Apê Osman ve Musa Anter
Dosya Haberleri —
- Apê Osman, “Etrafımıza 7 kişi toplamıştık, Şeyh Sait devrimini desteklemeye gitmek istiyorduk ama olmadı” diyordu. Bizim de öyle oldu. Ölüm üzerine ölüm, hamle üzerine hamle ve zulüm altındaydık, buna rağmen durmadık.
- Ben Musa Anter’i 1970'lerde görmüştüm. Dört-beş arkadaştık, DDKO’dan çıkıyorduk. Dev-Genç'in eylemleri vardı. “Çocuklar, bunlar birbirlerine girdiler, biz kendimizi bu fırtınadan iyi koruyalım” diyordu.
ABDULLAH ÖCALAN
Büyük şehidimiz Apê Osman; yerini doldurmuş bulunuyoruz. Doldurmamış olsaydık üzülürdük. Kendimizi çok güçlendirmişiz. Onu birkaç defa ziyaret etmiştim. Bizi tanıdı. Biz Apê Osman’ı tanıdık, neyi temsil ettiğini de. Yüzlerce şehidimiz, ülkeye gitmeden önce, onun yanına gittiler. Birbirini tamamladılar, moral güç aldılar. Gittiği her yerde söylerdi, çok şey söylüyordu. Siz biraz uzaklaşmış olabilirsiniz, ama o büyük bir yurtseverdi.
Diğer yandan Kurdistan’da 50 yılı aşkın bir süre yurtsever kalmış, sonuna kadar bağımsızlık ve özgürlüğe bağlı ve hiç taviz vermemiş. Kurdistan’da böyle temiz kalmış insan kolay bulunmaz, biliyorsunuz. Hepimize vasiyeti vardı. Sizlere vasiyetini sonuna kadar söyledi, bu vasiyet tutulmalıdır.
Arkadaşlar anlatıyor, ölümü kabul etmediğini, gözleri ölümü reddettiğini söylüyorlardı. Evet onun rüyası Kurdistan’dı. Son görüşmemde özlemleri güzeldi. İsterse kendisini Kurdistan’a götürebileceğimizi söyledim. Kurdistan’ı anlatıyordu;
1925 yılından bahsediyordu: “Bir müfreze hazırlamıştık gitmek için” demişti.
6 ay sonra intikamımızı aldık
PKK tarihinde bir şehidimiz vardı. Düşman onu vurmakla, bizi daha çok korkutup vazgeçirmek istiyordu. Gerçekten de dünyamız yıkıldı sandık. Birkaç gün şehidimizin yolunda yürüyelim dedik. Ne bir silahımız, ne de ölümü göze alacak bir arkadaşımız vardı. Biz düşmana yüklenmek, intikam almak istedik. Sonra da partiyi ilan edecektik, kanlar boşa gitmemeliydi. Yoldaşımız Haki'nin şehadetinin daha yılı dolmadan, anısına partiyi ilan ettik ve 6 ay sonra da intikamımızı aldık. Sonra Hilvan ve Siverek kavgamız meydana geldi. O kavga Kurdistan’da yeni bir adım oldu.
Bir şehidin anısına, parti kurmaya söz vermiştik. İntikamını alacaktık. Silah için henüz hazır değildik. İmkanlarımızı birleştirip birkaç silah almaya karar verdik ve başladık. Partiyi bu şekilde oluşturmaya başladık. Hem düşman üzerimize geldi, hem de biz onun üzerine gittik.
18 yaşında bir delikanlı
Bunları niçin anlatıyorum? Anılara dürüst yaklaşım gösterilirse, ölüm olmaz. Büyük şehidin ölümüyle ilgili ne yapılabilir diye düşünüyorum: İşte; bir yaşlıydı, 70’ini, 90’ını doldurmuştu denmemeli. Ben böyle şehitlerin 18 yaşındakilerle aynı olduğunu söylüyorum. Niçin? Çünkü yaşamları bir amaç uğruna geçmiş, amaçtan uzaklaşmamışlar. Amacı çok temiz tutmuşlar. Kürt ulusal sorunuyla her gelen oynamış, her gelen satmış; kendilerini lider görmüş, kendi inançsızlıklarıyla yurtseverliğe zarar vermişler. Ülkeye ve halka zarar vermişler. Bunlar neyin liderleridir? Lider böyleyse millet nasıl olur? Baş neyse ayak da odur.
“Suruç'a kadar gittim, ama arkamda kimse kalmadı” diye tamamlamıştı. Biliyorum: Türklerin zulmü, Kemal dönemidir. Cesaret edip adım atmak bile büyük bir olaydır. Şeyh Sait ayaklanmasını da iki günde yerle bir ettiler, hiçbir şey bırakmadılar. Mustafa Kemal’in rejimine karşı çıkmaya tekrar cesaret etmek önemli bir noktadır. Uzun bir süre direniyor. Burada şu söylenebilir: Kurdistan’da, halkımızın içinde, böyle sağlam ruhlu birinin çalışması yürümüyor. Genellikle de cumhuriyetten sonra olmak üzere, 1925’ten sonra her başkaldırışta vurdular. Öldürdüğünü öldürdü, kendine bağlayabildiğini bağladı, korkan da kaçtı. Kürtlük her geçen gün bir ölü düştü. Bu unutulmamalı. Bundan sonra Kürtlerin ölümü hız kazandı. Türkiye Cumhuriyeti'nden önce Kürtler böyle düşmemişti; dilleri, örf ve adetleri güçlüydü. Türklerden daha güçlüydü.
Melê Abdullah'ı da gördünüz. O da 50-60 yıl Mustafa Kemal’in zulmüne karşı durmuş, sakalını kesmemiş. 97 yaşında yanımıza geldiğinde 18 yaşında bir delikanlı gibiydi. Gerilla nizamıyla hareket ediyordu. Eğer insanın inancı tamsa kurtulmuş sayılır. Ruhları güçlü, moralleri yüksekti. Sonuna kadar Kurdistan’ı yaşıyordu.
Gözleri, nefesi ülkedeydi; sönmemişti, açıktı. Bunlar ülkenin üzerinizdeki büyük gözleridir. 50-60 yılı nasıl bu ülkeye vermişler, ruhlarını satmamış ve kendilerini bağımlı hale getirmemişler? Biri yaşlı bir molla, diğeri 90 yaşlarında bir yurtsever. Her ikisi de bizi gördü ve yoldaş oldular. Onlarla dostluğumuz, yoldaşlık ilişkilerimiz büyüktü, güçlüydü. Bu büyük insanlarımızla konuşmalarımız oldu, üzerinde durun!
Apê Osman gibi yalnız geldim
Direndiler, ruhlarını satmadılar. Şu yana, bu yana attılar kendilerini, dağlara sığındılar. Bazılar dağ başlarında yıllarca mahkum kaldı, yalnız kaldı. Bu mıntıkalara gelip senelerce yalnız kaldılar. Onurlarını ve ruhlarını bırakmadılar. Bir kesimi tenezzül edip devletlere bağlandı. Kürtlük ölümden çok bunların eliyle düştü. Bu büyük şehit bunları kabul etmedi.
Böyle büyük ve dürüst bir insanın oluşu, anısı üzerinde durulur, dostluğu iyi anlaşılırsa, akıllı davranan birisi çok büyük şeyler yapabilir. Tarihe biraz bakılsa anlaşılır. Osmanlılara karşı, TC'ye karşı geldiler. Kimisi oraya, kimisi şuraya ve bir bölümü de buraya kadar geldi. Siz kendiniz de buralara geldiniz. Geçmişinize bakın, Türk barbarlığı birçok halkı kırdı. Ermeni ve Rum bırakmadılar, birçok insanı yok ettiler. Üzerimize de öyle geldiler, ben de buraya geldim. Yeni bir siyasetin, yeni bir düşüncenin olduğunu biliyordum ve elimizden gideceği tehlikesini görüyordum, onun için buraya geldim. Apê Osman gibi yalnız geldim.
Biz Kürdüz
Bir Kürtçe kelime tutuklanmaya, öldürülmeye sebep teşkil ediyordu. Biz, 1970’lerde “biz Kürdüz” gibi birkaç kelimeyi ölümü göze alarak söyledik. “Düşman ne yaparsa yapsın” dedik. O zaman en büyük iş “ben Kürdüm” demekti. Ben kendim 1970’te “biz Kürdüz” dedim. Bu iki kelimeden başka ne bilincimiz, ne de cesaretimiz vardı. Ama bu kelimeler insana ne hatırlatıyor, insanın başına ne getiriyor, insandan ne istiyor? Ne olmuş Kürde, Kurdistan neresi, nasıl sömürgeleştirilmiş̧, nasıl parçalanmış ve en önemlisi de nasıl kurtarılabilir? Neyle kurtaracaksın? Etrafında kimse yok. Kime yanaşsan, senden kaçıyor. “Kendini yaktın, çocuklarımızı yakma” diyorlardı. İşimiz yıllarca böyleydi. “Sonuna kadar varım” diyen bir arkadaş̧ yok. Kaçıyorlardı. Kürt ulusunun davası bu denli düşmüştü. Tabii siz burada biraz yurtseverdiniz, Kürtlüğünüzü inkar etmiyordunuz, ama Kuzey'de böyle değildi.
O günleri hatırladığımda ve bugünlerle karşılaştırdığımda, bugünler cennettir. O günler karanlık günlerdi. Ülke gitmiş, isim gitmiş, halkın adı yok. Üstüne üstlük kendi kendini de inkar ediyor. Kimse yoktu. “Ben Kürdüm” dediğimde utanıyor, “kuyruklu olanlara Kürt denir” deniliyordu. Hiç kimse “ben Kürdüm” demiyordu.
Bir halk adına yapacakların şeref ve namustur. Bunun dışında hiçbir değerimiz olamaz. Üzerinde dürüst bir Kürt ismi varsa iyi, gerisi hep yalandır. Kendimize bir isim yakıştırmışsak arkamızın olup olmadığına bakarız, yoksa utanırız. Düşmana kaç gün dayanabiliriz? Etrafında gönüllü bir dostun kalır mı, kalmaz mı? Kim sana isteyerek ekmek verecek? Yalnız başına ağa, kendi başına bir dağsın.
O günlerde biraz yurtseverliğimiz, Kürtlüğümüz vardı, güçlüydük, duyuyorduk. Yine de küçük görmüyorum. Bu şehidin meselesinden dolayı bahsediyorum. Kalsaydım, iki ay daha geçseydi giderdi, hiçbir şey kalmazdı. Birkaç kelime söylemiş, yurtseverlik yönünde iki adım atmış̧, o da giderdi, sonuçta hiçbir şey kalmazdı. 12 Eylül’de, düşmanın planına göre Kürt kalmamalıydı. Yeryüzünde Kürtlük kalmazdı. Buralarda heder olan değerlerimiz gibi, bu şehidimiz de giderdi, unutulurdu.
Kürt ruhu
Apê Osman, “Etrafımıza 7 kişi toplamıştık, Şeyh Sait devrimini desteklemeye gitmek istiyorduk ama olmadı” diyordu. Bizim de öyle oldu. Ölüm üzerine ölüm, hamle üzerine hamle ve zulüm altındaydık, buna rağmen atılımlarımızı durdurmadık. Kötü talihi biraz kırdık. Giden gelmiyor, düşen kalkmıyor. Kürtlerin tarihinde bu ne anlama geliyor? 15 Ağustos Atılımı bu gibi şeyleri ıslah etti. Neydi bu? Ne kadar düşmüşsen, dardaysan, yalnız kalmışsan da, eğer doğru bir siyaset ve yurtsever bir ruha sahipsen, kendini koyuvermemişsen, büyük işler becerebilirsin. Kürt ruhunun bu yanıyla ayağa kalktığını söyleyebiliriz. Bin yıldır düşmüş olan, nefesi kesilen o ruh, yalnız bir-iki kişide kalmıştır. Ne için? Ölmemişim direnişe varım demek için. Apê Osman’ın bu adımla olduğunu iyi biliyoruz. Çok bilinçli bir insandı. 15 Ağustos Atılımı’nın üzerinde çok yoğun duruyordu. Haberleri günlük olarak takip ediyordu. Atılan adımın ne olduğunu, tarihi anlamını ve yerini biliyordu.
Son görüşmemizde şöyle bir durum oldu: Ben haberleri dinleyebileceğine ihtimal vermiyordum. BBC’yi dinlemişti. Bize anlattı. Hastaydı, ayakta duramıyor, dikilemiyor, ama haberleri dinliyor ve bizim gibi takip ediyordu. Ülkede olup bitenlerden haberdardı. “Ölümü kabul etmiyorum” diyen Kürt ruhu vardı. Tabii önceleri de yüzlerce şehit onun yanına gitmiş, cesaret almış, cesaret vermişler. Sonuçta, 15 Ağustos sonrası burada yurtseverlik güçlendi.
Burada varolan nedir? Burada varolan büyük yurtseverlik ruhunun kalışıdır. Belki siz kendiliğinden yurtsever olduğunuzu sanıyorsunuz, ama öyle değil. Eğer burada öyle güçlü bir yurtseverlik kalmışsa, yol gösterici büyük bir ruh olmasındandır. 1984 atılımından sonra tüm ruhlar birleşti. Bu ruhlar silah oldu, yoldaş̧ oldu, halk ordusu oldu ve şimdi “ölüm kalmamış̧” denilebilir.
Kürt aydınlanması
Bir Kürt aydınlanması var. Özellikle mensupları tarafından ne kadar az kavransa da, bir değişik aydınlanma türü var. Buna rönesans deniliyor. Ben buna şu açıklığı da getirebilirim: Şimdi Kürt rönesansının bazı özellikleri olmak zorundadır. Bir Fransız aydınlanmasının temellerinin daha öncesinden, on altıncı yüzyıllardan başladığını bilirsiniz. Daha önce bazı felsefi akımlar çıkar. Daha sona bazı edebi akımlar, yine diğer bazı düşünce ekolleri gelişir. Bilimsel icatlar başlar, devrimci yazın giderek hızlanır ve Fransız Devrimi'yle patlak verir. Aşağı yukarı, en azından bir 200 yıllık tarihten söz edebiliriz.
Bir Rus Devrimi 1825'lerde başlar, 1850'lerde edebiyat dönemi, akımı başlar. 1870'lerde büyük narodnik hareketi gelişir. 1890'larda Marksist hareket gelişir. 1900'lerde büyük devrimci altüst oluşlar başlar. O da en az 100-150 yılı bulur. Kürt cephesi böyle değildir. Kürt aydınlanmasının beklemeye tahammülü yoktur. Kürt cephesinde her açılım başarılacaksa, bitirilecekse, çok daha kısa bir sürede olmak zorundadır. Çünkü uygulanan baskı, Kürt’ü dilinden tutunuz, ekonomik yaşamına kadar her yanından kontrol ve egemenlik altında tutarak inim inim inletmektedir. Katliamcı, jenosit türü bir yönetimdir. Bu yönetimde Kürt nefes alamaz durumdadır. Bu nedenle Kürt aydınlanması, bizim aydınlanmamız, kısa sürmek durumundadır.
Kısa sürecek... Bir de yalnızca yeni kuşakları değil, eskileri de aydınlatacak, denebilir mi? Musa Anter örneğini kastediyorum..
Evet. Musa Anter bu türün bilinen, en heyecanlı örneğidir. Musa Anter, uzun yıllar şiir, roman, tiyatro yazdı. Hep yasaklandı, bir türlü gün yüzüne çıkarılamadı. En son bizimle bir aydınlanma bularak, hayalindekilerin nasıl bir kitleyle, öncüyle hayata geçirildiğini gördü ve bir delikanlı gibi canlandı.
Musa Anter’le karşılaşma
Bir değerlendirmesi var. PKK öncesinde de Kürt mücadelesinin olduğunu söylüyor. Gelişme var. Fakat PKK'ye kadar ancak sıfıra kadar gelişmiş. “Sıfırın altında eksilerden sıfıra getirilen bir mücadeledir” diyor. Demek, gerçeği anlamış̧. Kendini tanımlayarak, “ben sıfıra kadar getirdim” demek istiyor. Gerçektir ve benim söylediğimin kanıtlanması oluyor. Şimdi ortaya çıkan durum şudur; bazı ulusların birkaç yüzyılda ve birçok akımla, eğilimle ve ardı sıra böyle dönem dönem geliştirdikleri yeteneklerin hepsini biz içiçe, birdenbire ve patlamalı bir biçimde gerçekleştirmek zorundaydık. Bunun nedeni mevcut baskıları ve yüzyılların olumsuz tarih birikiminin bizi buna mecbur etmiş̧ olmasıdır. Benim kişiliğim bir yerde bunun somut ifadesidir. İşte, Musa Anter de, en eski yurtseverlerden biri. 1950'lerden itibaren edebi yanı ağır basan bir çaba içine giriyor. Tabii ki, daha sonraki sert yönelimler karsısında susturuluyor, yerine oturtuluyor. Sağlam politik bir çizgiye, çalışmaya yönelmiyor, ama Kürtlük bilincini koruyor. Çoklarının içine düştüğü ihaneti tam içine oturtamıyor, fırsat buldukça canlanıyor. Ben 1970'lerde kendisini görmüştüm. Dört-beş̧ arkadaştık, DDKO’dan çıkıyorduk. Dev-Genç'in eylemleri vardı. “Çocuklar” diyordu, “bunlar birbirlerine girdiler, biz kendimizi bu fırtınadan iyi koruyalım.” Öyle bir değerlendirmesi vardı. Canlanmak istiyordu, fakat DDKO ve daha sonraki Kürt hareketleri fazla bir gelişme şansına sahip değillerdi. Ama kalbinde, hep Kürtlük vardı. Fırsat buldukça da her türlü adımı atabiliyordu.
77 yaşında bir militan
PKK'nin büyük direniş̧ hamlesini gördü ve ona soyluca yaklaştı. Onu adeta 77 yaşında bir delikanlı durumuna getirdi, canlandı. Yeni Ülke’nin, Welat'ın, Özgür Gündem'in en üretken muhabiri, yazarı oldu. HEP Kongresi'ne de katılmıştı. Basına yansıyan, bizim ana ile birlikte bir gösterisi de olmuştu. Böyle yürekli veya anı değeri yüksek olan tutumlar aldı.
Gerillaya yüksek değer biçiyordu. Kesinlikle soysuzca yaklaşmadı. Din üzerine gerçekçi değerlendirmeler yapıyordu ve cesur tavırlar geliştiriyordu. Kemalizm üzerine, politikacılar üzerine oldukça cesur tavırlar geliştiriyordu.
Ve kısaca; ömrünün sonuna doğru, tam bir militan söylemine ulaştı. Hiçbir endişe taşımadan, devrimci tarzda yaklaştı. Ve sanıyorum son Diyarbakır'a gelişi de militanca tarzın bir devamıdır. “Ölsem de ülkemde, korkusuzca...” dercesine bir geliştir.
Apê Musa partiye bağlı bir Kurdistan yurtseveriydi. Büyük Kurdistan şehididir. Demek ki, şehitlerimize vereceğimiz en iyi karşılık çok gerçekçi yaklaşmak, tam devrimci tarzda cevap vermek ve mutlaka hem anılarını yüksek bir devrimci gelişmeyle yerine getirmekle yükümlüyüz. Bu temelde Özgür Gündem adına şehit olan çalışanların da anısına daha bağlı olacağımıza ve gereklerini güçlü bir biçimde yerine getireceğimize söz veririz.
* Bu değerlendirme Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Tarih Günümüzde Gizli, Biz Tarihin Başlangıcında Gizliyiz” kitabından derlendi.