Politik psikoloji ile barışı düşünmek

Dosya Haberleri —

Barış

Barış

  • Bu yazınının motivasyonu konuyu popüler siyasetin dışına çekip tartışmak olduğu için politik psikoloji kavramlarından yararlanılmaya da çalışıldı. Olayın toplumsal boyutta nasıl yankılanabileceği hakkında fikir yürütme davetiyesidir.

ÖZGÜR BARIŞ DEMİR

Türkiye’nin temel sorunlarından biri olan Kürt sorunu politikacıların ve güç odaklarının söylemleri arasında sıkışıp kalmış durumda. Yaklaşık 20 yıllık son süreçte özellikle milliyetçi ve sağcı politikalar, meseleyi çözmek yerine daha da derinleştiren bir rol oynadı. Oysa bu kadar karmaşık bir sorunun çözümünde, sosyal bilimlerin ve sivil inisiyatiflerin katkısı hayati önem taşıyor. Ancak mesele, popülist ulusalcı siyasiler ve gazeteciler tarafından genelde dar ve kutuplaştırıcı bir çerçevede tartışıldığı için, barış çabaları sürekli baltalanıyor.

‘Terörist’ dediğinle barışamazsın

Barış çabalarının sürekli olarak baltalanmasının temel sebebi inkardır. Bu durum, Rojava’da süregelen savaş ve Türkiye’deki barış arayışlarındaki çarpıklıkla net bir şekilde anlaşılabilir. Suriye Demokratik Güçleri’ni (QSD) sadece Kürtlerden oluştuğu algısı yaratılarak tam da ulus- devlet ağzıyla çoğulcu demokratik bir yapıyı Kürt düşmanlığı üzerinden savaş açılıyor. Böylesi demokratik bir yapıya “izin vermeyeceğiz” naraları atılıyor.

Dünya demokrasilerine örnek olacak bu yapıya düşmanlığın altında hangi gerçek var? Kürtleri, Türk ulus- devleti eritemediği için ürettiği Kürt düşmanlığı ve inkarcı devlet geleneği var. Çözüm söylemlerinde dahi bu tutumu sergilediğini görebiliriz. Örneğin, "terörü bitirelim" söylemiyle ortaya konan yaklaşımlar, samimiyetten uzak olduğu kadar meselede çözümsüzlüğü ve tıkanmayı beraberinde getiriyor. Bu, sorunun özüne inmek yerine onu sığ bir zemine hapsetmektedir. Bu sığlığı ifşa etmek tam da hakikati söylenmekten çekinmeyecek gazetecilerin işidir.

Yeni mi anladılar acaba?

Bahçeli bir gece rüyasında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı gördü de umut hakkından öyle mi bahsetti? Tabii ki de Sayın Öcalan‘ın ve QSD’nin farkındalar. Ortadoğu’da şu anda demokratik bir aktör olarak öne çıkan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın gücü ve kapasitesi, bölgenin istikrarı ve barışı adına önemli bir potansiyele sahiptir. Bu artık bütün taraflar tarafından bilinen bir gerçek. Ancak, bu potansiyelin hayata geçirilmesi önündeki engel Türk devleti. Bu gerçeğin farkına varıp gerekeni yapmamak tarafsız değerlendirdiğimizde bir paradoks olarak görünse de 40 yıldır üretilen ‘terör’ yaftasını bir günde silmeleri sonlarını getireceği de açıktır. Çünkü yıllardır beslendikleri ‘terör siyaseti’ çöktü, Ortadoğu da bu siyaset işlemeyeli çok oldu.

 

Algıda ve duyguda barış yansımaları

Barışın neden bu kadar zor olduğunu anlamak için, meselenin politik psikolojinin kavramları ile de tartışılması gerekiyor. Çünkü barışın önündeki engeller, yalnızca siyaset sahnesinde değil, toplumsal hafıza, duygular ve algılar gibi katmanlarda da gizli.

Sadece siyasetçilerin konuşması meselenin dar ve yetersiz bir çerçevede ele alınmasına neden olduğunun bir kere daha altını çizmekte fayda var, bunun nedeni elbette siyasi profillere baktığınız zaman anlaşılıyor. Meseleler entelektüel olmayan siyasilerle de tartışıldığı için kaba ve sağ popülist yaklaşım ortalıkta kol geziyor. Oysa barış sürecinin ilerlemesi için meselenin İnsan ve toplum bilimleri perspektifinden anlaşılması büyük önem taşıyor. 8 politik psikoloji kavramlarıyla tartışalım.

1-Kolektif Narsizm ve ötekileştirme

Kolektif Narsizm kavramı Frankfurt Okulu’ndan 1930’lu yıllardan Erich Fromm ile Theodor Adorno öncülüğünde tartışılan kavramdır. Bu kavram bir grubun kendilerini yüce, üstün ve yenilmez görmesini tarif eder.

Kolektif Narsizmden kaynaklan, bir grubun kendi üstünlüğüne dair abartılı bir inancı tehdit edildiğinde sert savunmacı tepkiler ortaya çıkar. Türkiye’de sıkça görülen bir fenomen olan bu durum, milliyetçi söylemlerde barizdir. “Bir Türk dünyaya bedeldir, Türk’sen öğün değilsen itaat et. Ne mutlu Türküm diyene” algısının yarattığı politikaların izdüşümü Kürt ve azınlık politikalarıdır.

Kolektif Narsizmin yaygın olduğu bir toplum, "Biz" grubunun sürekli olarak "onlar" tarafından tehdit edildiği algısı ile düşmanlaştırıcı bir ortam yaratır ve bu ortamda kendini var eder. Türk sinemasından hareketle ‘hain Kostok’ diyebiliriz bu fenomene. Barış girişimleri düşmanlaştırıcı ortamı yok edeceği için bu grupların çıkarına terstir, "grubun çıkarlarına ihanet" “vatana ihanet” veya "zayıflık" olarak görülür.

Çözüm sürecinde barışa yönelik girişimlerin "vatan hainliği" veya "ülkenin bölünmesine yol açma" korkusuyla eleştirilmesi parti fark etmeksizin sağ popülist cenahlarda sürekli yankılanıyor.

2- Travmatik kolektif hafıza

Geçmişten günümüze kadar yaşanan iç çatışmalar, darbeler, politik cinayeteler, köy yakmaları, zorla göçertmeler, afetlerde yardımsız bırakılmalar toplumun kolektif hafızasında derin izler bırakmıştır. Günümüzde bu travmatik olayları hatırlatan politikalar devam etmekte. Travmaların sürekli yeniden hatırlatılması, geçmiş düşmanlıkların canlı tutulmasına neden olur. Yaşananlarla hesaplaşılmaması, sorumluların yargılanmaması gruplar arası güvensizliği artırır. "Daha önce de aynısı olmuştu, bu yüzden diğer gruba güvenemeyiz" düşüncesi, barışın önündeki ciddi bir engeldir. Dolayısıyla hesaplaşma ve güven ortamı zorunluluktur.

3- Duygusal kutuplaşma

Empati eksikliği. Gruplar arasında empati geliştirilmediğinde, diğer grubun ihtiyaçlarını ve acılarını anlamak zorlaşır. Bu, "onlar bizim gibi değil" düşüncesini besler. Bu grupların davranışlarını anlamama körlüğünü beraberinde getirir. Yerel seçimlerdeki Kürt halkının hangi duygularla hareket ettiği çok az kesim tarafından kavranması da bu duruma örnektir.

Medyanın rolü: Ana akım medya organları kutuplaştırıcı söylemleri körükleyerek bu duygusal ayrımı artıran bir noktada. Ana akım "gazetecilerin" meseleyi hala ‘terör’ meselesi olarak konuşması. Kürt realitesinden uzak olduğu kadar barış duygusundan çok savaşma duygusuna sevk eden bir noktadalar. Demokrat görünümlü Kemalist gazeteciler halk gerçeğini konuşurken “terör” tanımlaması bunun en bariz örneğidir. Bir de Türkiye televizyonlarında herşeyologların duygusal kutuplaşmayı körüklemesi tam bir facia tabii.

 Bu durum barış çabalarına karşı güçlü bir direniş oluşturur; her iki taraf da yalnızca kendi mağduriyetini merkeze alır.

4- "Kurtarıcı" algısı

Güçlü liderlik ve "kurtarıcı" figürlere duyulan ihtiyaç, toplumda tek bir kişinin ya da grubun doğruyu bildiği inancını pekiştirir. Tek adam rejimi de bu inancı besleyerek, geniş çaplı toplumsal meselelerin çözümünde kolektif çabanın önemini gölgeler. Oysa toplumsal barış, bireysel değil, kolektif bir çabanın ürünüdür. Barışı açıkça savunan liderlerin, toplumda barış kültürünü yaygınlaştırmada kritik bir rol oynadığı açıktır. Kürt Halk Önderi Öcalan gibi barışı en açık savunan liderlerin diğer siyasi aktörler tarafından desteklenmesi gereklidir. Karşısında barışı açıkça savunan bir liderin olmaması da büyük bir eksikliktir. Ortadoğu’da lider figürler batıdan daha çok etkin rol alıyor. Bu bağlamda, MHP’nin çatışmaları sona erdirmek için Sayın Öcalan’ı önemli bir aktör olarak görmesi, ideolojik çizgisiyle çelişiyor gibi görünse de çatışmayı bitirebilecek tek liderin Sayın Öcalan olduğu gerçeğiyle örtüşüyor.

Barış sürecinin başarılı olabilmesi için, barış dilini konuşan iki liderin varlığına ihtiyaç vardır. Taraflardan biri barış, diğeri ise ‘terörle mücadele’ dilini kullandığı takdirde, barış ortamı sağlanamaz.

Toplumun bazı kesimleri, barış süreçlerinin "güç kaybı" yaratacağı korkusuyla, otoriter bir lidere daha fazla bağımlı hale gelebilir. Bu durum, yenilikçi ve kapsayıcı barış stratejilerine kapalı bir tutumu besler. Barışın toplumsallaşması, yani geniş kitlelerce içselleştirilmesi ve sahiplenilmesi gereklidir. Ancak barışı toplumsallaştırabilecek liderlerin eksikliği, bu hedefin önünde önemli bir engel oluşturur. Barışa dair söylemler ve liderlik, toplumun tüm kesimlerini sürece dahil eden bir anlayışla geliştirilmelidir.

 

5- Toplumsal algılar ve etiketler

Türkiye'de Kürt sorununun barışçıl yöntemi önündeki engelleri, "terör" etiketi, ötekileştirme, tarihsel inkar ve asimilasyon politikaları, "teklik" anlayışları, siyasal manipülasyonlar, medya etkisi ve milliyetçi algılar gibi toplumsal algılar ve etiketler olarak sıralayabiliriz.

Bir diğer algı ise barış çabaları, bu çaba bazen toplumsal algıda negatif şekilde çerçevelenir: "Barış isteyenler zayıftır."

"Barış girişimleri, teröristlerle iş birliği yapmaktır."

Bu algılara sahip gruplar engellenmezse barış çabalarını desteklemek cesaret isteyen bir tutum haline gelir; insanlar, damgalanmaktan korkar. Zaten günümüzde barışın cesaret isteyen bir iş olmasının da nedeni bu.

6- Adalet algısı ve mağduriyet yarışı

Barış sürecinde her iki tarafın da adalet duygusu ve inancı inşa edilmelidir. Burada iş daha çok egemen olana düşüyor. Adil ortamda eşit yargılamalarla mağduriyetlerin anlaşılması önemlidir. Egemen tarafında konumlandırılmış ve mağdur edilmiş kişilerin de barış görüşmelerinde mağduriyetlerinin anlaşılması beklenir. Çünkü gruplar, genelde kendi mağduriyetlerini daha öncelikli görür ve diğer tarafın acılarını dışlayabilir. Bu durum muhatapların görüşmelerinde aşılsa bile toplumsal olarak aşılması önemlidir. "Biz daha çok acı çektik" yaklaşımı, karşılıklı çözüm üretme çabasını baltalar. Bu dinamiği konuşurken egemen olanla, halk hareketi arasındaki ayrımı objektif bir muhatapla belirleyip faili doğru ortaya koymak gerekiyor! Toplumun her kesiminde eşit düzeyde adalet algısının oluşturulması gerekir. Zor olan ama imkansız olmayan bu.

7-İdeolojik katılık ve değişim korkusu

Sabitleşmiş kimlikler: İnsanlar, kendi ideolojilerini ve kimliklerini tehdit altında hissettiklerinde değişime karşı direnç gösterir. Bu, özellikle uzun süre devam eden çatışmalarda tarafların barış sürecini bir "teslimiyet" gibi görmesine yol açabilir.

İdeolojik engeller: "Biz haklıyız, onlar haksız" düşüncesi, müzakereyi baştan imkânsız hale getirir. Bu yaklaşımı dünyada artık yeni demokrasi anlayışının şekillendiğini, farklı iletişim araçlarının değiştiğini, adalet ve özgürlüklerin farklı tartışıldığı bir dünyada tekrardan konuşmak gereklidir. İdeolojik katılıklar demokrasiyi beslemedikleri gibi barışa da hizmet etmezler. Arap sosyalizminin çöküşleri bu noktalarda iyi anlaşılmalı.

8- Sosyal öğrenme ve toplum dinamikleri

Nesiller arası geçiş: Kutuplaşma ve nefret söylemi, aile ve çevre yoluyla nesilden nesile aktarılır. Çocuklar, çatışan taraflara dair önyargıları erken yaşlarda öğrenir. Bu öğrenme davranışı uzun yıllar normale dönmüşken, tersini konuşmak toplumsal klişeleri yıkmak toplumda sapma olarak algılanabilir.

Sosyal normlar: Barış çabalarını destekleyenler "normalden sapma" olarak görülebilir ve toplumun dışına itilebilir.

Bu da tabii bütün dinamiklerin sonucu olarak değişebilen durumlardan birisi.

 

Ne Yapılabilir?

1- Empati geliştirme: Tarafların bir birilerinin yaşadıklarını kamuoyu önünde deklere etmesi.

2- Kolektif travmanın iyileştirilmesi: Travma failleri ile hesaplaşma ve ortak bir geçmiş inşa etmeye yönelik açık diyaloglar ve uzlaşma çalışmaları.

3- Önyargıların azaltılması: Medya okuryazarlığı ve eleştirel düşünme becerileriyle ötekileştirici söylemleri sorgulamak.

4- Adalet duygusunu güçlendirmek: Egemen olanın adaletli davranma iradesini ortaya koyması gerekiyor. Her iki tarafın da taleplerine eşit mesafede yaklaşılarak adalet algısını güçlendirmek.

5- Kapsayıcı liderlik: Güçlü liderliğin, toplumu birleştirici bir şekilde hareket etmesi.

Bu tür psikolojik engellerin anlaşılması ve üzerinde çalışılması, Türkiye’de barış çabalarının daha etkili ve sürdürülebilir olmasına katkı sağlayabilir. Bu yazınının motivasyonu konuyu popüler siyasetin dışına çekip tartışmak olduğu için politik psikoloji kavramlarından yararlanılmaya da çalışıldı. Olayın toplumsal boyutta nasıl yankılanabileceği hakkında fikir yürütme davetiyesidir. Elbette 8 maddeye sığmayacak kadar geniş bir mesele olduğu da açık.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.