Buluşurken, ayrılırken ağlayanlar
Dosya Haberleri —
- O tepe senin bu tepe benim, o vadi senin bu vadi benim durmadan dinlenmeden yürüyüp dağların mahrem yerlerine yerleşmiş arkadaşlarımı gördüm. Uzun uzun sarılıyorduk birbirimize.
SEYİT EVRAN
Dağlıların ayrı bir hayatı, ayrı bir dünyası, ayrı hayalleri var.
Çayı ve ateşi severler. Gece, ay ışığında yürümeyi. Yağmur, kar, çamur, soğuk demeden yoldaşlarla yollarda olmayı severler. Ama hep yollarda olmak isterler. Yürümedikleri zaman mutsuz olurlar. Çünkü onlar için yol hayatın kendisidir. Sonsuzluktur.
Onlar kavuşmak için yola çıkarlar. Yollarda ağlarlar ama gözyaşları görülmez. Hep gülerler. Gülüşleri bazen ağlamaktır.
Dünyanın birçok yerini gezip gördüm. Yüzlerce halktan insan tanıdım. Bazılarının acılarını, bazılarının sevinçlerini, bazılarının hem acı hem sevinçlerini tanıdım. Sevinçten ağlayanları çok gördüm. Ama acıdan gülenleri çok az gördüm.
Geçtiğimiz bahar ve yaz aylarını yine dağların çocuklarıyla geçirdim. Onlarla birlikte yeniden yollara düştük. O tepe senin bu tepe benim diye dur durak bilmeden tırmandık. Bir bakıyordum Kelaşîn’in başındayım. Sona yazın ortasında Helgort’un karlı tepesindeydim. Bir bakıyordum Kandil’in asi, sarp zirvesinde. Sonra Abdal Meşhur hikayesiyle tanınan Abdal Kovi’nin başındayım. Şağ Kovi dağının da tepesindeyim. Sarp kayalıklarından geçerek, kan ter içinde kalarak ulaşıyorduk zirvelerine. Boğazlardan geçerek ulaşabiliyorduk o asi, heybetli ve gökyüzüne isyan edercesine yükselen zirvelere. Bazılarında gece kalabiliyor, bazılarında ise kalamıyorduk.
Sonunda bitti. Artık gitmelisin dediler.
Gitmek….
Evet gelişi olduğu gibi gidişi de olmalıydı. Çünkü her gelişin bir gidişi de var. Ama söz konusu dağlardan inme gidişi olduğu için yürek burkulur, boynunu büküp bir yetim gibi bakar çevresine. Biri çıkıp biraz daha kalsın demez mi diye sağa sola bakar. Ama nafile. Yağmurlar da başlayınca gitme vakti gelip kendisini dayatır insana.
Gitmek!
Ama nereye?
Kürtlerin kalbinin arttığı Rojava Devrimi’nin mekanları olunca insan bir şey diyemiyor işte. O yüzden birkaç günlük veda turlarına çıktım.
Oysa bizim hayatta veda diye bir şey yoktu. Hiçbir zaman birbirimizle vedalaşmazdık. Bir daha buluşalım, görüşelim diye. Çünkü bizimki vedasız ayrılıklar hayatıydı.
Ama yine de çıktım. Bir hafta kadar o tepe senin bu tepe benim, o vadi senin bu vadi benim durmadan dinlenmeden yürüyüp dağların mahrem yerlerine yerleşmiş arkadaşlarımı gördüm. Uzun uzun sarılıyorduk birbirimize. Ve sonunda birbirimizin elini bırakmak istemeden gittiğim kamptan ayrılıp bir başka kampa gidiyordum.
Her ayrıldığım yerden mutlaka ağlardık. Ama yeniden buluşurken ağlıyordu. Çünkü nicelerimiz ayrılmıştı aramızdan. Bir daha göremeyeceğimiz yerlere gitmişti. Bazıları yıllar sonrada olsa görebileceğimiz yerlere gitmişti. Onların olmayışına ağlıyorduk. Biraz da yeniden buluşmanın sevincinden ağlıyorduk.
Ayrılırken de buluşurken de ağladığımızı hatırladım.
Kırklı yılları çoktan devirdim. Geride bıraktığım yıllar boyunca buluşurken de, ayrılırken de ağlayanları görüp görmediğimi düşündüm. Hatırlamadım. Çünkü yoktur. Buluşurken de, ayrılırken de ağlamak da biz dağlıların diğer insanlardan ayıran bir başka yanımızdır. O bir anlık ayrılma süresine neleri sığdırmıyoruz ki. Çoğu zaman hayatımızın ta kendisini. Ama yine de geçiyor. Arkasında buluşurken olduğu gibi ayrılırken de yere düşen birkaç damla göz yaşı kalıyor. Ve uzun uzun el sallamalar. Belleğe kazınan ve geleceğe taşınan bunlar oluyor işte.
İşte biz dağlılar böyleyiz. Belki bu diğer insanlara çok tuhaf geliyor. Ama hayatımızın bir parçası ve en güzel yanlarından biri de budur. Buluşurken de, ayrılırken de ağlamak…