Bir Araf: Göç etmek ve kalmak
Nevra AKDEMİR yazdı —
- Göçün nasıl ve neden gerçekleştiğinin ardındaki itici güçler doğası gereği karmaşıktır. Ekonomik, sosyal ve politik pek çok nedenle kişiler gitmeye ve kalmaya karar verebilir, der göç literatürü ancak bu nedenler yeterli değildir.
Göç önemli pek çok konuyu içinde barındırıyor ancak kriz veya problem olarak tanımlanması son derece yeni. Tarih boyunca göç yaşanmayan bir yer yok, hatta bir zaman dilimi bile yok. Çağdaş anlamda göç ise akademik metinlerde itici ve çekici faktörlerle anılıyor. Pek çok göçmen grubu için göç sürecinin belirleyici özellikleri var. Bunlar hem yerinden edilmiş gruplar, hem kabına sığamayanlar; hem gönüllü-zorunlu göçmenler; veya daha gündemdeki tanımlarla konuşursak, ister expat olarak nitelenen yüksek becerilerle çalışmak için iyi bir iş buldukları yere taşınanlardan bahsedelim, ister işgücü anlaşmalarıyla geçici olarak alınan ama sonra emekliliklerine kadar gittikleri yerde kalan işçilere bakalım; ister özgürlük ve istikrarlı bir hayat için daha iyi olmasa da iş koşulları yine de ülkeden ayrılan yeni göç dalgasına da rengini veren kitleye bakalım farklı nedenler ve deneyimlerin arasında yine de akademik çalışmalardaki bu geniş kapsamı tartışmaya imkan verir.
İtici faktörler kişilerin kendi yaşadıkları ülkede yaşamaktan vazgeçmelerinin nedenleridir. Çekici faktörler ise göç edilen ülkenin göçmenlere sunduğu avantajlardır. Genelde göç kararı bu iki kuvvetin bileşkesinde oluşur. Göçün nasıl ve neden gerçekleştiğinin ardındaki itici güçler doğası gereği karmaşıktır. Ekonomik, sosyal ve politik pek çok nedenle kişiler gitmeye ve kalmaya karar verebilir, der göç literatürü ancak bu nedenler yeterli değildir. Zira kişiler sadece rasyonel kararlar veren “homo-economicus”’lar değildir. İnsanların aileleri, politik mücadele hedefleri, umutları ve hayalleri, korkuları ve zaafları; hatta toprakla, denizle, kentle, dağla, taşla, yemekle kurdukları ilişki ve aidiyetler bile bu yukarıdaki soğuk kategorilerden daha önemli olabilir.
Göç, genellikle dünya çapında daha az gelişmiş ülkelerden daha gelişmiş ülkelere ve bölgelere doğru, refah aralığı boyunca yürür. Daha iyi yaşam ve iş için bir başka ülkeye göç etmek, bugün yüksek gelirli ve düşük gelirli ülkelerin hiyerarşideki yerini korumasına neden olsa da bu ülkelerdeki sağcılar tarafından adlandırılması farklı. Piyasalaşma ve neoliberal çıkmazlardan kaynaklanan tüm sosyal refah kayıplarının suçunu kendilerinden göçmenlere yıkmanın bir zemini. Refah uçurumunu giderek açmak ama yine de göçmenlere bu paydan daha az aktarmanın, yani bir iç sömürge yaratmanın da. İşin tuhaf yanı göçmenin mazlum mu yoksa nankör mü olduğu sadece göçmenin nereli olduğu sorusuyla bağlantılı değil, aynı zamanda politik görüşleri olup olmamasına da bağlı. Aynı zamanda göçmenlerin göç etme nedenleri ortadayken, kendi toplumlarınca da “mücadeleden kaçtıkları” gibi bir suçlama ile karşılaşmaları ve borçlu hissettirilmeleri de fail ile mağdurun yerini değiştirme riski taşıyor.
Dahası, özellikle iklim değişikliği kaynaklı kuraklıklar ile tarımsızlaşmanın da savaş ve diğer politik baskı gibi yerinden edilen kitleler yaratmaya devam ediyor. Bugün de geçmişte olduğu gibi yollarda pek çok insanın ölmesi, becerilerinden yoksunlaşması, dilsizleşmesi, toprağından kopması anlamına geliyor. Varlıklarına el konularak zorla sürülen nüfuslar hala pek çok ülkenin yüzleşmesi gereken tarihlerin asli yarası ve insanlık suçu. Bu nüfusların dünyaya dağılan varlıkları sayesinde bu yara hala söz konusu kararı veren imtiyazlıları rahatsız ediyor, ki bu nesilden nesile hem imtiyazların hem de utancın miras kalmasına neden oluyor.
Refah uçurumu gibi güvence uçurumu da bir diğer göç nedeni. İşin ironik yanı, hem kurumsallaşmış ırkçılık hem de piyasalaşma nedeniyle güvence arayışında daha da güvencesizleşme ile karşılaşan göçmen sayısı giderek artıyor. Özellikle iltica ve evlilik yoluyla göç ise insanı pişman edecek büyüklükte bir şiddet döngüsünü, içinde barındırıyor. Türkiye’den son dönem göç edenlerle yapılan röportajlara baktığımda göçmen tüm olumsuzluklarına ve göçün tüm olası kayıplarına karşın Türkiye’den gitme kararı vermek, Türkiye’deki umudun kırılması daha doğru ifadeyle, varolan koşullara karşı mücadelenin zayıflaması ile ilgili. Elbette burada bir yumurta tavuk ikilemi de var. Zira Gezi dönemi ve ardından barış sürecinde pek çok insan Türkiye’ye ve mücadele etmek istediği kentlerine yeniden dönmek için özel çaba harcamıştı. Belki de göçmenleri suçlayıcı dilde konuşmak, sağcıların “ya sev ya terket” veya “Auslander Raus!” sloganındakinden farklı anlamda olsa da mağdur suçlayıcılığa düşme tehlikesini içerdiğini ve bunlardan önce mücadelenin gidişatını konuşmanın acil olduğunu unutmamak gerekiyor.