Benim kaynağım insandır

Dosya Haberleri —

Firaz Baran

Firaz Baran

  • Her köyün parmak izi farklıdır. Köylerimizin 20. yüzyılın başında ya da ondan önceki serhildanlarda rolleri vardır, bunların kayıt altına alınması gerekir. 1984-1999 arasında boşalan köylüler nereye göç ettiler? İstanbul’a, Adana’ya, Mersin’e, Antalya’ya, Aydın’a ya da Avrupa’ya göç ettiler hafızalarıyla birlikte.

REWŞAN DENİZ

Firaz Baran bir araştırmacı olarak Kürtlerin Avrupa’daki uzun soluklu mücadelesini farklı yönleriyle kayıt altına alıyor. Bu kimi zaman bir şarkının hikayesi, kimi zaman bir gazetenin ortaya çıkış serüveni oluyor. Avrupa’daki yurtsever halkın çalışmalarını yakından tanıdığı Firaz Baran, özellikle 2010’dan itibaren Pazarcık-Elbistan hattındaki halkın adeta hafıza işçiliğini yapıyor. 10 sayı çıkan Pazarcık gazetesiyle bu sahaya güçlü bir giriş yapan Firaz Baran sonrasında ziyaretlerden tutalım mutfağına kadar Pazarcık-Elbistan Kürtlerinin kültürünü, inançlarını, göç hikayelerini anlatan çok sayıda kitaba imza attı. Siyasi nedenlerle ayrıldığı ve bir daha dönemediği ülkesini adeta sürgünde yeniden buldu, yarattı. ''Benim kaynağım insandır'' diyen Firaz Baran ile Pazarcık-Elbistan Kürtleri üzerine çalışmalarını konuştuk.     

 

 

 

Sen araştırmalarında kendine nasıl bir sınır belirliyorsun? Mesela Maraş Kürtleri mi diyorsun veya Fırat Kürt Alevileri mi? Hangi bölgeler senin inanç ve folklor boyutuyla ilgi alanına giriyor?

Benim araştırma alanım köylerdir, beni köyler ilgilendiriyor. Neden ilgilendiriyor? Türkiye devleti 1984-1999 arasında 4 bin köyümüzü yaktı, yıktı, boşalttı. Saddam döneminde 5 bin köyümüz yakıldı. İçme sularına zehir atıldı, üzeri çimento ile kapatıldı. 80-88 arasında İran da bin köyü kaybetti. 20. yüzyılda Şeyh Sait, Dersim ve Koçgirî sırasında yakılan köylere hiç girmiyorum. Biz ağırlıklı köy toplumuyuz. Değerlerimiz, stranlarımız, ağıtlarımız, inanç değerlerimiz hepsi köylerdedir. Şöyle söyleyeyim köyler boşaldığı zaman ne oluyor göç ediyoruz. Göç ederken sadece fiziğimiz değil hafızamız da göç ediyor. O hafızayı kayıt altına almazsak Kürdistan’ın hafızası kaybolacak çünkü Kürtler ağırlıklı köy toplumudur. Bir örnek vereyim Şırnak’ta, Hakkari’de yakılan bir köyü örnek verelim her köyün şehitleri ayrıdır, mahpusları, gazileri ayrıdır. Her köyün inanç değerleri ayrıdır. Eğer Sünni ise belki o köyde şeyh ailesi vardır, o şeyh ailesine ilişkin anlatılacak onlarca hikayesi vardır o köylülerin. Eğer Aleviyse belki o köyde bir ziyaret vardır, bir evliya vardır onun üzerine anlatılan onlarca hikaye vardır. Bunların kaydedilmesi lazım. Her köyün mevki ismi ayrıdır, ağıtları ayrıdır. Tek şehitler üzerine ağıt yakılmıyor, sosyal olaylar üzerine de çok ağıtlarlarımız vardır. Diyelim bir anne genç yaşta doğum yaparken ölüyor o annenin ağıdı vardır. Her köyün parmak izi farklıdır. Köylerimizin 20. yüzyılın başında ya da ondan önceki serhildanlarda rolleri vardır, bunların kayıt altına alınması gerekir. 1984-1999 arasında boşalan köylüler nereye göç ettiler? İstanbul’a, Adana’ya, Mersin’e, Antalya’ya, Aydın’a ya da Avrupa’ya göç ettiler hafızalarıyla birlikte.

Göçten bahsetmişken Maraş Kürtleri ne zamandan itibaren yoğun bir göç dalgası vermeye başladı?

Bizim Pazarcık ve Elbistan’da 1960’larda iç göç oldu Antep’e, Maraş’a, İstanbul’a, Karadeniz’e göçler oldu. Bunun yanında işçi olarak da çok az bir nüfus Avrupa’ya geldi. 1973’ten sonra da öğrenci olarak gelmeye başlayanlar oldu. 78 Maraş Katliamı, 79 sıkıyönetim, 80 darbesinden sonra da politik mülteci olarak Avrupa’ya geldik. Özellikle 80-90 arasında devletin de yönlendirmesiyle yeter ki çıksınlar, burayı boşaltsınlar düşüncesiyle devlet Pazarcık ve Elbistan’daki herkese pasaport veriyordu. 90-97 arasında devlet tekrardan bir boşaltma stratejisi güttü çünkü 91 ve 92’de Pazarcık ve Elbistan’da gerilla mücadelesi yükseldi. Geçler yurtsever oldular, gerillaya katıldılar, milis oldular. Elbistan özellikle Botan gibi oldu adeta. Çünkü Elbistan’da 5 tane dağ var her biri 3 bin metrenin üzerinde. Devlet de bunu gördü ekonomik ve siyasi baskıları arttırdı, yaylaları yasakladı; sadece Pazarcık’ın 150 yaylası, 300 bin koyunu vardı. Antep’in kurbanlarının yüzde 70’i Pazarcık’tan gidiyordu. Devlet insanları tutukladı, hapse attıkları oldu, ailelere baskı yaptı ki çocukları Avrupa’ya göndersinler. 93’te de yaylaları yasakladı, yaylalar yasaklanınca insanlar 300 bin koyunu nasıl beslesinler? Ahırda beslesen altından kalkamazsın. Onun için koyunlarını mecburen satmak zorunda kaldılar, koyunlarını satanların çocuklarının çoğu da Avrupa’ya gelmek zorunda kaldı. Köyde öyledir ya çiftçisin ya da hayvancılıkla uğraşıyorsun ek işler fazla yoktu maalesef. Bizi göçertme politikasına tabii tuttu devlet bu yönetmelerle. Günümüzde  Pazarcık ve Elbistanlılar Avrupa ve Kanada’da 300 bin nüfusa sahipler. Köylerimizin çoğu boşaldı, bir yaşlımızın tabiriyle 'pezê me li gund e, berxê me li derve ne' (Koyunlar köyde, kuzular dışarıda). Ama o koyunların hepsi de 80-90 yaşındalar. 10 yıl sonra anne babalarımızın çoğunu kaybetmiş olacağız. Pazarcık ve Elbistan’da bizim için olumlu olan bir taraf tapuların yüzde 80’i halen bizim elimizdedir. Onu korumamız gerekiyor. Neyin tapusu tarla, bağ, bahçe, mera, yayla vs. tapuları, bunları korumamız gerekiyor. Köylerimiz boşaldı ama onları elimizde tutmamız gerekiyor. 

Ben de köylerin mevki isimlerini, ziyaretlerin, evliyalarını, dengbêjlerini, ağıtlarını, şehitlerini mahpuslarını, gazilerini Avrupa’ya göç hikayelerini bütün bunları yazmaya çalıştım.

 

 

 

Sen sürgündesin bunları yazarken. Bunun iki tarafı var, birincisi serbest çalışabiliyorsun, evine baskın yapılma, arşivine el konulma tehlikesi yok. Fakat öte yandan ülkeye gidemiyorsun, o köyleri gezemiyorsun? Bu durumu nasıl değerlendiriyorsun?

Benim ana kaynağım insanlardır. Ben sizin köyün ziyaretine geliyorum sana soruyorum. Sen bildiklerini anlatıyorsun, başka kim bilir diyorsun şu kişi bilir. Onun yanına da gidiyorum. Sen diyorsun benim annem çok iyi bilir anneyi beraber arıyoruz. Böyle yaparak önce ne yaptım köylerimizin Kürtçe isim listesini çıkardım. Mesela Pazarcık’ta 180 Kürt köyü var. Ama devlet hepsinin Kürtçe isimlerini zaten yazmıyor, 180 tane de muhtarlık yok 64 tane muhtarlık var. Hepsi Türkçe halbuki Tilkiler bir muhtarlıktır resmiyette. Tilkiler 37 köydür. Ben 37’sini ayrı ayrı yazdım. Yaylarımızın Kürtçe ismini yazdım 150 tane. Mevki isimlerini yazdım Pazarcık ve Elbistan’da 12 bin tane Kürtçe mevki ismi yazdım. Mevki isimleri neden önemlidir. Mevki isimlerinden o bölgenin sosyolojisini öğrenebilirsin, arkeolojik alanlarını öğrenebilirsin. Mesela biri diyor ki bizim köyde 6 tane taştan mağara var yan yana. Ben gidip bu mağarada bir şey bulamam ne yaparım bir arkeologa veririm ya da bir antropologa veririm onlar gidip bakabilir. Benim araştırmalarım farklı disiplinlerde araştırma yapmak isteyenlere bir kaynak olabilir çünkü ben yazılı hale getiriyorum. 

Peki ülkeye gidememek senin bir araştırmacı olarak elini zayıflatmıyor mu?

Tabii ki ben orada olsaydım, bana anlatılan yerleri kendi gözümle görseydim daha farklı yazardım. Ama orada olup yapmayanlar da var. Ben köye gitsem de bunları anlatacak insanlar da yok ki, Avrupa’da hepsi, o hafıza Avrupa’da. Böyle bir avantajım da var. Dersim’de o kadar köy yakıldı o köylerin çoğu boş, hala yasak bölgedir. Sen o köylere gitsen de kimseleri bulamazsın. Ben ne yaptım? Dersim’de boşaltılan köylerden 20 tanesinden 180 tane ziyareti yazdım. Kimisinin iki sayfa kimisinin 10 sayfa tanıtımını yaptım. O köylerde geçmişte yaşamış olan ermişleri anlattım. Yaşamının yitirmiş pirleri anlattım. Avrupa’da tanıdım onları, gördüm, onlar kendi köylerinin inanç değerlerini, mevki isimlerini anlattılar. 

Mesela insanlar küçümseyebilir ama şunu söylemek istiyorum Kürdistan’da lakap kültürü kayboluyor. Peki her köyde hepimizin bir lakabı vardı artık lakaplarımız yok oluyor kimse birbirine lakap takmıyor. Halbuki kadimden gelen bir kültürdür. Şöyle herkes kendi köyünü düşünsün, herkesin bir lakabı vardır. Her lakap Kürtçeyi koruyordu ve her lakabın anlamı vardı. O insanın özelliğine göre yaptığı güzel veya enterasan işe göre bir lakap veriliyordu. Bu lakaplarımızdan kaç tanesini kayıt altına almışız. Bunları kayıt altına almazsak on binlerce otantik isimden mahrum kalacağız. Avrupa’da da bir Kürdistan var. Her şehirden, her aşiretten insanımız Avrupa’da var. Biglilerimiz, belleğimiz kayboluyor. Bir arkadaş dolaşsa bir ayda 1000 tane lakap bulur. Ben 2009’dan günümüze nasıl yaşadım üç gün çalıştım üç gün araştırma yaptım. Büyük bir mirasımız hala köylerde saklıdır, koruma altındadır. Araştırmacılar köylere gitmeli. Türkiye devleti 4 bin köyümüzü yaktı, kaç tane köyümüzün hikayesini yazdık.

 

 

 

Araştırmaların için farklı ülkelerde yaşayan belki yüzlerce Maraşlı Kürt Alevi ailenin evini, dükkanını ziyaret ettin. Onlardan bir yemeğin tarifini istediğinde veya bir ziyareti anlatmalarını istediğinde tepkileri nasıl oluyordu?

Pazarcık gazetesini insanlar çok sahiplenmişlerdi. Çünkü ben mevkilerin hikayelerini yazıyordum, şehitleri yazıyordum, dağları, yaylaları, göç hikayelerini yazıyordum. Gazete güzel ve temiz çıkıyordu. İnsanlar da bunu görünce hem mutlu oluyorlardı hem de sahipleniyorlardı. Mesela o zaman Mirhem Yiğit bana “Firaz sen ne yaptığının farkında değilsin” demişti. Ondan sonra Ozan Eylemi var, bir pir ailesindendir, 13 kuzeni 12 Eylül’de tutuklandı. Ailece büyük işkence gördüler. Ozan Eylemi benim üzerime şiir yazdı. Mesela benim eşimin ablası Pazarcık’ta kalıyor, köyde kalıyor. Benim Pazarcık kitabımı okudu bana şunu söylüyor “Ben burda yaşıyorum, yaşım 50, bilmediğim şeyleri senin kitabında öğrendim. Pazarcık ne kadar değerli bir yermiş, ben bu kadar bilmiyordum.” Çok önemsediğim bir tepki de Dersimli bir aileden gelmişti. Dersim ziyaretlerini araştırmak için çok Dersimli yaşadığı için Rüsselsheim’a gittim. Tren istasyonunda indim hemen orada bir döner dükkanı var. Sahibi Dersimli bir çift çıktı, kendimi tanıttım, çalışmalarımı gösterdim. Dedim ben Dersim’in ziyaretleri üzerine araştırma yapıyorum. Sizin köyde ziyaretler var mı diye sordum. Kadın arkadaş dedi ki, 'Firaz arkadaş artık  her şey internette var, sen kendini yoruyorsun’ dedi. Ben de  ‘sizin köy hangisiyle vuralım internete, ziyaretler tanıtılmışsa ben artık yazmayacağım’ dedim. İnternete girdi yok. Bir fotoğraf bile yoktu. Sonra arkadaşın annesini aradık bize 5 ziyaretin ayrıntılı tanıtımını yaptı. Ben sonra bu ziyaretler üzerine yazdım. Yazıyı arkadaşa da gönderdim, nerdeyse sevinçten ağlayacaktı telefonda. Bunlar bizim maneviyatımızdır, bir köyde yakılan bir ağaç senin maneviyatındır. Senin toplumsal kodlarını şekillendiren onlardır. Bir halaydır, bir ağıttır, köyde yaşanmış bir acı bi olaydır, bir gerilla cenazesinin halk üzerindeki yarattığı etkidir. Maneviyatımızı bu değerler doyurur.

Sizin o bölgenin mesela Kürtçe çîrok, meselok vb. gibi sözlü edebiyat ürünlerini kayıt altına alan çalışmalar var mı?

Bizim o bölge için söyleyeyim ben ziyaretleri, mevki isimlerini ağırlıkta yazdım. Mehmet Kömür bizim bilmece, atasözleri, ağıtlarımızı yazdı. İstanbul Kürt Enstitüsü’nden Taw Dilo adında bir kitap çıkardı. Ondan sonra 5-6 tane daha kitap çıkardı. Çok önemli çalışmalara imza attı. Mazlum Doxan’ın bizim oranın Kürtçesi üzerine araştırmaları var. Mazlum Soranî ve okul Kürtçesini de çok iyi biliyor. Aziz Tunç da Maraş Katliamı üzerine üç kitap yazdı. Bir de Alî Alxasi var onun da Ji Meraşê Xeberek Hat kitabı var. Orada 111 tane Maraşlı sanatçıların söylediği Kürtçe şarkılara yer verdi.   

 

 

Seni en etkileyen köy hangisiydi? Ya da farklı bir özelliğiyle gözüne çarpan hangi köy oldu?

Pazarcık ve Elbistan’da en etkilendiğim köy Kaşanlı oldu. Çok enteresan. Kaşanlı 4 köyden oluşuyor, hepsi birbirine akrabadır, genelde Kaşanlıdır. Kaşanlı köyünde onlarca sanatçı çıktı. Emekçi, Vicdani, İsmail İpek, Hasan Yıldız, Fırat İmirza, Vurali, tiyatro oyuncusu Mahir ipek. 70 yıllara kadar ağırlıklı Kürtçe söylüyorlardı, 70’lerden sonra Türkçe söylemeye başladılar. Sadece o köyde son 60 yılda üç bine yakın Kürtçe ve Türkçe şarkı yapıldı. 

Elinde hazırladığın yeni kitaplar var mı?

İki kitap var. Biri Dêrsim-Elbistan-Pazarcık ziyaretleri üzerinedir. 100 köyde 540 ziyaret, mürşit-pir-rehber ailesi, keramet ocağı ve ermiş tespit ettim ve tanıttım. Bu çalışmayı çok önemsiyorum. Diğeri de mevki isimleri üzerine bir çalışma.

 

 

 

Mevki isimleri derken... Bunu biraz açar mısın?

Pazarcık ve Elbistan köylerinde 12 bin Kürtçe mevki ismi topladım. Tüm köyleri ve yaylaları bitirdiğimde bu sayının 100 bini bulacağını tahmin ediyorum. Her köyün mevki isimleri farklıdır. İnsanlar dere, mağara, göl, kuyu, pınar, köprü, ova, çukur ve kayalara farklı isimler vermiş. Ve bu isimlerin önemli bir kısmının öyküsü de var. Bu mevkiler arkeolojik alanlarımız, sosyolojimiz, bölgemizde yaşayan canlılar hakkında da bilgiler içeriyor. Bu nedenle mevki isimlerini çok önemsiyorum. Kürdistan'da bir bölgeyi tanımak istiyorsak, o bölgenin mevki isimlerini ve anlamlarını bilmeliyiz. Bu bize büyük yarar sağlayacaktır. Ayrıca Elbistan ve Pazarcık'ta 12 bin Kürtçe mevki ismi toplamak, devletin "asimile ettim" teorisine büyük bir tokattır. "Hayır. Biz köklü bir halkın üyeleriyiz. Sen bizi asimile edemezsin" demektir.

Mevki isimlerinden bir örnek verebilir misin?

Bu konunun öneminin ortaya çıkması için Kevirê Sîsolik'ı örnek vermek isterim. 500 metre yüksekliğinde dik bir taştır. Gonîg köyü yakınlarındaki Çiyayê Qisiq'ta yer alıyor. Sîsolik, aynı zamanda beyaz renkli bir kartal türüdür. Bu kayanın kenarları da beyazdır. Geçmişte burada sîsolik kuşları yaşardı. Ancak son dönemlerde göç ettiler. Tarlalar uçaklarla hep ilaçlandığı için... Kavrî Sîsolik'un yeri de özel yapılmış gibidir. Tam bir dere ağzındadır ve dereden gelen su taşın tam ortasında şelale gibi aşağı düşer. Özellikle yağmur yağdığında veya kar eridiğinde şelalenin gücü artmaktadır. Ayrıca bir konu çok karışıksa "Wek hêlîna sîsolikê ye" diye tarif ederiz. Biliyorsun kartallar yuvalarını herkesin bilmeyeceği ve göremeyeceği yerlere yapar. Kevirê Sîsolik gibi 12 bin mevki ismi topladım. Çoğunun da bu şekilde açıklaması veya öyküsü var.

 

 

* * *

Pazarcık mutfağı

Yemek tarifleri kitabında etli yemekler azdı. Bu, hayvancılığın yaygın olmadığını mı gösteriyor, yoksa başka etmenler mi var?

Pazarcık köylerinin 150 yaylası vardı Engîzek ve Axirî dağında. 300 bin koyunu vardı halkın. Örneğin Dîlok'un kurbanlarının yüzde 70'i Pazarcık'tan giderdi. Devlet 1993'te yaylaları yasakladı. "Siz gerillaya yardım ediyorsunuz" diyerek... İnsanlar hayvanlarını satmak zorunda kaldı. Yani güçlü bir hayvancılık vardı. Ama ben etli yemeklerden çok doğal otlarla yaptığımız yiyecekleri aldım. Etli yemeklerden sadece kilor çeşitleri (köme), durma (kurutulmuş et), içli köfte, lozik ve dolmayı aldım.

Neden bitkilere daha çok yer verdin?

Biz Pazarcık ve Elbistan Kürtleri yüzlerce yıl ormanın ve dağların içinde gizlenerek yaşadık. Bu nedenle doğadan beslenme kültürümüz güçlü. Örneğin Pazarcık'ta yemek ve çay yapılan, kurutulan, salatalık ve ilaç tedavisinde kullanılan ve benim kitaba aldığım otlar şunlar: Pung, çayê çê (dağ çayı), karangê keran, karangê însanan, sîramok, kakorikê kurkur e, kakorikê zuxûl, kakorikê gonî, kakorikê deştê (biz mantara kakorik diyoruz), gazik, tolik, gkuzik, porî çuçe, kemun, cotirik, tirşok, mandik, çaqama (çok önemlidir, hasta koyunlara verilir), gulasor, tere, xardal, xildar, pîvok, pirpir, birin, bozbalak, bizelik, silmik, morşîrik (eflatun), pîvikê manik, pîvikê sanik.

Kitaba neden "Pazarcık ve Elbistan Mutfağı" demek yerine sadece "Pazarcık Mutfağı" dedin?

Çünkü, Elbistan çok zengin bir doğaya sahip. Örneğin Pazarcık'ta dört, Elbistan'da yedi çeşit mantar var. Elbistan mutfağı ayrı araştırılmalıdır. Bu nedenle kitabı Pazarcık ile sınırlandırdım. Elbistan'da yüksekliği üç bin metreyi aşan Nurhak, Şar, Salavan, Koç dağları var. Şöyle düşün: Elbistan'ın en küçük dağı Engizek'tir. O da 2 bin 800 metre. Bu nedenle bu büyülü coğrafya özenle ve ayrıca ele alınmalıdır.

Pazarcık mutfağı üzerine önemli gördüğün başka bir özellik var mı?

Evet, var. Bağları ve sebze kültürünü anlatmak isterim. Pazarcık ilçe merkezi yakınında çok büyük sebze bahçeleri vardı. Günde 70 kamyon domates, salatalık ve patlıcan çıkardı. Bunlar Semsûr, Mereş ve Dîlok'a götürülürdü. Devlet oraya 1968'de baraj yaptı ve bu kültürü ve ekonomik faaliyeti yok etti. Bir de bizim orada 60 köyde zengin bir bağcılık kültürü vardı. Yılda 2-3 ton mûj (kuru üzüm) elde eden aileler vardı. 1991 senesinde ne olduysa bağların çoğu kurudu. Kimi "hastalık", kimi "bakımsızlıktan" dedi. Ama ben devletin bir oyunundan şüpheleniyorum. "Bakımsızlıktan" teorisine şu nedenle katılmıyorum. Çünkü, 1991'de insanlarımız henüz köyleri boşaltmamıştı. Köyler kalabalık ve canlıydı.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.