Pişkinliğin siyaseti
Nagihan AKARSEL yazdı —
- Yaşar Kemal’in dediği gibi, “Bir öldürme makinesi İNSANOĞLU şu yeryüzünde." İNSANOĞLU tüm bu felaketlerin tek sebebi.
Yara izlidir. Kanar bir süre. Sonra kurur zamanın dehlizlerinde. Kaybolmaz ama. Tenin, ruhun, kimliğin ya da düşüncenin -aslında nereden yara aldıysan en çok oranın- üzerinde bir iz olarak sürdürür varlığını. Yaraların da tarihi vardır yani. Bireyde ya da toplumda, doğada ya da evrende farketmez, yara yaradır. İz bırakır illa ki. Canlıysan vardır bir yaran ya da yaraların. Yaşamın belirtisi belki de…
Laf-ı güzaf bir çağda anlam üreten bir kimliğin yaraları ise rahatsız eder ‘İNSANOĞLUNU’. Çünkü adı üstünde insan oğludur tüm yaraların müsebbibi. Anlam arayan ve üretenler kimliğini o yaraların izinde inşa eder çünkü. Sancısını güce dönüştürüp, varlığını özgürlük imgesine yatırır. Uzun bir zamana yayılmış, fiziki imhanın ötesinde yıkımları olan kültürel bir soykırıma karşı zırhlarını kuşanır. Doğanın, kadının ve Kürt halkının talihi birbirine benzer bu yönüyle. Çarmıha gerilmenin kitlesel halini yaşar her üç kimlik de. Yaşar Kemal’in dediği gibi, “Bir öldürme makinesi İNSANOĞLU şu yeryüzünde. Ne gelirse, kim çıkarsa öldürüyor, havada uçan kuşu, denizde yüzen balığı, öldürecek hiçbir şey bulamazsa kendini öldürüyor”. İNSANOĞLU tüm bu felaketlerin tek sebebi.
Felaketin kısa süreli taarruzuna maruz kalan halklar, inançlar, kadınlar ya da doğa ona karşı savunmasını da yapar illa ki. Kısa bir zaman diliminde gücünü seferber edip mücadele eder. Ama adım adım uzun bir zamana yayılarak işletilen soykırımın bıraktığı yaralar daha derin olur. Jenosid (soykırım), femicide (kadın kırımı) ve doğa katliamı ile karşı karşıya olan coğrafyamız bu konseptle kuşatılmış durumda. Kendi çukurunda debelenen sömürgeci ırkçı zihniyet tek tek özel ve psikolojik savaş yöntemleri ile derin bir konsepti uygulamakta. Seçilen her sözcük, kurulan her cümle, atılan her bomba, panzerlerin altında ezilen her çocuk, yakılan her şehitlik, istif edilen her kemik, kaybolan her genç kadın, tecavüz edilen her kadın, adalete yatırılan her bedene karşı olan öfke, yakılan her orman, yapılan her baraj, talan edilen her kutsal mekan, av listesine alınan her hayvan, kimliksiz bırakılan her cenaze, sularda boğulan her mülteci bu politikadan muaf değil. Hepsi İNSANOĞLU’nun aşırı kar hırsı ve sermaye birikimi ile bağlantılı gelişen ırkçılığın, sömürgeciliğin, cinsiyetçiliğin, bilimciliğin eseri. Ve bu kadar net olduğu halde gerçeği bulanıklaştırmak için elinden geleni yapan siyasetin bir ürünü. Kürt halkının özgürlük mücadelesini kırmak için kullandığı milliyetçi işbirlikçi Kürt’ün Türk devletinin ağzıyla değerlerine saldırması gibi. Satılmışlığının, ihanetçiliğinin çetelesi bariz bir şekilde ortada olan pişkin işbirlikçi ihanetçi siyasetçilerin güdü eksenli sendromları ile Kürt halkının meşru savunma hakkı ve öz savunmasının karalanması gibi. Akademisyen bir kadının kalemiyle sömürgeci siyasetin tecavüz sopasının meşrulaştırılması gibi. Yerli bir müteahhidin parasıyla kutsal mekanların, suların, yolların talan edilmesi gibi. Varlığı Özgürlük Hareketinin mücadelesine bağlı olan ilkel milliyetçi Kürt işbirlikçilerin bugün düşman saflarında onların borazanlığını yapmakla kalmayıp kendi ipini çekmesi gibi.
Kürdistan Kadın Özgürlük Mücadelesinin bugün ürettiği anlam ve değerler 21. yüzyılın karakterini belirlediği halde, özellikle Türkiye’de feminist çevrelerden yeterince destek almaması gibi. Batman üzerinden saldırılan Kürt halkının toplumsal değerlerini koruyan kadınların aradan geçen 20 yılda Kürdistan’da kurdukları kurumlar ve yarattıkları yaşam alanları, yaptıkları eğitimler ile yarattığı değişim dönüşümü 2019’da yapılan bir araştırma ile kendileri ortaya koymuşlardı oysa.
Tüm bu örnekler sömürgeciliğin, ırkçılığın ve cinsiyetçiliğin hem bireyde hem siyasi camiada yeni mealinin pişkinliğin siyaseti olduğunu gösteriyor. Ulus-devletin resmi kültürü dışında kalan tüm maddi ve manevi kültürel değerler çarmıha geriliyor. Dünyanın gözü önünde bu politikalar çok aleni bir şekilde gerçekleştirildiği halde herkes üç maymunu oynuyor. İnsanlığın ve ekolojik çevrenin sömürü kaynağına dönüştürülmesine göz yumman için her yöntem uygulanıyor. İşin en acı yanı bu politikalardan muzdarip olan ezilenlerin kendi öz savunma mekanizmalarını dahi sorgular hale gelmesi oluyor. Oysa öz savunma olmadan nasıl var olabiliriz ki…