Usulca hissettiklerimiz

Forum Haberleri —

Mehmet Doğan

Mehmet Doğan

  • Leylak zamanı. Dağların sırtında kayboluyordu güneş usulca. Ve zaman göç kokuyordu. Yağmur toprağa karışıyordu. Baran toprak oluyor ve kokuyordu… Dağlar Baran ve toprak kokuyordu. Yüreği avucunda her bir toprak yeniden filizleniyor ve dağ oluyordu. Öyle ki o topraklarda yaşayan halk, dağ halkı idi.

28 Haziran 2017’de Lice/Reşan’da şehit düşen Baran Salih Kılıç (Mehmet Doğan) anısına… 
       

Mahsum KOYUN

Sonsuzluk kadar eminim bu kahkahalar bu dağlara ait. Başka bir yerden göç etmedi. Yüzündeki kırışıklıklar yürüdüğü patikalar kadar ince ve eşsiz.


1-
Ne zaman yıkıldığı belli olmayan taş duvarlara doğru 
ateşler yakılırdı geçmişi hatırlatırcasına 
yıkık duvarlarda gölgeler toprağa karışırdı
uyumayı denerdi yolcular 
ve hiçbir uyku acıyı dindiremezdi
Bedene değen kürsünün sesine verilen cevap 
Asılırdı gecenin karanlığına 
Ölüm korkunun simgesi olmadı asla 
Ve gecelerde ölüm daha yakındı sadece
karanlıklara yalnızlığı katip uyuyorlar 
çantalarındaki düş yolculuklarının heyecanıyla 
sessizlik sese dönüşür 
konuşurdu onlarla…

Zagros bir kar ülkesidir. 
Neolitiğin türküsü 
sarptır geçiş vermemiş İskender’e 
soğuktur dayanamaz kimse 
ve kimse bilmez sonu neresidir 
Toroslara kardeştir 
İki dağın arasında başlamıştır insanlığın yaşamı 
Topraktır Ana’ya benzer 
Su’dur çocuk sevincinde 
Kaç insan kaç yaşam kaç peygamber taşımıştır 
yaşamı akıtmıştır kuzeyden güneye 
güneşi yakar ve döndürür geceyi karanlık alanda 
Çiçekler açar envai türde 
Hayatı anlatır yeşillik 
biri solarsa diğeri açmıştır artık

Hiç bir ağacın boyu karın yüksekliğini aşamaz
Ve bilinen bilinmeyen hikayeler yurdudur
Neolitikten çıkıp gelmiştir insanı
tutkundur toprağa da hayvana da 
tabakalarında Şemzinan tütünü 
ve çoğalmayı bekleyen zamanların ezgisidir 
Bir oyundur kanyonlarda saklanmak 
çocuk kalmak 
Peygamberin sesini duymadan onun inanışını yaşarlar
durdurur zamanı 
sormadan sorgulamadan 
yaşarlar…

2-
Kadim zamanlarda dağlar eşkiyaları saklardı
zulalanmış ateşler, demlenmeyi bekleyen çay
kokusu çevreye yayılan benavoklar 
Yanık bir ezgi, insanı alıp götürürdü dağların ardına 
Yıldızlar, esen rüzgar, yaban hayvanları konuk olurdu
geceye
Uzansan tutacak kadar yakın olurdu bulutlar 
karanlık inerdi geceye 
Akşamlar erken geçerdi 
Ve baharda deli dolu yağardı yağmur 
Ve kıssa diz boyu kar inerdi geceye 
bir umuttu yaza çıkmak 
bir hayal yarınları süsleyen 
buralarda yağmurdan daha çok sorular yağardı 
hikmete hakikate dair 
her dağın kapısı bir anlamla buluşur 
mürşidlerine ulaşmaya çalışan müridin direnci olurdu 

Dağlarda insanda, doğa da kardeş olurdu 
bilirdi doğayla savaş olmayacağını 

An olur doğanın hikmetinden sual edilmezdi 
Yaratan da oydu koruyan da 
Bir bütünleşme haliydi yaşamak 
Ve hep aynı olurdu yaşayanlardaki hikmet 
sırt çantalarında yarını bekleyen azık 
bir sırra dönüşürdü yaşamak 
başarmak iklimine girince hayat 
Durmak yanılgı yasatırdı insana 
yürümekse hayatın deyişlerini hatırlatırdı 
yollar ince ince dolana dolana bir düş yolculuğunu 
yaşatırdı 

3-
Dillerde söylenmeyi bekleyen ezgiler 
ve sırtların en sağlam yerine saklanırdı güneşte buluşmanın
zamanı 
Gidenler olurdu ansızın 
vurulanlar 
Ayın ışığı kana yansırdı 
kirpiklerinde kuruyan gözyaşına sarılıp
boşluklar oluşur dolduramazdı kimse 
Ve göçmen kuşların kanatlarında tanınırdı hayat 
uzak, yalnız ve kimsesizlerin yaşadığı kentlere
kuşların göç haritasıyla hesaplanırdı şehirler 
Nehirlerin sesi kaybolurdu
insanların yaptığı eylemlerle
özgürleşirdi zaman,
sınırlanmış zaman 
özgür haykırışlarda… 

İlk görme dokunma ve hissiyatın adımlarını attığımız o zaman; ait olanla buluşma adına daha kaygısız bir yaklaşımın içine itiyordu. Karın göz kamaştırıcı beyazlığı yüzüne sinmiş, elleri kıpkırmızı maneviyatın ısısı yüreğinde, heybetli duruşuyla gölgeliyordu bizi güneşe. Uzun uzadıya bedeni ve sevinçten ışıldayan gözleri dilimizi eşeliyordu. Bir merhaba ile hatırı sayılır diyaloglar ardı ardına sürdü. Sonra mizahın politik ağırlığıyla kahkahalarımız yankılanıyordu Lice’nin kayalıklarına… Sonsuzluk kadar eminim bu kahkahalar bu dağlara ait. Başka bir yerden göç etmedi. Yüzündeki kırışıklıklar yürüdüğü patikalar kadar ince ve eşsiz. Uzun boyunun her karışında dağların yüzüne dokunan bir tebessüm ve yani başında toprak. Toprak avuçlarının içinde. Zaman daralıyordu. Leylak zamanı. Dağların sırtında kayboluyordu güneş usulca. Ve zaman göç kokuyordu. Yağmur toprağa karışıyordu. Baran toprak oluyor ve kokuyordu… Dağlar Baran ve toprak kokuyordu. Yüreği avucunda her bir toprak yeniden filizleniyor ve dağ oluyordu. Öyle ki o topraklarda yaşayan halk, dağ halkı idi.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.