Barış ve demokrasi
Dosya Haberleri —
- Söz söylemek kısıtlanacak, eylem yapmak yasaklanacak, seçmen iradesi hiçe sayılacak, sorun yok barışa odaklanın denilecek. Tecrit en ağır şekilde devam ettirilecek, yine sorun yok barışa odaklanın diye ahkam kesilecek. Bu nasıl bir barıştır ki sözden başlayıp eyleme kadar savaş dili ve argümanları ortalığı kasıp kavuruyor.
CÜNEYT MERCAN
Kimileri ya ayırt edemediklerinden ya da kafa bulandırmak maksadıyla içinde bulunulan ve bir türlü ismi konulamayan sürecin barış süreci olduğunu ve demokratikleşme kapsamadığını izah etmeye çalışıyor. Bunu yaparken de cümlelere kırk takla attırılıyor. Ortada asılı duran haklı sorulara, çelişkilere yanıt üretmek kolay iş değil çünkü. Derin analizlere girenler mi dersiniz, alakasız uluslararası örneklere başvurma mı dersiniz, kırk dereden su getirmek mi dersiniz her yolu deneyenlere rastlıyoruz. "Bu nasıl bir süreç, baskı, zulüm gırla devam ediyor" diyenlere, biraz da üstenci eda ile "Barış ayrı, demokratikleşme ayrı. Pekala demokratik açılım olmadan barış da sağlanabilir" diyerek, siyasal tarihe, sosyolojiye yeni bir açılım kazandırdıklarını sanıyorlar.
O halde sormak gerekiyor, neden barışa ihtiyaç duymuştur? Tabii niyet gerçekten barışsa! Çünkü bir çatışma ve savaş hali söz konusudur. Çatışma ve savaşa sebebiyet veren şey nedir? Ne ile muhatap kalınmıştır ya da ne istenmiştir ki böylesi bir süreç yaşanmıştır? Bu sonuca evrilmeden, sorun olan şeyleri başka yollarla giderebilecek imkan ve koşullar var mıydı? Eğer varsa böylesi bir rejim nasıl adlandırılmalıdır? Tüm kapıların kapalı olduğu, üstüne üstlük sözün, her türlü demokratik eylemin şiddetle bastırıldığı, susturulmak istendiği bir rejim nasıl bir rejimdir? Demokratik koşulların hakim olduğu, demokratik siyasetin kapılarının ardına kadar açık olduğu bir rejimde savaş da şiddette zemin bulamaz. Nasreddin Hoca'nın göle maya çalması gibi bir sonuç üretir. Ama zemin buluyorsa, on yıllardır her türlü saldırıya rağmen etki alanını genişleterek varlığını sürdürüyorsa maya ile sütün birbirini çektiği anlaşılır.
Barış can çekişmektedir
Demokrasi, toplumun doğasıdır. Varlığını ihtiyaçları doğrultusunda özgür iradesi ile sürdürme halidir. Sözlüdür, eylemidir, örgütlülüğüdür, yeri geldiğinde masaya yumruğunu vurmasıdır. Bu doğaya müdahale toplum barışına müdahaledir. Onun yaşam alanını daraltma, iradesini sınırlandırma, sözünü, fikrini elinden alma halidir. Bir sakatlama tutumudur. Bunu yasaklarla, bazen şiddet kullanarak bazen de daha ötesine taşırarak yönelmedir. Özcesi bir savaş halidir. İdeoloji üretim merkezleri ile bunu perdeleme çalışması sonucu değiştirmez. Demokrasiyi çalmak toplumdan ateşi çalmak, onu karanlıkta bırakmak demektir. Anti Prometheusçuluğun da kendisidir. Sonsuz savaş böyle başlamıştır. Prometheuslar bu nedenle eksik olmamışlardır. Demokrasi barışın yeşereceği vahadır. Barışın olduğu ama demokrasinin askıya alındığı bir yerde barışın varlığı bir yanılsamadır. Tarihte buna "güçlünün barışı" denir. Her şey güçlünün elinde, güçlünün insafına terk edilmiş demektir. En iyi haliyle "entübe" "edilmiş yoğun bakımdaki bir barıştan söz edilebilir böyle hallerde. Barış can çekişmektedir.
Demokrasi vazgeçilmezdir
Nefes alıp vermek, kalbin çarpmaya devam etmesi, fiziki anlamda bir canlılık belirtisi olabilir. Ama yaşam belirtisi için bunlar yeterli değildir. Hele de anlamlı bir yaşam için demokrasisiz bir toplum gerçek manada soluk alıp veremez. Yaşam için hava ve su ne denli vazgeçilmez ise toplum yaşamı için demokrasi de o kadar vazgeçilmezdir. Bünyenin kabul etmediğini zorla, hile ile ayar tarak uydurmaya çalışırsan meseleyi hallolmuş görebilirsin ama başka yerde mutlaka patlak verecektir. Toplum doğasına saldırı, bozulma, yozlaşma, şiddetin her türlüsü şeklinde hiç ummadık yerlerde bile su yüzüne vurmaya devam edecektir. Demokratik bilincini, refleksini, kurumlarını yitirmiş toplumların hemen hemen tüm endekslerde en gerilerde olması tesadüf olmasa gerek.
42 numara büyüklüğündeki ayağı 40 numara ayakkabının içine sokmak doğal olana saldırıdır. Onun doğasını hiçe saymaktır. Bunun sonucunda komplikasyonlar kaçınılmazdır. Sadece müdahale edilen bölgede değil, bünyenin tamamına etki edecek bir rahatsızlık, olağan dışılık ortaya çıkacaktır. Ne kadar yalıtmaya çalışırsan çalış bu bozulmanın farklı tonda etkilerinin yayılmasını en fazla geciktirebilirsin, engelleyemezsin. Çözülmemiş Kürt sorununun, Kürdistan'da süren zulmün, çoklu krizler biçiminde Türkiye'nin batı yakasını yıllardır dev dalgalar biçiminde vurmaya devam etmesi tam da bu nedenledir.
Hissedersin sahicidir
Demokrasinin dili eylemse o dilin sözünün kısıtlanması, yasaklanması nasıl bir barış olabilir? Bilebildiğim kadarıyla barış toplumlar nezdinde bayramlarla özdeş görülür, kutlama günleri olarak ele alınır. Şu anda böyle bir bayram havası var mı? Küçük bir umut yeşermesini dahi koparacak uygulamalarla her an karşılaşmıyor muyuz? Buna rağmen birileri öyle buyurdu diye barış mı diyeceğiz bu sürece? Barış her şeyden önce hissedilen bir şeydir. Havasız kalan birinin nefes almaya başlaması gibi, 42 numara büyüklüğündeki ayağın 40 numaralı ayakkabıdan kurtulması gibi. Hiç kimse söylemese de hissedersin yani. O nedenle sahicidir. Söze, eyleme, ruha, gülüşe dokunur. Yaşamı yeniden baharla buluşturur. Bunların olmadığını aksine tezat teşkil eden uygulama ve söylemlerle karşılaşıldığını söyleyenler haklı olarak soruyor, soracak. Kuşku duyuyor, duyacak. Temkinliliğin, şüphenin, hatta inançsızlığın sebebi sözü edilen “barışın" hissedilmiyor oluşudur. Oksijen varsa vardır, söylensin ya da söylenmesin hissedilmesi varlığına en büyük kanıttır.
Demokrasisiz barış nasıl olacak? Bu nedenle haklı ve isabetli bir sorudur." "Olur olur. Siz barış'a odaklanın" türünden yanıtlar ciddiyetsizlik, yüzeysellik değilse bilinçli bir maniple manipülatörlüktür.
Savaş dili...
Söz söylemek kısıtlanacak, sorun yok, barışa odaklanın denilecek. Eylem yapmak yasaklanacak, aynı şey tekrar edilecek. Seçmen iradesi hiçe sayılacak, benzer şey söylenecek. Hapishaneler dolup taşacak, tecrit en ağır şekilde devam ettirilecek, yine sorun yok barışa odaklanın diye ahkam kesilecek. Askeri operasyonlar, suikastler devam edecek ama barışıyoruz olacak öyle mi? Barışa odaklanın denilecek ama habire barış dili yerine nefret ve düşmanlık üreten ırkçı bir dil kullanmaya devam edilecek. Halaylar ve türküler bile yasaklanacak, hasta tutsaklar teker teker ölüme terk edilecek ve bizler barışıyor olacağız, öyle mi? Bir de tüm çelişkilerle dolu tabloya "Kürt’ü sevmeyen Türk, Türk değildir" repliği eşlik edecek! İnsanın "sevginin böylesinden Allah korusun" diyesi geliyor. Bu nasıl bir sevgidir ki sonuçları acı, nefret, zülüm ve ölüm üretiyor. Bu nasıl bir barıştır ki sözden başlayıp eyleme kadar savaş dili ve argümanları ortalığı kasıp kavuruyor.
Ve bir de buna inanmamız bekleniyor, öyle mi?
Barış da demokrasi de inanılacak bir şey olmaktan öte hissedilecek bir durumdur. Birbirinden koparamazsınız. Demokrasi işlemezse barış olmaz, yaşayamaz, hissedilemez yani. Tıpkı pedal çevrilmeden bisikletin ayakta duramaması gibi. Tüm bu yaşatılanlara rağmen hala "Barış'a odaklanın, demokrasiyi kafaya takmayın" diyenleri okudukça insan ister istemez Aziz Nesin'in meşhur "Du bakali ne olacak?” başlıklı kara mizah öyküsünü hatırlatıyor. Okumamış olan ya da okumuş da unutmuş olanlar var ise tekrar göz atmalarını önerelim.
Yok, eğer ortak vatan yaklaşımından vazgeçiyor ve "evli evine köylü köyüne" denilip öyle bir barış tasarlanıyorsa onu da açık söyleyin ki bilelim. Demokrasi ve barış diyalektiğine boşuna haksızlık etmeyelim.