Kürt’e tefsirli ırkçılık
Dosya Haberleri —
- Osmanlı’da eğitim müfredatına tefsir adı altına girmiş ve uzun yıllar okutulmuş, Bursalı İsmail Hakkı’nın “Ruhul-Beyan” adlı kitabına dikkatleri çeken CÎK başkanı Turhallı: “Ömer oğlu Abdullah’ı da yazdığı tefsirde zikrederek, delil üretmeye çalışan Bursevî, Kürde olan nefretini Kur’an tefsirini kullanarak ve İslam adına dillendiriyor.”
- Devlet dininin Diyanet İşleri Başkanlığının türetildiği Şeyhülislamlık kurumunda görüldüğünü anlatan Turhallı: “Osmanlılarda, Şeyhülislamlık makamı, iktidar sahiplerinin günahlarını ve kirli işlerini meşrulaştırmak için faaliyet yürütmüştür. Bu katliamların hepsinde dönemin Şeyhülislamlarının fetva ve cevazları vardır.”
Türkiye’de hüküm süren AKP/MHP İslami kisveli Türk üstünlükçü rejim, Muhammedî İslam’a kast edenlerin devamı ve aynı genetik kodları taşıyor. İslam’a dönük ırkçı saldırıların anlatıldığı bu bölümde CÎK Başkanı Ahmet Hafız Turhallı, sahabeyi ve Peygamberin torunlarını katleden ‘paralel İslam’ın’ Osmanlı’da da devam ettiğini ve halkı hurafeler ile nasıl esaret altına aldığını yazdı.
Halen kitapçılarda Tefsir adı altında satılan İsmail Hakkı Busrevî’nin yazdığı “Ruhul-Beyan” 1700’lerden başlayarak yıkılıp dağıldığı tarihe kadar da Osmanlı’da din insanı yetiştiren mekteplerin başlıca kaynağı olduğunu anlatıyor. Kitap Kürt halkına hakaret olduğu kadar yeni cumhuriyete miras Kürt düşmanlığı ve ırkçılığın Kuran’ı Kerim adına iftiralarla dolu bir vesikası.
CÎK Başkanı Hafız Ahmet Turhallı'nın Ramazan ayına özel olarak kaleme aldığı, Türk, Arap ve Fars iktidarlarının İslam’ı çıkarları için nasıl kullandığını anlattığı 4 bölümden oluşan yazı dizisinin ikinci bölümünü yayınlıyoruz...
İslam’a karşı devletin dini-2- HAFIZ AHMET TURHALLI
“Bir insanı haksız yere öldürmek, bütün insanlığı öldürmektir. Bir İnsanı yaşatmak bütün insanlığı yaşatmak kadar hayırdır.” Der Kur’an. (Maide 32)
İslam’ın oluşturduğu ve bizden istediği yaşatma prensibinin ne kadar acımasızca ve vahşice kullanıldığına tarihimiz ve bizler şahitlik etmekteyiz. Tarihi, dinleri, peygamberleri nasıl yalan, aldatma ve çarpıtmalarla kişisel çıkar için kullandıkları, doğru yaşamı ters yüz ettikleri günümüzdeki sözde İslam devletleri ve iktidarların uygulamalarında görüp yaşıyoruz. Bunların yaptıklarının onda birini laik, liberal, demokrat bir iktidar yaptığında ise hemen saldırıya geçip: “Vay kafir ve zalimler” diye kıyameti koparırlar ya da “Zalimler için yaşasın cehennem!” diye yeri göğü inletirler.
İslam kisvesine bürünmüş iktidarlar
Günümüz ve geçmişte İslam adına iktidar olduğunu iddia eden yönetimlerin amel ve uygulamaları incelendiğinde, Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği İslam Dini ile hiçbir alakasının olmadığı anlaşılacaktır. İslam kisvesine girmiş iktidarlar, İslam’ı adeta karşıt bir dine dönüştürmüş ve özünden koparıp topluma sunduğu gerçeği ise bir hakikat olarak önümüzde duruyor. İslam Dini kadar hiçbir din tahrife uğratılmamış, kendi değerlerinden kopartılmamış ve tam karşıt bir duruma getirilmemiştir. Emevîlerin iktidarı mutlak ele geçirmesi ile İslam Dini kendi oluşturduğu değerlerin tam karşısına yerleştirilmiştir. Baskı, korku ve zulüm ile İslam Dini yerine adeta ‘Emeviİslam’ı’ oluşturulmuş ve İslam olarak ihdas edilmiştir. İslam değerlerine karşı paralel değerler oluşturulmuş, din adına Emevi Hanedanı, İslam öncesi iktidar pozisyonundan daha güçlü bir şekilde tekrar iktidar ve dokunulmaz olmuştur.
İktidarların silahı rolüne dönüştürüldü
Bu süreçte peygamberin torunları ve yol arkadaşları katledilmiş ve toplumun kahır ekseriyeti bu yeni iktidarın ve oluşturduğu paralel dinin esareti altına alınmıştır. Sonrasında güç olan Abbasiler ve arkasında gelen diğer saltanat iktidarlarının hepsi aynı yolu izlemiş ve İslam Dinini çıkarları ve iktidarlarını sağlamlaştırmak için kullanmışlardır. Tarihte adı geçen saltanatların hepsinde İslam ve din adına sultana bağlı kurumlar, dini müesseseler oluşturulmuştur. Şeyhülislamlık diye adlandırılan bu kurum; dini bir libas ve söylem aracılığı ile içerde ve dışarda şahıs ve topluluklar üzerinde zor ve zulüm aygıtı olarak işlev görmüştür. Allah ve din adına mazlumlara, fakirlere ve muhaliflere karşı İslam Dini iktidarların kılıcı ve silahı rolüne dönüştürülmüştür.
Saltanat sürdürdüler
Müslümanların tarihi irdelendiğinde, başka bir hakikat ile de yüzleşmekteyiz!
Din adına saltanat sürdürenlere bağlı kuruluşlar, dürüst İslam alimlerini, dürüst müminleri ya da saltanatın yarattığı zulme karşı gelenleri asi, bozguncu ya da terörist ilan ettiği de başka bir hakikattir. İslam değerlerinin iktidarlarca kullanılmasına karşı çıkan İslam alimlerinin ve iman ehli Müslümanların akıbetleri, dinin gerçek prensiplerini sahiplenme bedeli olarak, zindan, sürgün ve ölüm olmuştur.
Muktedirlerin katlettiği alimler
Örnek: İmam Azam (Ebu Hanife), İmam Ahmet bin Hanbel, İmam Malik, İmam Şafii, İbniTeymiye ve Şiilerin bütün imamları bu zulüm cenderesinden geçmiş ve birçoğu katledilmiştir. Bu Alimleri katledenler; nasıl bu Alimlerin kurmuş oldukları mezhepleri tanımışlardır?
Yani İslam alimleri diye tarihte bize örnek olarak anlatılanların hemen hepsi, kendilerine İslam halifeleri diyen muktedirler tarafından zulme uğramış ve yok edilmişlerdir. Bu katliam ve zulümlerin fetvaları da Hristiyanlık ’tan kopya edilen ve kurumsallaştırılan Şeyhülislam adı verilen iktidar kurumlarının cevazı ile gerçekleşmiştir.
Fetvayla kardeş katleden Osmanlı
Osmanlılar ise bu durumu çok daha derinlikli ve sistematik bir biçimde uygulamışlardır. Osmanlılar döneminden de kısa bazı değerlendirmeler yaparak konumuza açıklık kazandıralım: Osmanlılarda, Şeyhülislamlık makamı, iktidar sahiplerinin günahlarını ve kirli işlerini meşrulaştırmak için faaliyet yürütmüştür. Padişahtan sonra en çok öne çıkan ve taltif edilen kurum, din adına hareket ettiğini söyleyen ve bu işleri yürüten Şeyhülislamlık kurumudur. Örneğin İktidarları için padişahlar kendi kardeşlerini, çocuklarını, amcalarını ve yakınlarını bu kurumların fetvaları ile katletmişlerdir. Bu katliamların hepsinde dönemin Şeyhülislamlarının fetva ve cevazları vardır.
Osman Gazi (1299-1326) amcası Dündar Bey’i öldürerek hanedanda “aile katliamını” ilk başlatan kişidir. Murat Hüdavendigar (1360-1389) oğlu Savcıyı idam ettirmiş ve kardeşleri İbrahim ve Halil’i de katletmiştir. Kur’an ve Peygamber ise insan katliamını en büyük günah olarak görmekte ve öğretmektedir.
Amaç toprağa konmak
“Kim de bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde devamlı kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa 93)
Sadece din adına hükümranlık yapan Osmanlıların katlettikleri yakınlarını yazmaya kalkarsak buna ciltler dolusu kitaplar yetmeyecektir. İçeride bu vahşetler uygulanırken, dışarıya karşı geliştirilen savaşların hepsi de kendi iktidarlarını genişletmek mala ve toprağa konmak amacına yöneliktir.
Şeyhülislamlık müessesi
Bütün bu ölümlerin ve fesadın fetvaları da din adına Şeyhülislamlık müessesi tarafından verilmiştir. Bu cürümleri işleyenler ne yazıktır ki meşruiyetlerini de bu kurum ve kişilerden İslam adına almışlardır. Dinin iktidar için ve onun lehine yorumlanmasını ve bunun bir din haline getirilmesini sağlayanlar, sadece dünya maaşeti ve mevki karşılığında bu işi yapmışlardır. Oysa İslam’ın vazettiği prensipler bu yapılanların tam karşıtı prensiplerden oluşmaktadır.
Osmanlılar’ dönemindeki müfredattan milletlerin tekfir edilmesi hakkında bir örnek vererek durumu anlayalım: Din adına sadece bireyler, topluluklar, partiler, mezhepler ya da başka din taraftarları değil milletlerin de katliamlara tabi tutulması amaçlanmış ve defaatle bu durumlar uygulanmıştır.
1700’lerde başlayan Kürt düşmanlığı
Kürtler hakkında Osmanlıların Müfredatına girmiş olan ve tefsir derslerinde Osmanlının esas ders kitabı olarak okutulan “Ruhul-Beyan” isimli İsmail hakkı Bursevi’nin 1700’lerin başlarında yazılan bu tefsirin orijinalinde, şunlar yazılıyor: Kürtler talancı ve çapulcudurlar. Bırakın onları İslam’ın ümmetinden saymayı onlar insan bile değiller. Üç yüz yıl boyunca temel ders kitabı olarak Osmanlıların medrese tedrisatında okutulan bu tefsirden, sadece bir cümlelik ifade görmektesiniz.
İsmail Hakkı Bursevi 1653-1726 yılları arasında yaşamıştır.
Tefsirindeki yazımlarına ise şöyle devam ediyor:
Kürt’e olan nefret
12 ciltten oluşan eserin 5. cildinin 497. sayfasında Bursevi, sözü dönüp dolaştırıp, Kürtlere getiriyor ve Kürt milletine İslam adına ağır hakaretlerde bulunuyor. Hz. İbrahim'in yakılmak istendiği anlatılan Kuran-ı Kerim'in Enbiya Süresinin 68. Ayeti'ni incelediğini söyleyen ve tefsir eden Bursevî; iftiralarını desteklemek içinde "Hz. İbrahim'in ateşe atılma fikrinin Kürtlerden geldiğini söylüyor.” Hz. Ömer'in oğlu Abdullah’ı da tefsirinde isim düzeyinde delil olarak kullanıyor.
Ancak Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'ın gerçekten böylesi ifadeleri bulunup bulunmadığı ya da kimden duyduğuna dair herhangi bir kaynak gösteremiyor. Allah’a iftira edenlerin Hz. Ömer’in oğluna iftira etmeleri gayet normal değil midir? Ömer oğlu Abdullah’ı da yazdığı tefsirde zikrederek, delil üretmeye çalışan Bursevi, Kürt’e olan nefretini Kur’an tefsirini kullanarak ve İslam adına dillendiriyor.
Din adına toplu katliamlar
Kurdistan dışında bütün Osmanlı medreselerinde temel eğitim kitabı olarak okutulan ve Arapça yazılan bu eser "Rûhu'l-Beyân" din adına nasılda kişileri ve milletleri muktedirlerin ihtiyaçlarına göre hedef gösterdiğini ve gösterildiğini bize göstermiş oluyor. Din adına milletlerin toplu katliamlarına davetiye çıkaran bu devlet dini, kendisini İslam’ın sahibi olarak toplumlara pazarlayarak adeta müşteri kazanıyor. Milletleri din adına kırımdan geçirmenin fetvasını veren bu imparatorluğun Müderrisiliğini ise Bursevi ve onun gibiler yapıyor.
Kürdistan'a hiç gitmemiş ve Kürtleri tanımamış olan Bursevî, neden Kürtler hakkında bu kadar canice yazımlar yapıyor? Allah’ın dinine iftira edecek kadar nasılda alçalıyor. İşte devlet dinini bu kesimlerin yalan ve iftiralarından öğrenmekteyiz. Para ve iktidar karşılığında kendilerini satanların akıbeti ve zelilliği böylece dünyada da teşir ediliyor.