Türklük-devlet krizinin tekerrürü ve narkoz etkisi

Hasan KILIÇ Haberleri —

  • Süreçten umulan medet neydi? Türklük ve devlet krizinin çözülmesiydi. Egemen koalisyona İttihatçılığın, Ötükenciliğin, Kızıl Elmacılığın, Turancılığın ve benzerlerinin eklenmesiyle birlikte bu çözümün kolaylaşacağı düşünülüyordu.
  •  Bu süreçte ne resmi cumhuriyet tarihinin en “uzlaşmaz” kanatlarını yan yana getirip tarihin en güçlü “devletli koalisyonu”nu kurmak ne de “her şeyi göze alarak zafer”e yürümek bir sonuç getirebildi. “Baldıran zehri” ise Kürt halkına, ezilenlere, emekçilere, yoksullara içirildi.
  • 21. yüzyılın ilk raundundan geri kalanları bir kenara bırakırsak, cumhuriyetin tekçilikte, anti-demokraside ısrarının yarattığı sancının narkozla çözülemeyeceği bir kez daha açığa çıktı. Narkozun etkisini yitirmesiyle sancılar daha güçlü şekilde hissedilmeye başlandı. Şimdi artık Türklük ve devlet krizini narkozla çözemeyecek bir noktadayız.
  • Türklük ve devlet krizi topluma verilecek narkozla veya egemeni yüz yıllık deneyimin tekrarına dayanarak yeniden üretmekle çözmenin mümkün olmadığı görülmüştür. Bundan sonrasında bir aklın değil, “doğru bir aklın” ortaya çıkması ufukta görünen felaketlere karşı alınacak en büyük tedbir olacaktır.

Yakıtını Kürt halkının inkârı ve haklarının reddinden alan bir kuruluş felsefesi ve bahçedeki dikenleri temizlemeyi pusula edinen bir tahakküm stratejisiyle birlikte cumhuriyetin kökleri filizlendi, yeşerdi, büyüdü. Türk’e dayalı devletin ihlal edildiği, bu ihlalin kamusallaştığı, kendi hakikatini eline aldığı her anda alarm zilleri çalmaya başladı. Cumhuriyet tarihi belki de bu alarm zillerinin çaldığı anlarda parlayan, parıltının altında zulümleri tahtaya işleyen bir tarihten ibarettir. Geri kalan zaman, takvimin sayfalarıdır. Egemenin tehdit algısının olmadığı, kendisini kopmalar değil dönüşen süreklilikler içerisinde yenilediği, balans ayarlarıyla yetindiği takvim sayfalarıdır.

Ne zamanki Türklük algısı dönüşüme uğrar, bu dönüşüm egemenlerin ellerinin altından kayıp gider. İşte o zaman bir alarmla “devletin elden gittiği” fikri gürültülü şekilde egemen odalarının sözlüğü olmayı başlar. Bu sözlük birkaç cümleden oluşur: “Devlet”, “beka”, “Türklük”, “kutsallık”, “mükemmellik”, “tehdit” vb. Bu sözlükteki kelimelerin iki ortak keseni var. Birinci ortak kesen, hiyerarşinin üretilmesidir. Konum bildirir. Efendiyi tanımlamakla kalmaz, “efendi-köle” diyalektiğini bir koordinata oturtur. İkinci ortak kesen ise, “tehdit” algısıdır. Bu algının yerleştirildiği koordinat ise tam zıt bir yere işaret eder. Buna göre tehdit ile köle üst üste biner ve “tahakküm stratejisi” güncellenir.

Ulus ile devletin özdeşliği sözlüğün ses, jest ve mimikleridir. Duyguyu harlar, iletişimi kurar ve netlikler-muğlaklıklar denkleminin mahiyetini belirler. Bu denklemde artık karmaşaya yer yoktur. Ses olabildiğine yüksektir. Jest ve mimikler olabildiğine serttir. Gürültünün duyarsızlaştıran niteliği öne çıkar ve artık yaşam ile tahakküm, yaşam ile direniş dışında ikiliklerin düşünülemediği bir süreç başlar. Artık siyasal olanın tek momenti vardır: Bu “Biz ve Onlar” diye formüle edilir.

İlk kriz ve alarmı

2013 yılı ile başlayan, 2014 yılında bir plana dönüşen ve 2015 yılında icra edilmeye başlanan tahakküm stratejisi birbirine yapışık-üst üste binen iki kriz halinin alarmize edilmesiydi.

Bu alarm ile tahakküm stratejisi güncellendi. Kürt laboratuvarından ülke geneline yayılan “biz-onlar” gereklilikleri kayyım, kuşatma ve tecrit şeklindeki egemen taktiklerle sürdürüldü. Egemenin penceresinden bakıldığında “bahçede zararlı otlar” vardı ve temizlenmesi gerekiyordu. Temizliğin taşıdığı hijyenik-biyolojik karakter, tahakküm derinleştikçe total egemen fikrini daha fazla açığa çıkardı, durdu.

Siyasal karar bir alarma ve “biz-onlar” ayrımının kati surette kabulüne dayanınca gerisi egemen nezdinde “teknik-idari” işlemlerin konusu haline geldi. Devlet yeniden ölçeklendi. Kamu personel rejimi ve mensubiyetleri yeniden düzenlendi. İktidar içi güç odaklarında özgül ağırlıklar yeniden değerlendirildi.

Bu süreçten umulan medet neydi? Türklük ve devlet krizinin çözülmesiydi. Egemen koalisyona İttihatçılığın, Ötükenciliğin, Kızıl Elmacılığın, Turancılığın ve benzerlerinin eklenmesiyle birlikte bu çözümün kolaylaşacağı düşünülüyordu. Ne de olsa bunlar krizi dindirme ve alarm sesini kısma konusunda bir mirası taşıyordu.

Narkoz etkisi ve krizin tekerrürü

Günün sonunda egemen akıl Türklük ve devlet krizine bir çözüm bulamadı. Toplumsal-siyasal itirazla birlikte tahakküm stratejisinin narkoz etkisi dağıldı. Medet umulan çözüm ile çözüm aklı arasındaki makas açıldıkça rejim bir kez daha sancılarıyla baş başa kaldı. Umulan çözüm tarih ve siyaset dışı olduğu için, çözüm aklı toplumsal-siyasal itiraz güçleri karşısında “mutlak başarı” hedefine ulaşmaktan çok uzak kaldığı için narkozun etkisi kısa süreli oldu.

Bu süreçte ne resmi cumhuriyet tarihinin en “uzlaşmaz” kanatlarını yan yana getirip tarihin en güçlü “devletli koalisyonu”nu kurmak ne de “her şeyi göze alarak zafer”e yürümek bir sonuç getirebildi. “Baldıran zehri” ise Kürt halkına, ezilenlere, emekçilere, yoksullara içirildi. Sonuç herkes açısından biraz hüsran, egemenler açısından büyük bir yenilgi, itiraz edenler açısından ise bir kasırgadan yara alınsa da sağ kurtulma gibi bir manzarayı üretti.

Narkoz değil, deva

21. yüzyılın ilk raundundan geri kalanları bir kenara bırakırsak, cumhuriyetin tekçilikte, anti-demokraside ısrarının yarattığı sancının narkozla çözülemeyeceği bir kez daha açığa çıktı. Narkozun etkisini yitirmesiyle sancılar daha güçlü şekilde hissedilmeye başlandı.

Şimdi artık Türklük ve devlet krizini narkozla çözemeyecek bir noktadayız. Bunun birçok nedeni var. Türkiye sınırlarını aşarak kendi hakikatini eline alan Kürt realitesi, her ne bedel verilirse verilsin Kürt halkıyla dayanışma içerisinde olmakta ısrar eden devrimci gelenek gerçeği ve daha birçok neden narkozun etkisini güçlü şekilde dağıtabileceğini gösterdi.

Gündelik siyasi polemikler, iktidar hesapları, “küçük olsun benim kalsın” mantığının sırtlanamayacağı bir yük resmi kimlik ve resmi egemenlik sorunu olarak bir kez daha baş gösterdi. 31 Mart seçimlerinden sonra ortaya çıkan ve içine yargının, siyasetin, sermayenin alabildiğine bulaştığı bu karmaşanın üst okuması söz konusu krizin tetiklenmesinden aranabilir.

Egemenlerin kriz alarmları çalarak 2015 yılında başlattığı yürüyüş, büyük bir başarısızlıkla, 2024 yılında sona ermiştir.

Egemenliği tartışmalı hale getirecek ve egemen iddiayı çürütecek Türklük ve devlet krizinin tekerrürünü gören ve alarmist aşırı milliyetçi narkozlarla sürecin yürütülemeyeceği gerçeğini kabul eden bir devlet aklına ihtiyaç olduğu açık.

Bu ihtiyacı gerektiren gerekçelerin birkaçını sıralayabiliriz. Öncelikle bu gerekçelerden biri, küresel ve bölgesel gelişmelerden kaynaklı risklerin büyümesidir. İçerideki toplumsal bağların olabildiğine çözülmesidir. Egemenler açısından üçüncüsü, Kürtlerle her düzeyde mücadelenin sonuç alıcı olma imkansızlığının bir kez daha açığa çıkmasıdır. Dördüncüsü, çubuğun artı yönünden baktığımızda egemenin “akıllanması”yla mümkün olabilecek Kürt meselesi ve demokrasi sorununun çözülmesinin yaratacağı pozitif etkinin hesap edilmesi gerekliliğidir.

Neticede Türklük ve devlet krizi topluma verilecek narkozla veya egemeni yüz yıllık deneyimin tekrarına dayanarak yeniden üretmekle çözmenin mümkün olmadığı görülmüştür. Bundan sonrasında bir aklın değil, “doğru bir aklın” ortaya çıkması ufukta görünen felaketlere karşı alınacak en büyük tedbir olacaktır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.