Kamplarda ırkçılık, taciz, uyuşturucu
Dosya Haberleri —
- Dersimli Didem Tütenk 14 Ekim 2023’te Almanya’ya iltica ediyor. Tütenk, "Mültecilik çok farklı bir yaşam. Psikolojik ve ekonomik olarak çok büyük bir baskı altındasınız” diyor. 2 yıl önce Almanya’ya iltica eden Esma Aktaş, "Kamplar güvenirliğini yitirdi. Uyuşturucu adeta rutin bir hal almış. Sıkıntılı olanları polis gözaltına alıyor sonra salıveriyor. Can güvenliğimiz yok" diye belirtiyor.
- Ekim 2023 tarihinden bu yana Tegel mülteci kampında kalan Cem Urun, kampın cezaevinden tek farkının dışarı çıkabilmeleri olduğunu dile getiriyor. Geçtiğimiz yıl Kasım ayında ırkçı saldırıya uğradıklarını söyleyen Urun, "Saldırıda bir arkadaşımızın burnu kırıldı. Saldırı gece başlayıp sabah 8-9’a kadar devam etti. Kamp yönetimine yaptığımız başvuruların hiçbiri olumlu sonuçlanmadı" diyor.
- Büdingen kasabasında bir iltica kampında kalan Rıdvan Örnek, 6 Aralık’ta intihar ettiği iddia edilen 21 yaşındaki Faruk Örnek’in abisi. Örnek, "Ölümünden bir gün önce beni aradı. Gayet iyiydi. İntihara dair küçücük bir şüphe dahi yoktu. ‘Nasılsın? İyi misin’ diye sordum. Güleç bir ifadeyle cevap verdi. Biraz konuştuk kapattık" diyor. Örnek, kardeşinin intihar ettiğine inanamadığını da vurguluyor.
DENİZ BABİR
Almanya’daki mülteci kamplarında yaşanan güvenlik ve yaşam koşullarındaki sorunlar kampların artık güvenilirliğini yitirdiğinin kanıtı. Kamplardaki ırkçı saldırılar, tacizler ve yönetim eksiklikleri göçmenlerin can güvenliklerini tehdit ederken göçmenlerin anlatımları kamplardaki mevcut durumun vahametini gözler önüne seriyor. Mültecilerin Almanya’daki yaşam koşullarını ele aldığımız dosyamızın bu bölümünde kamplarda kalan mültecilerden kamplardaki ırkçı saldırıları, kadına dönük tacizi ve idarenin yaklaşımlarını dinledik.
Kadınlar taciz ediliyor
Dersimli Didem Tütenk, Ege Üniversitesi Biyoloji Bölümü Yüksek Lisans mezunu. 2013 yılında 15 ay ve 2017’de 7 ay cezaevinde kalıyor. Katıldığı yasal eylemlerden dolayı birçok kez gözaltına alınıyor ve 6 ay okuldan uzaklaştırılıyor. Devam eden duruşmalarda ceza çıkacağını tahmin ettiğinden 14 Ekim 2023’te Almanya’ya iltica ediyor. İlk olarak Sigmaringen kampına giden Tütenk, orada bir gece dahi kalamadığını anlatıyor. Tütenk, şöyle devam ediyor: “Kaldığımız odanın kapısının kilidi yoktu. Gece yarısı aniden birini getiriyorlardı; kapı açılıp kapanıyordu sürekli. Bu kampta çok fazla tacize ve saldırıya uğrayan kadın vardı. Sonraki gün Tübingen kampına gönderildik. Kadınların ve LGBT+ların kaldığı bir kamptı. İki bloktan oluşuyordu ve her odada 4 kişi kalıyordu. Buraya her Cuma günü otobüsler ile yeni iltica edenler getiriliyordu. Hiç tanımadığınız üç kişi ile aynı odadasınız. Buranın koşulları çok ağırdı kaldırılacak gibi değildi. Hatta trans bir birey kendini camdan aşağı atarak intihar etmek isterken son anda engellendi.”
Sorunlar çözümsüz bırakılıyor
Tübingen kampında bir ay kaldıktan sonra gecenin bir yarısı Hopfau kasabasına şu an yaşadığı eve (heim) getirilen Tütenk, kampın kilidini dahi onları getirdikleri sırada kırarak açtıklarını söylüyor: “Bizleri bir dağın başına bıraktılar. Her yer pislik içindeydi. Saatlerdir açtık. Telefon, internet su, yiyecek hiçbir şey yoktu yanımızda. En yakın market yürüyerek 1.5 saatlik uzaklıktaydı Sabah gelip bir araç bizi aldı, gerekli malzemelerimizi aldık. Bir düzen oturtmamız 1 ayı buldu. Kış aylarında 1 hafta boyunca peteklerimiz yanmadı, ben o hafta ateşli hastalık geçirdim. Buradaki küçük çocuklarda hastalandı. Görevliye sadece maille ulaşabiliyorduk birileri gelecek diyordu ama gelen kimse yoktu. Kazan dairesinin kapılarını kırıp kendimiz doğalgazı açmak zorunda kaldık. Burada bir görevli var haftada iki gün geliyor ama hiçbir sorunumuza çözüm olmuyor, sorunlarımız hep erteleniyor. Yan komşum 2 ay boyunca kırık yatağını yaptırmak için uğraştı ve iki ay boyunca çocuğu yerde yatmak zorunda kaldı. Buranın düzenli görevli bir tamircisi var, 5 dakika da yapılacak bir iş bizim bir ayımızı aldı.”
Kamplarda ırkçı saldırı
Kaldıkları kampta ırkçılığa da maruz kaldıklarını anlatan Tütenk, şöyle devam ediyor: “Göçmenler bazen kaldığımız yerin yangın merdiveninde oturuyor. Karşı evde oturan bir Alman sürekli bir şeyler söyleyip bağırıyordu. Fotoğraf çekip taciz ediyormuş insanları. Biz sesten rahatsız olduğunu düşündük bu konuda daha dikkatli olduk. Buna rağmen bu kişi tacizlerine devam etti. 28 Nisan’da bu adamla karşılaştığımda olayın ırkçılık boyutunda olduğunu anladım. Yürüyüşten geldiğimde Almanca bir şeyler söyleyerek bağırıyordu, kendi bulunduğu bahçenin tellerinden bizim ikinci kata hayvan pisliği atmıştı. Pislik koridorlara kadar girmişti. Kendisine ‘Neden saldırıyorsun’ diye sorduğumda küfürler etti. Irkçılık yaptığını söylediğimde içeriye kaçtı ama arada yine bizim fotoğraflarımızı çekiyordu. Bu kişi daha önce Ukraynalılar ve Suriyeliler varken de aynı şeyleri yapıyormuş. Burada mülteci istemediğini söylüyormuş. Biz bu binaya gelmeden önce bir iki Alman arkadaşı ile girip binaya bakmışlar. Bu olayın görgü tanıkları var. Can güvenliğimiz tehlikede. Burası ahşap bir bina ve her yer halı ile kaplı, yarın öbür gün bir kibrit atsa yapabileceğimiz hiç bir şey yok. 4 Haziran’da ifadeye çağırıldık. Bunların hepsini buradaki sosyal görevlilere de ilettik.”
Doktorlar çeviri kabul etmiyor
Almanya’ya gelmemek için koşullarını zorladığını belirten Tütenk, politik kimliğinden dolayı uzun yıllar cezaevinde kalma tehlikesi olduğundan mecbur kaldığını dile getiriyor. Ülkede yaşadığı gelecek kaygısını Almanya’da da yaşadığını söyleyen Tütenk sözlerini şöyle noktalıyor: “Mültecilik çok farklı bir yaşam. Psikolojik ve ekonomik olarak çok büyük bir baskı altındasınız. Asgari düzeyde bir yaşamınız oluyor. Markette bile sınıf farkını görebiliyoruz. Hamile bir kadın arkadaşım rahatsızdı ve Almanca bilmiyordu. Bu yüzden doktora da düzenli gidemiyordu. Doktor telefonla görüşme ya da telefondan çeviriyi kabul etmiyordu. Bebeğini kaybetti. Başka bir doktor ‘İki ay önce gelseydin bebeğini kurtarabilirdik’ demiş. Aslında bu da bir tür ırkçılık. Siz yeni geldiğiniz bir ülkenin dilini nasıl bileceksiniz ki? Kurumlar size bir rehber tutmalı; her kurumda Arapça ve Türkçe bilenler olmalı.”
Korkuyla yaşadık
Oğlunun geleceği için 2 yıl önce Almanya’ya iltica eden Esma Aktaş kampların zorluğunu bildiğini ancak gördüğü tablonun umduğundan çok daha vahim olduğunu dile getiriyor. Aktaş, “Almanya’ya kadın ve çocuk haklarının öncelik olduğunu düşündüğüm için geldim. Kamp ortamlarının zor olabileceğini biliyordum ama bir kadın ve çocuğun yaşayamayacağı kadar zor olabileceğini düşünmüyordum. Kamp ortamları gerçek anlamda güvenirliğini yitirdi diyebilirim. Uyuşturucu adeta rutin bir hal almış. Sıkıntılı olanları polis gözaltına alıyor fakat kısa zaman sonra tekrardan aranıza salıveriyor. Can güvenliğimiz yok. Kaldığım kampta oğlumla beraber bir bıçaklı kavganın arasında kaldık; oğlumun psikolojisi bozuldu. Saldırıyı yapan kişinin tekrardan aramıza gönderilmesiyle tamamen çöktük. Kamptan transfer olmak istedik ancak bir muhatap bulamadık. 4 ay korkuyla yaşadık. Oğlumu doktora götürdüm şu an ilaç kullanıyor. Ailelerin kaldığı bir kamp ortamı olabilir. Kadınların ve çocukların olduğu özgün bir yer yaratılabilir ama yapmıyorlar. Kamp ortamlarında tacizler de yaşanıyor. Ama kadınların çaresi yok, susuyorlar” diyor
Adeta bir işkence
Ekim 2023 tarihinden bu yana Tegel mülteci kampında kalan Cem Urun ise politik nedenlerle Almanya’ya iltica etmiş. Kampta 5 bin kişinin kaldığını aktaran Urun, her gün yeni çadırlar kurulduğunu ve kapasitenin 7 bin kişiye çıkarılacağını söylüyor. Kampta kalanların yaklaşık bininin Kürt 3 bininin ise Ukraynalı olduğunu anlatan Urun, kampın cezaevinden tek farkının dışarı çıkabilmeleri olduğunu dile getiriyor. Urun, “Dışarı çıkıyoruz dediysem o da öyle rahat değil. İşlemlerimiz yapılmadığı için otobüs kartımız yok. Bu yüzden kaçak çıkmak zorunda kalıyoruz. Kampta her bir çadırda 400 kişi kalıyor. Üstümüzde çatı, kaldığımız bölmelerde bir kapı yok. Perdelerle ayrılmış; herkes her yere girip çıkabiliyor. Yemekhane ortak, banyo ortak, tuvalet ortak. Tuvalet ve banyolar genelde bozuk olduğu için kullanamıyoruz. Bu temel ihtiyaçlarımızı gidermek için çadır kentin dışına çıkmak zorunda kalıyoruz. Soğuk havalarda bu yolları gidip gelmek adeta bir işkence gibi” diyor.
Türkiye’de temel hakların belli bir zümre tarafından kullanılmasına alıştıklarını ancak Almanya’nın da pek bir farkının olmadığını vurgulayan Urun şöyle devam ediyor: “Bu kadar iş bilmez insanın bir arada olduğu bilmiyordum. Dört ayda buradaki yaşanan sıkıntılar yüzünden ‘Öleceksek kendi topraklarımızda ölelim’ diyerek en az 15 kişi geri dönüş yaptı.”
Can güvenliğimiz yok
Geçtiğimiz yıl Kasım ayında ırkçı saldırıya uğradıklarını söyleyen Urun, saldıranların AKP’nin Türkiye’ye daha sonra Avrupa’ya taşıdığı DAİŞ’in etkisindeki insanlar olduğuna dikkat çekiyor. Saldırıyı anlatan Urun, “Bize saldırırken ellerinde Kuran ile ‘Kafir Kürtler, sizi burada istemiyoruz’, ‘DAİŞ’in yapamadığını biz yapacağız’ diye slogan atıyorlardı. Suriye ve Irak Araplarıydı. Bu saldırının temel nedenlerinden biri çalışanlar arasında belli kamplaşmaların olması. Güvenlik çalışanların çoğu Arap mültecilerden oluşuyor. Bir bakıma mülteciyi mülteci ile terbiye etmeye çalışıyorlar. Bir polis baskınında gece vardiyasında çalışan 185 personelin 87’si kaçak işçi çıktı düşünebiliyor musunuz? 55 kişinin güvenlik sertifikası bile yoktu. Zaten bunun farkındaydık, bizim gibi mülteci olanlar, denetleme olmadığı için gece birer önlük verilip güvenlik görevlisi oluyorlardı. Saldırıda bir arkadaşımızın burnu kırıldı. Bunu yapan kaçak çalışan kişilerden biriydi. Bu kaçak güvenlikçiler aynı zamanda saldırganlara bıçakları temin eden kişilerdir. Saldırı gece başlayıp sabah 8-9’a kadar devam etti. Bizler de mecburen savunmaya geçtik. Aileleri güvenli çadıra aldık ve 15-20 kişi çadırın dışında ailelerin güvenliğini sağladı. O gece güvenliğin yapması gereken tahliyeyi biz yaptık. Saldırının ardından başka bir çadıra aktarıldık. Saldırıdan bir gün sonra güvenlik görevlileri bize saldıran bir iki kişiyi yeni çadırımıza aldı. Bizi tespit ettikten sonra 40-45 kişi ile tekrar saldırmaya çalıştılar. Burada can güvenliğimiz yok. Kamp yönetimine yaptığımız başvuruların hiçbiri olumlu sonuçlanmadı” diyor.
***
İntihara dair şüphe yoktu
Yaklaşık bir yıldır Frankfurt kentine yakın Büdingen kasabasında bir iltica kampında kalan Rıdvan Örnek ise Baden-Württemberg’e ait Balingen kampında 6 Aralık’ta intihar ettiği iddia edilen 21 yaşındaki Faruk Örnek’in abisi. Kardeşinin şüpheli ölümünden 5 saat önce onunla konuştuğunu anlatan Rıdvan Örnek, şöyle devam ediyor: “Ben de Almanya’ya gelince çok mutlu oldu. Kaldı ki ablası ve eniştesi de buradaydı. Kendisiyle sık sık görüşüyorlardı. Ölümünden bir gün önce beni aradı. Gayet iyiydi. İntihara dair küçücük bir şüphe dahi yoktu. ‘Nasılsın? İyi misin’ diye sordum. Güleç bir ifadeyle cevap verdi. Biraz konuştuk kapattık. Daha sonra akşam yeniden aradım, ulaşamadım. Biraz geçtikten sonra yine aradım interneti kapalıydı ulaşamadım. Endişelendim, sağa sola sordum. Ardından Faruk’un Balingen kasabasında bir caminin avlusunda kendini ağaca astığını duydum.”
Otopsi yapılmadı
Faruk’un ölümünün ardındaki şüpheleri de anlatan Örnek, “İlk önce bana Balingen kasabasında bulunan caminin hemen yanında bir kulübeye çıkarak ipi ağaca attığını söylediler. Olay yerini gidip görmek istedim. Bahsedilen Türk camisine gittiğimde beş metre yükseklikte bir ağacı gördüm. Yanında herhangi bir kulübe yoktu. Kardeşim bu yükseklikteki ağaca gece yarısı o soğuk havada ipi nasıl atmış ve nasıl intihar etmiş bilmiyorum. Bir ikincisi, insan kendini astığında boynu kırılmaz mı? Faruk’un kırılmamıştı. Camiyi görmeye gittiğimde imamıyla konuştum. Bana o güne dair görüntülerin olduğunu söyledi. Anlatılanlara göre Faruk gecenin ikisinde elinde telefon ışığı ile cami avlusunda dolanıyor. Birkaç gün sonra görüntüleri sorduğumda ise kayıtların otomatikman silindiğini söyledi. Faruk’un süreciyle ilgili bir hafta oyaladılar; ‘Bekleyin otopsi sonuçları çıkacak’ dediler. Fakat bir kaç gün sonra Faruk otopsisi yapılmadan bize teslim edildi. Polis, Faruk intihar ettiği için bir otopsiye gerek görmediklerini söyledi” diyor.