Bedenleri tutsak, ruhları özgürdü 

Dosya Haberleri —

Cezaevi

Cezaevi

Uluslararası Komplo’yu zindanlarda karşılayan PKK ve PAJK’lı tutsakların yalnızca iradeleri vardı

  • Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a dönük Uluslararası Komplo’nun üzerinden 26 yıl geçse de o süreçte Türkiye ve Kuzey Kürdistan zindanlarındaki direniş, süresiz-süreli açlık grevleri tarihte derin izler bıraktı. Tutsakların, “Güneşimizi Karartamazsınız" eylemleri döneminde zindanda olan Şemsettin Özer ve Musa Kaya’yla konuştuk.
  • Musa Kaya: "Tutsak Kürtlerin Önder Apo ile çok farklı bir bağları vardır. Bu bağ Önder Apo cezaevine girmeden de mevcuttu. Önder Apo'nun çıkışı esir bir halkın kurtuluş, umudu oldu. Önder Apo ile ilgili her haber zindanlarda iki misli dikkatle değerlendirilir, ölçülüp biçilir ve hassasiyet gösterilirdi. Bu durum bugün de devam ediyor."
  • Şemsettin Özer: "Zindanda Mazlumların ve Kemallerin ruhu hep diriydi. Bu ruh 9 Ekim’de Halit Heval’in şahsında yeniden vücut buldu. O ateş zindanlarda, halkta ve dağda yankısını buldu; umut ışığı oldu. Önderlik buna “Kemal Pir ruhu” dedi. Önderlik yeni paradigmasıyla hem işbirlikçileri hem de komplocuları hayal kırıklığına uğrattı.

OSMAN KAPAN

İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi'nde tutulan ve 44 ayı aşkın bir süredir kendisinden haber alınamayan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a dönük uluslararası komplonun üzerinden 26 yıl geçti. Abdullah Öcalan'ın 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye'den çıkışıyla başlayan süreç 15 Şubat 1999’da Türkiye'ye getirilmesiyle devam etti. Komplo sürecinin başlatılmasıyla dünyanın dört bir yanından eylemler yükseldi. Nitekim bu eylemlerin en güçlüsü yine cezaevlerinde yaşandı. Süresiz-süreli açlık grevleri ile tutsaklar, “Güneşimizi Karartamazsınız" eylemlerine başladı, birçok tutsak, bedenini ateşe verdi.

9 Ekim komplosunu o dönemde zindanda olan Şemsettin Özer ve Musa Kaya’yla konuştuk. İkisi de 30 yılını zindanda geçirmiş, zindanın karanlığında o döneme tanıklık etmiş. Şemsettin Özer mücadelenin sıcak alanında esir düşmüş, zindanı da bir mücadele alanı olarak algılayıp direnişine devam etmiş. Yıllardır gırtlak kanseri ile mücadele eden Özer, “bir kaç aya ölür” denilirken 30 yılını Türk zindanlarında geçirdi. Bırakılması ardınan da ısrarla çalışmaya kaldığı yerden devam edenlerden. Musa Kaya’nın hikayesi de benzer. Mücadelenin en sıcak olduğu dönemlerde zindana girmiş, mücadele için mekanın fark etmediğinin bilinciyle hareket etmiş. İlerleyen hastalıklarından dolayı 30 yıla birkaç ay kala tahliye olmuş, ama o “Ben düşmanın beklentilerini ölmeyerek bir kez daha boşa çıkaracağım” diyerek mücadeleye sarılmış. Bu iki direnişçiye 9 Ekimi sorduk, onlar yanıtladı.

 

Komployla amaçlanan neydi? Büyük Ortadoğu Projesi’yle (BOP) nasıl bir bağlantı kurabiliriz?

Şemsettin Özer: BOP, yerli işbirlikçiler eliyle, kadim Ortadoğu’yu kaos merkezi haline getirmeyi amaçladı. Önündeki tek engel olarak da Önderlik görüldü. Ancak sorun sadece kapitalizmin BOP projesini hayata geçirmek için Önderliği engel olarak görmesi değildi, BOP sadece görünen yüzdü. Asıl mesele tarihsel, ideolojik ve felsefi boyutlarda düşünülmelidir. 9 Ekim komplosu daha küresel bir meseleydi. Bu yüzden Önderlik, bunu ‘Uluslararası Komplo' olarak tarif etti. Önderliğin yarattığı özgürlük felsefesinin önce Kürtlerde, sonra Ortadoğu’da ve giderek tüm dünyada yankı bulması, kapitalist modernitenin çıkarlarına ters düştü. Önder Apo’nun açığa çıkardığı Kürt bilinci modernite tarafından tehlike olarak görüldü. Ancak kapitalizmin öngöremediği ya da anlayamadığı şey, geçmişte Kürt hareketlerinin önderlerinin başına gelenlerin Önderliğe de uygulanabileceği yanılgısıydı. Düşmanlarımız, Önderliğin sadece bir kişi değil, bir felsefe olduğunu hesap edememişlerdi. Böyle bir bilinç dağılmaz; kendini sürekli yenileyerek gelişir. Sonuç olarak, Özgürlük Hareketi’nin bugünkü aşaması bu gerçeği kanıtlamıştır.

 

Komplo sürecinde cezaevindeydiniz. O günlerde cezaevindeki durum, tutsakların yaklaşımı nasıldı?

Musa Kaya: Öncelikle Önder Apo şahsında zindanlarda direnen tüm yoldaşları saygıyla selamlıyorum. Tutsak Kürtlerin Önder Apo ile çok farklı bir bağları vardır. Bu bağ Önder Apo cezaevine girmeden de mevcuttu. Önder Apo'nun çıkışı esir bir halkın kurtuluşu, umudu oldu. Önder Apo ile ilgili her haber zindanlarda iki misli dikkatle değerlendirilir, ölçülüp biçilir ve hassasiyet gösterilirdi. Bu durum bugün de devam ediyor.

Her halkın tarihinde dönüm noktaları vardır ve bu noktalar o halkların kaderinde rol oynar. Biz Kürtler için de 9 Ekim Komplosu böyle bir dönüm noktasıdır. Üzülerek söyleyebilirim ki bu önemli dönüm noktası zamanında anlaşılmamış, yeterli tedbir alınmamış, Önder Apo'nun deyimiyle yetersiz yoldaşlık durumu ortaya çıkmıştır. Fakat zindanlarda tam tersi bir durum yaşanmıştır. Bunu o dönem zindanda olduğum için söylemiyorum, hakikat bu. Önder Apo da bu durumu şöyle ifade etmişti: “Cezaevlerindeki arkadaşlar durumun vahametini anlamış, cayır cayır kendilerini yakarken dışarıda benden sonrasının hesapları yapılıyordu.”

Komplonun tutsak yoldaşlar tarafından erkenden fark edilmesinde elbette Mehmet Halit Oral arkadasın şehadetinin çok büyük etkisi var. Halit arkadaş, komplonun başladığı gün yani 9 Ekim günü, komplonun tehlikesini belirterek eylemini ortaya koymuştu. Halit arkadaş, bu eylemiyle komployu durduramayacağını biliyordu ancak Önder Apo'nun yoldaşlarını ve Kürt halkını uyarmayı, uyandırmayı amaçladı. Evet, zindanlar komployu zamanında fark etmişti, tehlikeyi görmüştü ama yapacakları çok da bir şey yoktu. Sonuçta bedenleri tutsaktı ve ellerinden çok az şey geliyordu. Komploya karşı yalnızca bedenlerini barikat yapabilirlerdi. Nitekim öyle de oldu. Bir kısmımız süresiz, bir kısmımız dönüşümlü açlık grevine girdik. Ancak en keskin eylemler “Güneşimizi Karartamazsınız” diyerek bedenlerini ateşe veren arkadaşların eylemleri oldu. Benim bulunduğum Erzurum Cezaevi’nde de üç arkadaş, bedenini ateşe verdi. İki arkadaş, yaralı olarak kurtarılırken Mirza Sevimli arkadaş yani Heval Hebûn şehadete ulaştı.

Öcalan ve onun şahsında Kürt hareketini tasfiye etme çabasıyla nasıl bir Kürt politikası ve Ortadoğu hedefleniyordu?

Şemsettin Özer: Önderlik şahsında Özgürlük Hareketi tasfiye edilmiş olsaydı bugün bir Kürt coğrafyasından söz edemezdik. Öyle ki Kürt işbirlikçiler dahi kalmazdı. Özgürlük Hareketi yenilseydi bırakalım uluslararası güçlerin BOP projesini hayata geçirmesini, teslim alınmış bir insanlık olacaktı. Önderliğin yaratmış olduğu ideoloji ve İmralı süreciyle pekişen özgürlük paradigması, komplocuların hayallerini kursaklarında bıraktı. Önderlik, yıllar öncesinden kapitalizmin özünü kaos kavramıyla tanımlamıştı. Kapitalizmin 9 Ekim komplosuyla hedeflediği, kaosu daha da derinleştirmekti. Önderlik sürekli şunu diyordu: “9 Ekim komplosu, benim şahsımda kadınları, Kürtleri ve tüm halkları teslim almak ya da köleleştirmektir.” Mesele tam olarak buydu.

Özgürlük Hareketi’nin birçok inişli çıkışlı dönemi olsa da, bu zorlukları her zaman başarıya dönüştürmeyi bilmiştir. 9 Ekim, Önderliği, “modern zamanların” teslimiyet projesi olarak hedef aldı. Tarihi incelediğimizde, egemenlerin kendi çelişkilerini bir kenara bırakıp bir Özgürlük Hareketi’ne karşı birleştiği başka bir örnek yoktur. 9 Ekim komplosu, bu anlamda tüm modern komplo projelerinin en ileri düzeyde olanıdır.

Sömürgeci ile yerli işbirlikçisi arasında ayrım yapma zorunluluğu, bu süreçte önemli bir yere sahiptir. Yerel işbirlikçiler aracılığıyla halkın kontrol altında tutulduğu, bu işbirlikçilerin ise sömürgeci yapının parçası haline geldiği bir durum söz konusudur. Önderlik, bu anlayışı Kürdistan'da yerle bir etmiştir. Kürt işbirlikçilerinin Önderliğe düşmanlığının nedeni de budur. Sömürgecilik kültürünün sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal ve kültürel bir işgal olduğu gerçeği, Önderlik tarafından daha Ankara sürecinde çözümlenmiştir. Özgürlük Hareketi’yle birlikte bu yapı çözülmeye başlamış ve komploların tarihsel temelleri bu süreçte atılmıştır. Evet, Önderlik hakikatin bir takipçisidir. 9 Ekim komplosu, dinci, şovenist, eril zihniyetin ve modernitenin alçak temsilcilerinin, dünyayı daha rahat zulmetmek ve sömürmek için tasarladığı bir projeydi. Önderlik öncesi Kürdistan'da, bir avuç azınlık tarafından yaratılan kölelik sistemi, Kürt bilincini köreltmeyi başarmıştı.

 

“Güneşimizi Karartamazsınız” eylemleri ve bunun halka yansıması gerilla, halk ve zindan direnişine nasıl bir ivme kazandırdı?

Şemsettin Özer: Zindanda Mazlumların ve Kemallerin ruhu hep diriydi. Bu ruh 9 Ekim’de Halit Heval’in şahsında yeniden vücut buldu. O ateş zindanlarda, halkta ve dağda yankısını buldu; umut ışığı oldu. Elbette, hiç kimse yurtsever halkımız da dahil, Önderliğin esir düşeceğini hayal edemiyordu. Ne duygu ne de düşünce olarak böyle bir ihtimali kabul edebiliyorduk. Ancak, hayat ve zaman bazen yanıltıcı olabilir, yine de devrimci ruh sarsılmaz. Önderlik buna “Kemal Pir ruhu” dedi.

İşte o dönemde, uluslararası komployla birlikte iki çizgi ortaya çıktı. Birinci çizgi, Kemal Pir çizgisi oldu, bu tüm eksiklerimize rağmen hareketin devrimci çizgisine sarılmaktı. İkinci çizgi ise yıllarca kendini gizleyen Şenercilik anlayışıydı. Kısacası, o dönemde herkes “bu son isyan” demeye başlamışken, Önderlik yeni paradigmasıyla hem işbirlikçileri hem de komplocuları hayal kırıklığına uğrattı.

İçeride olmanın getirdiği kısıtlamalar ve reflekslerimizin ideolojik olmaktan çıkıp duygusal tepkilere dayalı hale gelmesi nedeniyle, uzun bir süre Önderliğin değişim paradigmasına entegre olamadık ve kavrayamadık. Sadece duygusal bağlarla hareket ettik. Bu da, yaratıcı ve dolu bir şekilde Önderliğin yoldaşı olmamızı engelledi. Anladık ki, Önderlik felsefesi sadece inançla başarılı olmuyor; Önderlik felsefesi, inanç ile hayali, hayal ile bilimi, bilim ile diyalektik bilinci bir bütün olarak görmektedir. Yıllarca reel sosyalizm klasikleri üzerinde eğitim görmüş ve okumuş bizler için yeni paradigmayı kavraması da kolay olmadı. Ama Önderliğe, harekete bağlılık sayesinde geç de olsa paradigmayı kavradık. Cezaevinde yıllarca bunun özeleştirisini verdik, ancak tam anlamıyla yaratıcı bir militan, özgürlük bilincine sahip bir kadro olma kişiliğini geliştiremedik. Evet, Önderlik “yetersiz yoldaşlık” diyordu; 9 Ekim komplosu kesinlikle bu yetersizliğimizden yararlanmıştır.

 

Uluslararası Komplo’nun Abdullah Öcalan’ın esaretiyle sonuçlanmasının ardından cezaevlerinde neler yaşandı?

Musa Kaya: Önder Apo'nun Avrupa'ya çıktığı ilk günlerde hem bizim taraftan hem komplocuların tarafından gelen tüm haber, yorum ve değerlendirmeleri dinliyor, ciddiyetle değerlendiriyorduk. Sürekli bir tartışma, görüş alışverişi vardı. O zaman dışarıda bizim cenahtan çok abartılı, olumlu değerlendirmeler yapılıyordu. Bunun bir komplo olmasından ziyade sanki bilinçli, planlı ve Önder Apo'nun inisiyatifinde gelişen bir durum olduğu söyleniyordu. “Ankara'da Önder Apo ile örgüt olduk, Kürdistan'a çıkısıyla parti olduk, Ortadoğu’ya çıkışla ordulaştık, Avrupa çıkısıyla devletleşeceğiz” ya da “Önder Apo'nun Ortadoğu ve Kürdistan devrimini Avrupa'ya taşıracağı” gibi söylemler gelişiyordu. Bu değerlendirmeler cezaevlerinde hemen hemen hiç kaale alınmadı. Özellikle Halit arkadaşın eyleminden sonra durumun böyle olmadığı, çok tehlikeli bir süreçte olduğumuz anlaşıldı. Komplonun esaretle sonuçlanmasından sonra bu sefer de çok tersi yönde, son derece olumsuz bir rüzgar esmeye başladı dışarıda. Kürtlerin deyimiyle 'berdiberdan’ durumu ortaya çıktı. “Önderlik esir alındı, artık her şey bitti” havası oluştu. Bu çok acı vericiydi. Bir süre sonra en azından benim bulunduğum cezaevinde dışarıdan gelen değerlendirmelere kulaklarımızı tıkadık ve tamamen Önder Apo ve onun durumuna odaklanma hali gelişti.

Bu esaret cezaevlerinde ciddi bir öfkeye yol açtı. Çok daha yoğun eylemler gelişebilirdi fakat Önder Apo kendini yakma eylemleri konusunda çok ciddi ve ısrarlı tavır koyunca bu eylemlere son verildi. Bunun yerine Önder Apo'yu ve onun başlattığı yeni düşünsel değişimi kavramaya yoğunlaştık. Elbette bunun istenilen düzeyde olduğunu söyleyemeyiz ama zindan yapısında çok ciddi değişimler yarattığını söyleyebilirim. Elbette tek tük düşmeler oldu ama bu komplo ile ilgili değildi. Öteden beri düşüşler yaşanıyordu. Komplo sürecinde çok ciddi bir kenetlenme durumu gelişti ve bu durum hala devam ediyor. Dikkat edilirse yıllardır Önder Apo üzerindeki tecrit cezaevlerinde süreklilik arz eden bir eylemlilikle karşılanıyor. Belki dışarıda çok fazla yankısı olmuyor ama zindanlar hiç bıkmadan sürekli bir eylem halinde. Belki bu aşamada çok fazla fiili sonuç doğurmuyor ama eylemler tutsak kitlesi üzerinde manevi ve ahlaki bir etki yaratıyor. Bu eylemler bir nevi zindan kitlesinin Önder Apo'yla bütünleşme eylemlerine dönüşmüş durumda.

 

Mirze Sevimli (sağdaki) 27 Ekim 1998'de Erzurum Cezaevi'nde şehit düştü

O dönemin atmosferinin, tutsaklarda yarattığı duygu neydi?

Şemsettin Özer: 9 Ekim'den bir gün önce “Önderlik esir düşer mi?” diye bir soru sorulsaydı, kıyameti koparırdık. Ama sabah uyandığımızda, asla hayal bile edemediğimiz bir senaryo gerçekleşmişti. 9 Ekim biz militanlar için hayatımızın en zor anıydı. O günü anlatmak ne düşüncelerle ne de duygularla ifade edilebilir; tarif etmek zor. Hala o anın derin izlerini taşıyoruz. Bir diğer yandan da o anı yaşamadan, Önderliğin felsefesini geliştiremezdik ya da hareketin yaratıcı militanları olamazdık. 9 Ekim, hafızamızda her zaman taze bir yara olarak kalacak.

O gün içerde olmak ve hiçbir şey yapamamak daha da zorlayıcıydı. Sadece çıplak bedenlerimiz vardı. Komployu duyar duymaz, hiçbir talimat beklemeden, binlerce özgürlük tutsağının ölüm orucuna yatması ve yüzlerce arkadaşımızın bedenini ateşe vermesi, insanlık tarihinde bir ilkti. Bu, sadece Kürt tarihinde değil, insanlık tarihinde de bir direnişin sembolü haline gelmiştir. Dönemin Amerika Dışişleri Bakanı Madeleine Albright'ın “Böyle bir şeyi beklemiyorduk” sözü de bu direnişin ruhunu kanıtlar niteliktedir.

Nitekim, 9 Ekim Komplosu unutulmayacak bir olaydır. Ancak modern kapitalizm de hedefine ulaşamayacaktır. Hakikat karşısında daima tedirgin olacaktır. Son olarak belirtelim ki, Uluslararası Komplo, Özgürlük Hareketi'nin yarattığı tarihsel değişim karşısında başarısız olduğu için hâlâ devam etmektedir.

Aslında komplocuların taktiklerini bozan şey, Önderliğin yarattığı özgürlük sosyolojisinin kapitalist modernite tarafından tahayyül edilememesidir. “Teslimiyet ihanete, direniş özgürlüğe götürür” ilkesiyle köleliğe karşı direnen Apocu felsefe ve ruhun gelişimidir. 9 Ekim, özgürlüğe bağlı olanlar için büyük bir sarsıntı ve acı bir deneyimdir fakat modernite açısından bu, kapitalist zihniyetin sonunun başlangıcıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.