Cegerxwîn'in daha önce yayınlanmamış ses kaydı
Dosya Haberleri —
- Büyük Kürt şairi Cegerxwîn, 22 Ekim 1984 tarihinde gözlerini bu dünyaya kapadığında, uğruna sürgünler, cezaevleri gördüğü, şiirler yazdığı Kürdistan'da yepyeni bir dönem açılıyordu. 15 Ağustos'un hemen ertesiydi. İlk kurşunun sesi kulaklarına varmış olmalıydı.
- Peki uzun yıllarını geçirdiği Rojava'nın bugün dünyaya ilham veren bir ülkeye dönüştüğünü, Cegerxwîn isminin burada dalgalandığını görseydi ne derdi? Sanırım gözlerinin içi gülerdi. Ama gözlerini bu dünyaya yummadan önce, ilk kez duyacağınız kısa bir ses kaydına ulaştık.
- 38 yıldır Cegerxwîn'in bu ses kaydını arşivinde tutan besteci-yazar Şanar Yurdatapan: "Bir hatıra olmak üzere birkaç kelime söylemesini rica ettim, kırmadı. O yaşlı ama çok tatlı sesiyle bir şarkıcık okumaz mı? Kendi sözlerini, içinden geldiği gibi müziğe döküvermiş doğaçlama olarak."
GÜLCAN DERELİ
Kîne Em? Kurdê Kurdistan... Kîne Em? Kurdi ruhun şövalyesi, gül satıcısı... Kîne Em? Cegerxwîn'in şiiri... Büyük Kürt şairi Cegerxwîn, 22 Ekim 1984 tarihinde gözlerini bu dünyaya kapadığında, uğruna sürgünler, cezaevleri gördüğü, şiirler yazdığı Kürdistan'da yepyeni bir dönem açılıyordu. 15 Ağustos'un hemen ertesiydi. İlk kurşunun sesi kulaklarına varmış olmalıydı. Acaba Cegerxwîn o ilk kurşunu duyduğunda neler hissetmişti? Bilemiyoruz. Peki ömrünün çok uzun yıllarını geçirdiği Rojava'nın özgür olduğunu, dünyaya ilham veren bir ülkeye dönüştüğünü, Cegerxwîn isminin meydanlar, sanat merkezleri, okullara verildiğini görseydi ne derdi? Sanırım gözlerinin içi gülerdi. Ama gözlerini bu dünyaya yummadan önce, ilk kez duyacağınız kısa bir ses kaydına ulaştık. Besteci, söz yazarı, insan hakları savunucusu ve yazar Şanar Yurdatapan ile bir vesileyle sohbet ederken sözü geçti. Yurdatapan, ricamız üzerine o ses kaydını arşivinden çıkarıp gönderdi. Sonra da hikayesini anlattı.
Tarih 11 Haziran 1983
1980 darbesi sonrasıdır. Bir buldozer gibi ülkenin üzerinden geçen darbe, herkesi bir yerlere savurmuş, kimi sürgüne çıkmış, kimi de kendini zindanda işkence altında bulmuştur. Ülkede ölüm sessizliği, cezaevlerinde ise işkence altında 3 kibritin ışığı yanmaktadır. O dönem sürgünde olan Şanar Yurdatapan, Cegerxwîn ile buluşmalarının öncesindeki atmosferi şöyle anlatıyor: "Tarih 11 Haziran 1983. Darbe sonrası Türkiye’de genel seçimler yapılıyor. Cuntanın elceğziyle kurdurduğu 2 parti, Merkez Sağ’da, Turgut Sunalp Paşa’nın Milliyetçi Demokrasi Partisi, Merkez Solda Necdet Calp’in Halkçı Partisi, bir de son anda, Amerikan icazetiyle ortaya çıkan Turgut Özal’ın Anavatan Partisi. Başka partiye ve adaylarına izin yok, hepsine veto."
Kendimizi zincirlemiştik
1983 yılında Avrupa'daki darbe karşıtı çalışmaları anlatan Yurdatapan, "Bütün Avrupa’daki sol görüşlü örgütler o gün için büyük protestolar düzenlediler. Ben de Almanya’daki ortak gösterilerin sekreteri (genel sekreter değil, hammaliye sekreteri) gibiydim. Önce -o zamanki başkent- Bonn’un merkez meydanında büyük bir gösteri düzenledik, hemen ardından da bir basın toplantısı. Kimler yoktu ki: TİP Genel Başkanı Behice Boran, TÖB-DER Genel Başkanı Gültekin Gazioğlu, Yazar Dursun Akçam, Gazeteci Aydın Engin, o zamanki eşim sanatçı Melike Demirağ; kendimizi zincirlerle bağlamış halde önce yürüdük, orijinali büyüklüğünde bastırdığımız -ama bir ucu kanlı- paralar, Mark’lar dağıttık, Almanya’nın Türkiye’deki rejime verdiği maddi desteği simgeleyen. Zaten etkinliklerin sloganı da, 'Almanya 33, Türkiye 83' idi. 1933 Nazilerin iktidara geldiği yıl" diyor.
Sanat yazıdan etkili ve kalıcı
Yurdatapan, şöyle devam ediyor: "Ertesi gün ise Berlin’de, tüm muhalif siyasetlerin ortak yürüyüşü, ardından Berlin Teknik Üniversitesi'nde bir panel ve sembolik bir oy verme mizanseni. Ortada, üstlerinde A, B, C Partisi yazan 3 sandık var. Katılanlar bir şeyler yazdıkları güya oy pusulası zarflarını bu 3 sandıktan herhangi birine atıyor. Ama 5 dakika sonra sandıkların alt tarafını gizleyen örtü çekilince görüyorsunuz ki, siz hangi sandığa atarsanız atın, oy pusulanız en alttaki büyük sandığa gidiyor. Bazen böyle basit ve mizahi görsel anlatımlar, saatlerce konuşmaktan, sayfalar dolu yazıdan daha etkili ve kalıcı olabiliyor."
Berlin'de Kürtçe konser
Tüm bu hengamenin içinde Kürt sanatçılarla tanıştığını anlatan Yurdatapan, "Ve o gece, Teknik Üniversite’de bir de konser vardı. Çok farklı görüşlerden sanatçıların yer aldığı böyle ortak bir eylem ve konser yıllardır ilk kez yapılıyordu ve üniversitenin büyük salonu yetmemiş, yanındaki bir salon daha açılmıştı. Sanatçılar bir salonda çalıp söyledikten sonra diğerinde de tekrarlıyorlardı performanslarını. Yine bir çırpıda hatırlayabildiklerim Tahsin İncirci’nin yönettiği Berlin İşçi Korosu ile Sümeyra, Paris’ten bu gece için gelen Tülay German, Hamburg’dan Fuat Saka, Melike Demirağ ve Şivan Perwer. Bizim için bu gecenin bir büyük kazanımı ise Şivan ve eşi Gülistan ile tanışmak oldu. Şivan’ın tek kişilik bir orkestra gibi devleşen dinamizmi, Dersim gibi, Cegerxwîn’in şiiri 'Kine Em?' gibi şarkılarda salonu hop oturtup hop kaldırıyordu" diye belirtiyor.
Asimilasyon ile mücadele
Yurdatapan ile Kürt sanatçılar arasındaki bu tanışma, yeni bir kapı açıyor. Ordan Cegerxwîn’e uzanan yolda yeni üretimler ortaya çıkıyor. Yurdatapan anlatıyor: "Tanışıklığımız orada kalmadı. Çok uzun sürecek bir işbirliğinin ilk adımı orada atıldı. Onun bestelerine -modal yapıları bozmamaya özen gösteren- orkestrasyonlar hazırladım. Cané Cané adlı albümde koskoca bir orkestra -ve 3 sesini de Melike’nin okuduğu- bir vokal grup eşlik ediyordu Şivan’ın sesine ve sazına. Bundan sonra ise Kürt kültürüne yapılan asimilasyon çabalarını açıkça anlattığımız ve yerdiğimiz 'Türkülerimiz Kardeştir - Stranên me dost in' adlı kaset çalışması ve konser dizisi izledi. Londra’dan Moskova’ya hatta Sidney ve Melbourn’e kadar gitmediğimiz yer kalmadı."
Mahmut Baksi
Yurdatapan, anlatmaya devam ediyor: "Ama bu diziden çok önce, Berlin sonrası ilk birlikte konser, Stockholm’de verildi. Rahmetli Mahmut Baksi düzenlemişti. Daha ortak çalışmalar hazır olmadığı için herkes kendi şarkılarını söylemiş, Melike, Sürü filmindeki göçer giysileriyle söyledi, Seré Çiya ile büyük bir sevgi ve beğeni kazanmıştı. Bu yolculuk, bize çok değerli iki Kürt büyüğü ile tanışmak şansını da verdi. Uppsala da -pek de insan içine çıkmadığı için eleştirilen- Mehmet Emin Bozarslan’ı evinde ziyaret etmiştik. Gerekçesi o kadar basit ve o kadar saygı uyandırıcı idi Bozarslan’ın. 'Ben, Kürtçe'nin bütün versiyonlarını bilen, ayrıca Türkçe ve Arapça bilen, üstelik Mezopotamya tarihini de bilen çok ender kişilerden biriyim. Bu bana büyük bir sorumluluk yüklüyor. Osmanlı son dönemlerinde yayınlanmış ilk Kürtçe gazete ve dergileri çevirip yeniden basılmalarını, yani yok olup gitmekten kurtarılmaları sorumluluğu. Bu nedenle bir plan yaptım, ölüp gitmeden bu görevimi tamamlayabilmek için harcanacak tek dakikam yok'… Onun bizden esirgemediği dakikaların kıymetini de anlamış olduk böylece."
Cegerxwîn ile tanışma
Ve Cegerxwîn ile buluşma vakti geldi. Yurdatapan ile sohbetimizde bahsettiği kaydın nasıl ortaya çıktığını öğreniyoruz. O günlerin yükünün ağırlığını dile getiren Yurdatapan, Cegerxwîn ile buluştukları günü şöyle anlatıyor: "Bir diğer güzel buluşma, Cegerxwîn ile tanışmak oldu. Aynı çağda yaşadığım büyük ozanlardan Neruda ve Aragon ile görüşmem ancak bir tesadüfle olabilirdi, olmadı. En büyük isteğim ise Nazım’la tanışmak olurdu, o da olmadı. 60 yaşında, o kocaman ama yorgun kalbine yenik düştü. Oysa 1980 cuntasına karşı dünya çapında verilen mücadelenin başında olması pekala mümkündü. Tesellim, iki başka büyük şairle tanışmak oldu. Önce Yunanistan’da Yannis Ritsos ve sonra İsveç’te Cegerxwîn. Bir akşamüstü, Mahmut Baksi ve ağabeyi götürdü bizi evine. Yaşlıydı, hastaydı, onu yormamak için biz de uzun tutmamaya özen gösterdik bu değerli ziyareti. Çok sıcak bir gülüşle karşıladı hepimizi, bu gülüş dudaklarından hiç eksik olmadı. Yaşadığımız günlerden, geçmişten, gelecekten konuştuk. Ayrılma vaktimiz geldiğinde, cebimdeki minik ses kayıt aletini ona uzatarak, bir hatıra olmak üzere birkaç kelime söylemesini rica ettim, kırmadı. Üstelik biz ondan şiirsel bir konuşa beklerken, o yaşlı ama çok tatlı sesiyle bir şarkıcık okumaz mı? Kendi sözlerini, içinden geldiği gibi müziğe döküvermiş doğaçlama olarak. Bilmem başka şarkıları da var mı? Yoksa bu minicik kaydın değeri benim taşıyamayacağım kadar ağırlaşır. İyisi mi hemen toplumla paylaşıp rahatlayayım."
Yurdatapan'ın 38 yıldır arşivinde tuttuğu bu kısa ses kaydında Cegerxwîn, kendi şiiri Gulfiroş'u bestelediği haliyle bir kuple seslendiriyor.
Gulfiroş
Ez ji xew rabûm, gulfiroşek dî,
Pir gelek şa bûm, gul bi dil didî.
Gul bi dil didî.
Hebû me yek dil, tev jan û kul bû,
Ne bûme bawer, gul bi dil bidî.
Gul bi dil bidî...
* * *
Cegerxwîn'e dair...
Cegerxwîn, 1903 yılında Gercüş’e bağlı Hesarê Beldesi'nde (Hisar) Şehmus Hasan olarak dünyaya geldi. 1914 yılında I. Dünya Savaşı'nda ailesi ile birlikte Rojava'nın Amude şehrine göç etti. Küçük yaşlarda çobanlık ve ırgatlık yaptı. 18 yaşında Diyarbakır'a gelen Cegerxwîn buradaki medresede eğitim aldı. Bu dönemde Kürt kültürü ve edebiyat klasikleri ile tanıştı. 1925 yılında Şeyh Said İsyanı'na katıldı. İsyanın bastırılmasından sonra Şeyh Said'in büyük oğlu ve isyanın II. lideri olan Şeyh Ali Rıza Efendi'nin kadrosuna katılarak Rewanduz'a ve daha sonra Bağdat'a gittiler. Bu süre içerisinde Şeyh Ali Rıza'dan İslami dersler aldı. Daha sonra Rojava'nın Amûdê şehrine yerleşti. Burada Seydayê Mele Ubeydullah ve Seydayê Mele Fethullah'ın yanında okudu ve ilmi icazet aldı. 1928 yılında Kürtçe şiirler yazmaya başladı, Hawar dergisinde, Cegerxwîn ismini kullanarak şiirler yayınladı. Daha sonraki yıllarda (1937) ilk modern Kürt örgütü Xoybûn'un içinde yer aldı. 1946 yılında Kamışlı'ya geçen Cegerxwîn burada politik faaliyetlerine devam etti. 1959 yılında Irak'a geçti. Bağdat Üniversitesi'nde Kurmanci lehçesiyle Kürtçe ders veren ilk öğretmen oldu. Kürt dili için çalışmalar yaptı ve öğrenci yetiştirdi. 1963 yılında siyasi faaliyetleri nedeniyle Şam'da tutuklandı. 1973 yılında Suriye iktidarının baskıları nedeniyle Lübnan'a geçti. Burada şiir derlemeleri olan Kîne Em?'i yayımladı. 1979 yılında İsveç'e giderek edebi çalışmalarını burada sürdürdü. Burada çeşitli eserler yayımlamaya başlayan Cegerxwîn 1984 yılında 81 yaşında Stockholm'de hayatını kaybetti. Cenazesi Qamişlo'da yüzbinlerin katıldığı bir törenle defnedildi.
* * *
Abdullah Öcalan'ın Cegerxwîn yorumu
Osman Sebrî, Musa Anter ve Cegerxwîn gibi kişilikler, aslında biraz silahşörce, ortaçağ şövalyelerine benzer bir tarzda bir kişilik direnmesi, bir ayakta kalma örnekleridir... Cegerxwîn Gercüş'ten, Musa Anter Nusaybin'den gelmişler; ancak kalemleriyle, şairlikleriyle ayakta kalabilmişler. Aslında siyasiydiler. Hatta eylemciydiler. Ama örgüt kurmaya, direnişi güçlendirmeye -küçümsemek için söylemiyorum- büyük yiğitliklerine rağmen güçleri yetmiyor. Ve en son bir Kürt edebiyatı alanı kalıyor, aydınlanma alanı kalıyor, Cegerxwîn şiire yükleniyor. Bu anlamda bir Kürt soluğu olmaya çalışıyor, yine Musa Anter de öyle. O da edebiyata yöneliyor, bir soluk olmak istiyor bu amansız karanlık dönemlerde. Bunlar kesinlikle işbirlikçi Kürt tiplerinden farklıdır. Hele hele KDP geleneğinden çok farklıdırlar. Ortaya ne çıkıyor? Kendileri direnmek istemiştir, ancak zorlanmışlar. Çok az olanaklı zorluklarla dolu bir ortamın “Kürt sesi” olmaya çalışıyorlar. Evet, “Kürt sesi!” Neyi kurtardı bunlar, diye bir soru sorulabilir. Kürt dili ve kültürünün ölmediğini hissettirmek istemişler. Ve herhalde en önemlisi de cumhuriyetin büyük saldırısına karşı teslim olmamayı, bir yurtsever olarak ayakta kalmayı başarmışlardır.