Özgürlük ahlakı
Nagihan AKARSEL yazdı —
- Özgürlük tam da hayatımızın merkezinde, bizi biz yapan, varoluşumuza mihmandarlık yapan en önemli erdemimizdir. “Olmak ya da olmamak”ın en temel ölçüsüdür. Ve bunu belirleyen de ahlak ve politika ile olan ilişkisidir.
“Tarlalara ve ufka / Kuşların kanadına / Gölge değirmenine / Yazarım adını” diyor Paul Eluard, “Ey Özgürlük” şiirinde. Şiirinin her bir dörtlüğü tahakküm altında inleyen toprakların, yüreklerin, suların özgürlük aşkını anlatır adeta. İkinci Dünya Savaşının zulmüne karşı direnişin tutkulu anlatısıdır şiiri.
Okuldaki defterlerden, devrim kasırgasının terine, kumlar, korlar üstünden özgürlük savaşçısının mavzerinin üstüne ve zindandaki özgürlük tutsağının düşlerine damlar şiiri.
Yaşamın mottosu, yani deyişi vardır bir de şiirinde: “Senin için doğmuşum özgürlük…” İlham kaynağı sevmek ve seçmektir bir de. Evrendeki çeşitliliğin, çoğulluğun özgürlüğün ta kendisi olduğunun anlatısıdır. Ve bu anlatının yaşam bulma alanı, varlığın kendine saygı temelinde sezgisel zekası ve özgür iradesiyle gerçekleşen seçme yetisidir.
Kürdistan’da ise en çok, “Arzu duymaz yokluğa / Çırılçıplak yalnızlığa / Ölüm basamağına...” yazılır şiiri. “Kafes içinde doğan kuşlar, uçmanın bir hastalık olduğunu düşünür”* çünkü. Varlığının anlamına yabancılaşmıştır Kürdistan. Kayıtlarda olmayan adı ile buluşması gerekir önce. Muazzam bir mücadele ile dünyanın en özlü, en yiğit, en yılmaz insanlarının hücreleri karışır toprağına. Uyanması, kendisinin bilgisine ulaşması için. İmralı’da büyük bir yalnızlığı göze alan ve çarmıha gerilen çağın bilgesinin Rêber Abdullah Öcalan’ın hücre hücre, an an süren adanmışlığının bilgisi, emeği ve mücadelesi ile canlanır. Ve, “Özgürlük evrenin amacıdır diyesim gelir” diyen sesi kulaklarımızda çınlar.
Lakin kafes içinde doğanların uçma fobisi ile karşılaşır her durakta. Özgürlüğe hacimli külliyatlar, aşklı yürekler adanmış olsa da. Tüm bunlar akışkan yaşamımızın merkezinde olan bu kavramı anlamamıza yetmez yine de. Varoluşumuzu anlamlandırmamıza yetmez. Evrenin ruhunu, bir başka deyişle monadını anlamamıza yetmez. Varoluşumuzun temel özelliği olduğu halde tahakkümün, iktidarın sınırında sıkışan, donan, inleyen, itaate, korkuya, kaygıya meyillenmiş benliğimiz bunu anlamaz.
Öyle ki özgürlük doğadan, evrenden, yaşamdan kopuk düşsel bir eylemmiş gibi gelir bize. Doğrunun, iyinin ölçüsünün akıl ile erişilen bilimsel yasalar olduğuna inanırız hatta. Modernizmin toplumsal zenginlikten, iyi, güzel ve doğrunun bilgisinden mahrum bırakarak, aynılaştırıp tektipleştirdiği insana sunduğu doğma, tabu, itaat ve yasaklar ise ahlakın ölçüsü olur. Kapitalizm tarafından ahlakın yerine hukuk ikame edilir. İnsanın insan olmasının ölçüsü olan toplumsallığına ve bunun en temel momenti olan ahlak ve politikaya karşı en büyük tuzak böylece kurulur.
‘Ahlak nedir’ sorusunun cevabı da, tıpkı ‘özgürlük nedir’ sorusuna verilen cevaplar gibi doğayı, toplumu, yaşamı algılama biçimlerimizle bağlantılıdır. Örneğin din sınırları içinde ahlak dinsel kurallara uygun yaşamaktır. Devlet sınırları içinde ahlak yasalara ve devlet otoritesine sadık kalmaktır. Erkek egemen zihniyet için ahlak, kadın ruhunun ve bedeninin “namus”, “iffet” gibi kavramlarla teslim alınmasıdır. Bu tuzak en çok da ahlakın ve politikanın kaynağı olan özgürlük kavramı tahrif edilerek yapılır. Liberalizmin, “siyaset ve ahlak azaldıkça özgürlük artar” şeklindeki önermesi ve ahlak ile özgürlüğün göreceli kavramlar olduğu yalanı bunun kaynağı olur.
Oysa özgürlük tam da hayatımızın merkezinde, bizi biz yapan, varoluşumuza mihmandarlık yapan en önemli erdemimizdir. “Olmak ya da olmamak”ın en temel ölçüsüdür. Ve bunu belirleyen de ahlak ve politika ile olan ilişkisidir. Özgürlüğü sadece düşünsel bir bağlamda ele almak ona yapılacak en büyük haksızlıktır. Özgürlük yaşam kadar gerçektir. Ve mücadelesi verilmesi gereken en temel değerdir. Arendt’in dediği gibi “modern dünyada geleneğin ve dinin otoritesini yitirmesiyle özgürlükle başbaşa kalan, ancak özgürlüğün getirdiği sorumlulukla başa çıkamayan insan; totaliterliği kucaklayıp sözde yasa ve kurallara teslim olmayı seçerek kendi geleceği ve insanlık durumunu tehlikeye atmıştır”… Unutmayalım hayatımızın her alanına sinen korkulara, kaygılara kaynaklık eden sorun özgürlük ahlakı ile aramızda olan mesafedir ne yazık ki.
İnsanın özsaygı ilkesi temelinde kendini tarihsel toplumsal değer kaynakları ile gerçekleştirmesi ve yaşamını toplumsal sorumlulukları ekseninde inşa etmesinin kararlılığını ifade eder özgürlük ahlakı. Yaşamımızın her alanında varolan postal izlerinin yarattığı yaralar ile başetmenin yolu özgürlük ahlakından geçiyor. Bu kadar yara berenin, kan ve katliamın ortasında yaşanan korku ve kaygılar ile başetmenin tek yolu bu. Kafes içinde doğmak kaderimiz değil. Uçmanın bilgisi yanıbaşımızda, özgürlük öğretimizde… Bunun farkındalığıyla eyleme geçelim sadece.
* Alejandro Jorowsky