıl bir insan olan Hrant Dink’in katili “iyi halden” serbest bırakılıyor. Bu durum kabul edilir değil. Nasıl oluyor da ömrünün yarısından fazlasını hapishanede geçiren biri iyi halli değil de bir katil iyi halli oluyor.
Toplumun büyük bir kısmı konu cezaevleri olduğunda ciddi bir duyarsızlık içerisine giriyor. Bu duyarsızlık tutsaklara nasıl yansıyor?
Yaptığımız tüm çalışmalarda “Tutsakları yalnız bırakmayın” sözünü ısrarla söylüyoruz. Görülmüştür Kolektifi’ni kurarken “Bir adres de sen al, bir mektup da sen yaz”, “Sizin hala bir mektup arkadaşınız yok mu? İyi ama onlar sizin için hapishanedeler, unuttunuz mu?” diye sloganlar oluşturduk. Dışarıda sorun çok, işsizlik, yoksulluk, iktidar baskısı var ama içeride bu baskıların çok daha fazlası var. “Onlar siz daha iyi ve daha onurlu bir yaşam yaşayın diye içerde. Onlara ses verin, bir mektup yazmak zor değil, tutsakların gıdası mektuptur” diyoruz. Tutsakların sitemlerini paylaşıyoruz. Görülmüştür Kolektifi’ne her hafta onlarca tutsağın mektubu ulaşıyor. Son dönemde “İnsanlar bizi unuttu mu? Eskiden çok mektup alırdık ama şimdi mektup gelmez oldu” diye sitemde bulunuyorlar. Biz her çalışmamızda tutsakların adreslerini dağıtıyoruz. Ayda bir mektup yazmak çok zor olmamalı. Maalesef bu anlamda ciddi bir duyarsızlık var. Bu duyarsızlık sadece korkuyla açıklanabilecek bir şey değil; ciddi bir bencillik. Bu bencillik dayanışmanın önüne geçmeye başladı.
***
Salyangoz fotoğrafına dava
*Peki tüm bu duyarsızlığın ortasında çalışmalarınızı yaparken zorlanmıyor musunuz? Çalışmalarınıza nasıl yansıyor?
Tabii ki zorlanıyoruz. Toplumun duyarsızlığı bir yana bir de devlet baskısıyla karşı karşıyayız. Yazdığımız mektuplardan kaynaklı hakkımızda açılan kimi davalar oldu. Yolladığımız mektuplardan kaynaklı kimi tutsaklara disiplin cezaları verildi. Şöyle bir örnek vereyim; birkaç yıl önce hapishaneye yolladığım bir salyangoz fotoğrafından kaynaklı “cezaevinde firar örgütlüyoruz” iddiası ile hakkımızda dava açıldı. Fotoğrafı Karabük Hapishanesi’nde kalan bir tutsağa göndermiştim. Hapishanenin okuma kurulu o fotoğrafta bir firar krokisi bulmuş. Kurulun raporunu savcı ciddiye almış ve hakkımda dava açmıştı. Bu dava daha sonra düştü ama benzer birçok davayla muhatap olmak zorunda kalıyoruz. Yaptığımız sergiler hakkında henüz açılan bir dava yok ama Kürt kentlerinde açtığımız sergilerde polis tarafından taciz ediliyoruz.
Sanatın bir rehabilitasyon işlevi gördüğünü biliyorum. Sanatçı sanat yaparken ruhsal bir meditasyon yaşar. Sanatın insanı sağaltan bir gücü olduğu kadar sorgulatan bir gücü de var. Sanatçılara şunu diyoruz; yalnızca kendinizi sağaltmayın, toplumsal konuları da ele alın. Hapishanede olan bir şairin ya da edebiyatçının eserlerini değerlendirin. Tutsaklar birer duvar fotoğrafı değil; her biri yaşıyor ve tüm baskılara ve imkansızlıklara rağmen çok değerli eserler yaratmaya devam ediyor. Bu anlamda sadece halkın değil aynı zamanda topluma mal olmuş sanatçıların da ses çıkarması gerekiyor.