Ekolojik çöküşe karşı ekofeminizm

Kadın Haberleri —

Ariel Salleh

Ariel Salleh

  • Ekofeminist Ariel Salleh: Patriyarkal-sömürgeci-kapitalist sistemde iktidarın ilksel ve en eski biçimi, erkeklerin kadınlar üzerindeki tahakkümüdür. Daha sonra toprağı işgal eden ve diğer halkların kaynaklarına el koyan sömürgecilik geliyor. Bu üç sistemi, birbirini güçlendiren sistemler olarak görmek önemlidir.
  • Küresel kapitalizm, kadınlara uzun saatler alan ev içi yeniden üretim emeğinin karşılığında hiçbir ücret ödemiyor. Bunun ötesinde bedenlerini doğumla tüketiyor. Ancak Çin’den Rojava ve Ekvador’a kadar 21. yüzyılın ekolojik çöküşüne karşı feminist ve sosyalist bir arayış var.

Ariel Salleh, Avustralyalı yazar ve aktivist. Ekofeminizmle ilk kez 1970’lerde Avustralya’da yerli halkın topraklarında Uranyum Madenciliği gelişmelerine karşı verilen mücadelelerle tanıştı. O günden bu yana dünyanın farklı yerlerinden mücadeleci ve teorisyenlerle birlikte materyalist ekofeminizmin inşasında bir referans hâline geldi.

Capire‘a verdiği röportajda ekofeminizmi doğuran ilk fikirlerden hareketin çağdaş gelişmelerine, iklim krizine ve toplumsal yeniden üretime kadar birçok soruya yanıt verdi:

Bugün ekofeminizmi nasıl gördüğünüzle başlayalım..

Çin’de merkezi Hong Kong’da bulunan Küresel Sürdürülebilirlik Üniversitesi ve Chongqing Üniversitesi çevresinde etkileyici bir kadın ağı var. Geleneksel tarım yöntemlerinin korunmasını teşvik etmek için yerel köylü kadınlarla aktif olarak çalışıyor. Bu kadınlar, kimyasal madde kullanmadan kendi ürünlerini yetiştiriyor ve doğrudan yerel hane tüketicilerine dağıtıyorlar. Bu kapitalist olmayan alternatif bir ekonomidir. Çin’de ekolojik feminizm ve kadınların geleneksel teknolojileri fikrine yönelik artan bir akademik ilgi de var. Ekolojik feminizm, Güney Amerika’da kullanılan “toplulukçu feminizm” veya “radikal feminizm” tabiriyle hemen hemen aynı anlama geliyor. Bunlar, kadınların yaşam ihtiyaçlarını karşılamak ve “yeniden üretim koşullarını” korumak için verdiği günlük mücadelelerin içinden büyüyor.

İklim değişikliği ve bugün dünyayı etkileyen çok sayıda toplumsal kriz nedeniyle materyalist bir ekofeminizm kendisini ayrı bir yaklaşım olarak ortaya koyuyor. Avrupa’da Extinction Rebellion ve Fridays for Future‘daki gençler arasında, ekofeminizmin unsurlarının olduğunu düşünüyorum. Murray-Darling Nehri sistemini kurtarmak için mücadele eden Knitting Nanna’lar (Örgü Ören Büyükanneler) gibi Avustralya’daki kadınlar arasında da ekofeminist enerjide inanılmaz bir patlama yaşandı. Japonya’da bir grup yaşlı kadın yeni kurulacak olan bir askeri üsse karşı çıktı ve bakım emeği verme konusundaki deneyimlerini vurguladı. Afrika’daki, madencilikteki gelişmelere karşı çıkan ve iklim değişikliğinden kaygı duyan, kıta çapındaki kadınlardan oluşan taban ağı WoMin‘i de unutmamak gerekir. Kendi ekofeminist manifestolarını yazdılar.

Tüm bu örnekler, ekonomik sorunlarla uğraşmak, içinde yaşadığımız sistemle yüzleşmek, kalkınma modeline ve militarizasyona karşı çıkmak, tıpkı Japonya örneğinde bahsettiğiniz gibi somut durumların içinden çıkıyor.

Japon kadınlar muhteşemdi. Onlarca yıl önce Fukushima eriyip nükleer bir felakete yol açtığında, inisiyatif aldıklarını ve nükleer karşıtı hareketin tutarlı liderleri olduklarını hatırlıyorum. Nükleer karşıtlığı, 1976’da Avustralya’da, Yerli halkın topraklarında Uranyum Madenciliğine Karşı Hareketi oluşturduğumuzda aslında benim de ekofeministliğimin başlangıcıydı.

Latin Amerika’da kadınlar beden-alan (body-territory) kavramını harekete geçirerek direniş örgütlüyorlar. Bu kavrama ilişkin görüşünüz nedir?

Bu, erkeklerden “doğaya daha yakın” olduğumuzda ısrar ederek patriyarkal ideolojinin kadın ve doğa üzerinde birlikte tahakküm kurduğunu öne süren 1980’lerdeki ilksel ekofeminist tezle örtüşmektedir.

Bu katı ikilik hâlâ 21. yüzyıl düşüncesinin temel varsayımlarından biridir, yasal ve ekonomik yapıları şekillendirmektedir. Akademik kampüslerde Beşeri Bilimler, geleneksel olarak bilimlerden ayrılmıştır. Ben bu ikilik ve onunla birlikte gelen diğerlerini ‘1/0 fantezisi’ olarak adlandırıyorum. Topluluklarımızı, Avrupa merkezli ataerkilliği harekete geçiren temel ayrışma olan bu bölünmüş gerçekliği geride bırakmaları için eğitmeliyiz.

Erkekler de dahil olmak üzere tüm insanlar “bedenleşmiş formda doğadır”. Doğa, bedenlerde gezinir, bedenlerle etkileşim kurar; bu bedenler öldüklerinde, toprağı beslemek için ona geri dönerler. Yani evet, Latin Amerikalı kadınların ilişkisel “beden-alan” anlayışını öğrenmek bir zevkti.

Yeşil ekonomi; iklim değişikliği, iklim krizi vb. sorunlara bir çözüm olarak normalleştiriliyor. Ekolojik borç hakkındaki düşünceleriniz, doğanın devam eden bu finansallaştırılma sürecini ve yeşil ekonominin araçlarını ele almamıza muhtemelen yardımcı olabilir.

Yeşil Ekonomi fikri, 2000’li yılların başında ortaya çıktığında bunun bir çözüm olacağını düşünmüştük ancak sermaye kısa sürede bunu reformist bir ideolojiye dönüştürdü. Daha sonra bunu ‘Yeşil Yeni Düzen’ izledi. Sorun, her ikisinin de ekonomi bilimini temel almasıdır ve ekonomi biliminin sorunu da doğayı ölçülebilir birimlere ayırmaya dayanan, ayrışmış patriyarkal inanç sisteminin bir parçası olmasıdır. Doğa bir ölçüye indirgenemez; canlı formlar arasındaki enerji akışıyla çalışır.

Eko-Yeterlilik ve Global Adalet (2009) adlı kitabımda “somutlaşmış borç” terimini kullandığımda aklımda alternatif bir borç kavramı vardı; tamamen ekonomik olmayan ama doğanın hayat veren “metabolik değerine” hitap eden bir borç kavramı. Doğru, küresel kapitalizm altında işçilere, çalıştıkları süre karşılığında yeterli parasal ücret ödenmiyor, ancak kadınlara, uzun saatler alan ev içi yeniden üretim emeğinin karşılığında hiçbir ücret ödenmiyor. Bunun ötesinde, topluma muazzam bir termodinamik ve maddi katkı sağladıklarından bedenleri doğumla tükeniyor. Benzer şekilde, sömürgeleştirilmiş yerli halklara ne geçim kaynaklarının çalınması ne de kapitalizmin işlemek için bağlı olduğu doğal altyapının korunmasını sağlayan “meta-endüstriyel emekleri” için herhangi bir tazminat ödeniyor.

Peki toplumlar -yeniden üretimi- merkeze koyarak nasıl örgütlenmeli?

Maddeci ekofeminizm, 21. yüzyılın ekolojik çöküşüne sömürgecilik karşıtı, feminist ve sosyalist bir yanıtı birleştirir. Zapatista hareketinin dediği gibi, ‘Birçok özerk kültürün yan yana var olduğu bir dünya olan bir Pluriverse arıyoruz.’ Çinli kadınların topluluk tarımından daha önce bahsetmiştim, Rojava’dan Ekvador’a kadar da benzer hamleler var. Pluriverse, sürdürülebilir yaşam için çeşitli şablonların ana hatlarını çiziyor – ve kitabın arkasında, Hindistan’da Ashish Kothari ve arkadaşlarının koordine ettiği Küresel Alternatifler Halısı‘na katılmaya ve içinde aktif olmaya yönelik bir davet var. İyi şeyler oluyor; sadece patriyarkal-sömürgeci-kapitalizmin dünya sistemi o kadar saldırgan ve o kadar gürültülü ki zamanımız parçalanıyor!

*Röportajın orijinali 14.04.2023’te Capiremov sitesinde yayınlanmıştır.

CANBERRA

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.