Çocuklarımıza sözümüz var
Dosya Haberleri —
- Gözaltında kaybedilen gazeteci Ferhat Tepe’nin annesi Zübeyde Tepe, "Çocuğum kaçırıldıktan sonra, 10 gün boyunca gitmediğimiz yer kalmadı. 10 gün sonunda Ferhat’ın cenazesini Elazığ kimsesizler mezarlığında bulduk. O tarihten bu yana oğlumun katillerini bulmak için mücadele ediyorum" diyor.
- Beyaz Toros ile evinin önünden kaçırılan Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun, "Evet biz kayıplarımızı bulamadık ama başka insanların kaybedilmesine engel olduk. Biz kayıplarımızın faillerinin bulunup yargılanmasını istiyoruz ve bu oluncaya kadar kayıplarımızdan ve Galatasaray Meydanı’ndan vazgeçmeyeceğiz” diye vurguluyor.
- Barış Annesi Aklime Keskin de, "Devlet ne kadar savaş ve ölüm istiyorsa bunun karşısında bizler de barış ve demokrasi istiyoruz ve bunun için mücadele ediyoruz. Dünyayı bizim başımıza yıksalar bile barış demekten vazgeçmeyeceğiz. Kimse bizden diz çökmemizi beklemesin" diyor.
- Barış Annesi Bedia Gökkızıl: "Ben sağ olduğum sürece çocuklarımın davasının yanındayım. Ben çocuklarıma söz verdim. Çocuklarım bana ‘anne biz barış için savaşıyoruz’ dediler. Ben yaşadığım sürece kızımın izinde olacağım. Kimsenin çocuğunun cenazesi annesine ve babasına torba içinde verilmesin diye mücadele edeceğim.”
ERDOĞAN ALAYUMAT/İSTANBUL
Cumartesi Anneleri ne kayıplarından ne de kendilerine yasaklanan Galatasaray Meydanı’ndan vazgeçiyor.
Zorla kaybetmelere ilişkin bilinen ilk uygulamalardan biri Nazi Almanyası’nın 1941’de yürürlüğe koyduğu “Gece ve Sis” Kararnamesi. Bu kararname ile işgal edilmiş ülkelerde yaşayan direnişçiler gece saatlerinde tutuklanıp Almanya’ya gönderilip burada özel mahkemelerce yargılandıktan sonra ölüme ya da hapse mahkum edilmişlerdir. Kaç kişinin bu yöntemle kaybedildiği bilinmemekle birlikte farklı kaynaklara göre 5 bin 200 kişinin bu yöntemle kaybedildiği belirtiliyor.
Zorla kaybetme politikası 1960’lardan sonra Güney Amerika ülkelerinde siyasi muhalifleri etkisizleştirmek amacıyla sistematik olarak uygulandı. Brezilya, Uruguay, Şili, Peru, Guatemala ve Arjantin’de askeri darbeler sonrasının militarist iktidarları bu stratejiyi uyguladı. Zorla Kaybetmelerle ilgili Arjantin Hakikat Komisyonu’na (CONADEP) göre bir kısmı işkence ile öldürülen, bir kısmı sakinleştirici ilaçlar verildikten sonra uçaklarla okyanusa atılarak kaybedilen tahminen 30 bin kişiden sadece 8 bin 960 kişinin kimlikleri tespit edilebildi. Türkiye’de zorla kaybetmeler tarihi ise 24 Nisan 1915 tarihinde 234 Ermeni aydının kaybedilmesiyle başlar. Erken Cumhuriyet döneminde Sabahattin Ali olmak üzere, muhaliflere yönelik zorla kaybetme politikası kimi tekil örnekler üzerinden uygulandı. 1980’li yıllara gelindiğinde ise gözaltında kayıp vakaları artmaya başlar. 1980’den 2004 yılına kadar kimi dönem azalsa da devlet yurtsever, devrimci ve sosyalistlere dönük kaybetme politikasını aralıksız sürdürdü.
Türkiye’de net sayı bilinmiyor
Türkiye’de toplam kaç kişinin zorla kaybedildiğine ilişkin kesin ve net bir veri henüz ortaya koyulamadı. Bu alanda çalışmış tüm kurumların listeleri incelediğinde 12 Eylül 1980 darbesinden bugüne kadar toplam kaybedilen kişi sayısı bin 352 olarak tahmin ediliyor. Bu rakam faili meçhul cinayetlerde katledilenleri kapsamıyor. Ancak Kurdistan'da 17 bin kişinin "faile meçhul" olarak katledildiği kaydediliyor.
Zorla kaybetme uluslararası hukukta insanlığa karşı bir suç olarak tanımlanıyor. Birleşmiş Milletler 1980 yılında zorla kaybetmeler ile ilgili kurduğu çalışma grubu ile 107 ülkeye 55 bin 273 kayıp ile ilgili başvuru yaptı. 40 bini aşkın kayıp üzerinde de çalışmalarını sürdürüyor. 2006 yılında BM Zorla Kaybetmelere Karşı Korunması Hakkında Uluslararası Sözleşme’yi imzaya açtı. 2010 yılında yürürlüğe giren sözleşmeyi 97 ülke imzaladı. Zorla kaybetmeler ile ilgili sicili kabarık olan Türkiye ise bu sözleşmeyi imzalamayı kabul etmiyor.
28 yıldır süren kesintisiz mücadele
Zorla kaybetmelere karşı kayıp yakınlarının başlattığı mücadeleler farklı şekilde vücut bulsa da hepsinin ortak noktası kayıplarının bulunması ve faillerinin yargılanması. Türkiye’de 27 Mayıs 1995 yılında Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen kayıp yakınları 28 yıldır kesintisiz bir şekilde kayıplarının akıbetini sormaya devam ediyor. 17-31 Mayıs Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Haftası kapsamında görüştüğümüz Gazeteci Ferhat Tepe’nin annesi Zübeyde Tepe ve kaybedilen Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun, kayıplarının bulunup faillerin yargılanması için bir ömürdür mücadele ettiklerini, kayıplarının akıbetini öğrenene kadar bir ömür daha mücadele edeceklerini söylüyor.
"Türk İntikam Tugayı" kaçırdı
Ferhat Tepe 1974 Mayıs'ında Bitlis’te doğdu. Lise son sınıfta Özgür Gündem gazetesinin Bitlis muhabiri olarak çalışmaya başlayan Tepe, 28 Temmuz 1993'te şehir merkezinde bulunan evinden çıkarken 3 kişi tarafından kaçırıldı. Tepe kaçırıldıktan bir süre sonra kendilerini “Türk İntikam Tugayı” olarak tanıtan bir grup, o dönem Demokrasi Partisi (DEP) Bitlis İl Başkanı olan baba İshak Tepe’yi arayarak çocuğunu kaçırdıklarını, karşılığında da PKK tarafından alıkonulan turistlerin serbest bırakılmasını, bir milyarlık fidyeyi ödemesini ve DEP il binasının tabelasını indirerek, partiden istifa etmesini istemişti.
İşkence ile katledildi
Çalmadık kapı bırakmayan Tepe ailesine acı haber 8 Ağustos'ta ulaşmıştı. Ferhat Tepe’nin cansız bedeni, Elazığ Hazar Gölü’nde bir balıkçı tarafından bulunmuş ve Elazığ Asri Mezarlığı'nda bulunan kimsesizler mezarlığına gömülmüştü. Haberi duyan Tepe ailesi ve İnsan Hakları aktivistleri Elazığ’a gelerek cenazeyi aldı ve Bitlis’e getirerek defnetti. Tepe’nin ilk otopsi raporunda, ölüm nedeni “yüzme bilmemesi” olarak kayıtlara geçse de, Tepe’nin vücudunda sigara yanıkları ve çok fazla işkence izine rastlanır.
Ferhat Tepe 1990’lı yıllarda devletin Kurdistan’da estirdiği terörü belgeleyip ve bunu kamuoyuna duyurduğu için kaçırılarak, işkence ile katledildi. 30 yıldır çocuğunun faillerinin bulunup yargılanması için mücadele eden Zübeyde Tepe, çocuğunu şu sözlerle anlatıyor: “Benim oğlum Özgür Gündem muhabiriydi. O dönem yakılan, yıkılan ve faili meçhul cinayetler üzerine haberler yapıyordu. Yaptığı haberlerden dolayı 1993 yılında kaçırıldı. Ferhat kaçırıldıktan sonra, 10 gün boyunca gitmediğimiz yer kalmadı. 10 gün boyunca tüm kapılar yüzümüze kapandı. 10 gün sonunda Ferhat’ın cenazesini Elazığ kimsesizler mezarlığında bulduk. O tarihten bu yana oğlumun katillerini bulmak için mücadele ediyorum.” Zübeyde Anne, “katilleri arayıp bulacağım” diyerek 28 yıldır Galatasaray Meydanı'nda oğlunun faillerini arıyor.
Mücadeleye devam edeceğiz
90’lı yıllarda sadece çocuğunun kaçırılarak katledilmediğini ifade eden Zübeyde anne, o yıllarda 17 bin faili meçhul cinayet ve binlerce köy yakıldı yıkıldığını ve bunların hepsinin faillerinin belli olduğunu belirterek, şunları söylüyor: “Bunların hiçbiri tutuklanıp yargılanmadı. Hak ve adalet yerini bulmadı. Biz hala bunun mücadelesini veriyoruz. Bu durum biz anneler için çok zor. Çok üzgünüz ve her zaman çocuklarımızın arkasında olmaya devam edeceğiz. Bu mücadele nereye kadar giderse gitsin devam edeceğiz.”
Galatasaray Meydanı yasaklandı
Kayıplarının akıbetini öğrenmek ve faillerin yargılanması için verdikleri mücadele karşısında devletin tutumunun hiç değişmediğine işaret eden Zübeyde anne, “Cumartesi Annelerinin 700. haftasından itibaren Galatasaray Meydanı’nı yasakladılar. Yıllarca Galatasaray Meydanı’nda toplandık ve kayıplarımızı burada aradık. Son 4 yıldır Galatasaray Meydanı bize yasaklandı. Biz sadece çocuklarımızın faillerini arıyoruz. Devlet bir basın açıklaması yapmamıza bile izin vermiyor. Çocuklarımızın akıbetini sorduğumuz için gözaltına alınıyoruz ve suçluymuşuz gibi muamele görüyoruz. Ama biz suç işlemiyoruz, suçu emniyet, İçişleri Bakanlığı ve devlet işliyor” diyor.
Galatasaray Meydanı'nın kayıp yakınları için çok önemli ve anlamlı bir yer olduğunu vurgulayan Zübeyde anne, son olarak şöyle belirtiyor: “Galatasaray dendiğinde faili meçhul cinayetlerin, çocukları kaybolan annelerin yeri olarak akıllara geliyor. Biz yine kendimizi orada ifade etmek istiyoruz. Adalet, hak ve hukuk devlet olmadığını biliyorum. Hala gazetecilere dönük baskılar devam ediyor. Hala gazeteciler tutuklanıyor. Biz gazetecinin tutuklandığını öğrendiğimde benim içim sızlıyor.”
*****
Kayıplarımızı bulamadık ama
Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Çavundur köyünde doğan Fehmi Tosun, 1991 yılında köye yapılan baskında gözaltına alınır. 21 gün gözaltında kaldıktan sonra çıkarıldığı mahkemece tutuklanır. Tosun, cezaevinde olduğu sırada köyde yapılan ev baskınları nedeniyle eşi, çocuklarını alıp Diyarbakır’a geçer. Koruculuk baskısına boyun eğmeyen Tosun ailesinin evleri yakılır. Köye geri dönmenin olanakları kalmayan Tosun ailesi İstanbul’a göç eder. 3 yıl 9 ay cezaevinde kalan Fehmi Tosun cezaevinden çıktıktan sonra İstanbul’a göç eden ailesinin yanına geçer. Fehmi Tosun, 19 Ekim 1995 tarihinde Diyarbakırlı arkadaşı Hüseyin Aydemir'le birlikte saat 10:00 civarı evden çıkar. Akşam saat 19:00 civarında eve gelir. Tam o sırada eve gelen kızı ve yeğeni, babasını getirdiklerini gören oğlu ve pencereden aşağı bakan eşi Hanım Tosun, Fehmi Tosun'u telsizli kimselerle apartmanın arkasındaki bahçeye girerken görürler. Hanım Tosun'un da pencerede olduğunu anlayan Fehmi Tosun kendisini yere atarak, “Beni öldürüyorlar, yetişin” diye bağırmaya başlar ve yardım ister. Eşi Hanım Tosun aşağı inene kadar Fehmi Tosun'u Beyaz Toros evinin önünden kaçırılır ve 19 Ekim 1995 tarihinden sonra Fehmi Tosun'dan bir daha haber alınamaz.
Tüm kapılar kapanınca…
Fehmi Tosun kaçırıldıktan sonra eşi Hanım Tosun, gitmediği karakol ve savcı kalmaz ama sonuç değişmez. 28 yıldır eşinin akıbetini sormaya devam eden Hanım Tosun, Cumartesi Anneleri'nin eylemlerinin başladıktan bir süre sonra mücadelesini Galatasaray Meydanı'na taşır. Amed'in Lice ilçesinin yakılmasından sonra köyünü terk eden Hanım Tosun, Lice’de yaşanan olaylardan önce babası Hayali Zengin’i kaybeder. Yaşanan bu olaydan sonra Kurdistan’dan ayrılan Hanım anne, çocukları ile birlikte Amed merkeze yerleşir. Eşi Fehmi Tosun cezaevinde çıktıktan sonra İstanbul’a göç eden Hanım anne, İstanbul’a yerleştikten bir yıl sonra eşi Fehmi Tosun gözleri önünde kaçırılır. Eşi kaçırıldıktan sonra gittiği tüm kapılar bir bir yüzüne kapanan Hanım anne Cumartesi Anneleri’nin eyleminden haberdar olur olmaz, Galatasaray Meydanı’na giderek eşinin akıbetini burada sormaya başlar.
28 yıldır mücadele ediyor
Eşinin kaçırıldığı dönemde devlet baskının çok yoğun olduğunu sözlerine ekleyen Hanım anne, “O dönem sokağa çıkan herkes gözaltına alınıp tutuklanıyordu. Fehmi kaçırılmadan kısa bir süre önce ablasına, ‘Takip ediliyorum. Eve gelmezsem eğer arkadaşlarıma haber verin’ demişti. Fehmi kaçırıldıktan sonra Fehmi’nin arkadaşlarına gittim. Karakola gidip şikayetçi oldum. İnsan Hakları Derneği’ne gidip başvuru yaptım. Gitmediğim yer kalmadı. Yaptığım tüm girişimlerden sonuç almayınca Galatasaray Meydanı’na gidip başlatılan mücadeleye dahil oldum” diyor. Hanım anne 28 yıldır kesintisiz bir şekilde Galatasaray Meydanı’nda haklı bir mücadele veriyor. “İnsan hakları savunucuları ve Cumartesi Anneleri olarak bizler Galatasaray Meydanı’nda oturmasaydık belki de binlerce insan daha kaybedilecekti” diyen Hanım anne, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Galatasaray’da eyleme başladıktan sonra 1 yıl içinde sayısızca kez gözaltına alındık. Bu yöntemle bizi yıldıramayan devlet bu seferde Galatasaray Meydanı’na kayıp otobüsü getirip ‘Gelin bize başvuru yapın’ diyerek mücadelemizin önüne geçmeye çalıştı. Devletim tüm girişimleri işe yaramadı.”
Bir kişi bile kurtulduysa başardık demektir
“Bizim başlattığımız mücadele bir kişinin hayatını bile kurtarmışsa biz başardık demek ki” şeklinde konuşan Hanım anne, şöyle devam ediyor: “Bizler kaybetme politikasını durdurmayı başardık ve bu bizi mutlu ediyor. Ben eşimi geri getiremeyeceğimi biliyorum ama hiç olmazsa dünyaya sesimi duyurdum ve insanların artık kaybedilmediğini görüyorum. Evet biz kayıplarımızı bulamadık ama başka insanların kaybedilmesine engel olduk. Biz kayıplarımızın faillerinin bulunup yargılanmasını istiyoruz ve bu oluncaya kadar kayıplarımızdan ve Galatasaray Meydanı’ndan vazgeçmeyeceğiz.”
*****
Barışın savunucu oldular
Türkiye’de gözaltında kayıplar ve faili meçhul cinayetlere karşı annelerin verdiği mücadele Cumartesi Anneleri ile sınırlı kalmıyor. Bir yandan 28 yıldır kayıplarının akıbetini soran Cumartesi Anneleri diğer taraftan ise 40 yıldan fazladır devletin Kurdistan’da yürüttüğü kirli savaştan kaynaklı eşlerini, çocuklarını ve yakın akrabalarını kaybeden Barış Anneleri’nin verdiği mücadele ise devletim tüm baskı ve yıldırma politikalarına karşı devam ediyor. Barış annelerinin verdiği mücadeleyi kırmayı başaramayan devlet annelere acı üstüne acı yaşatmaya devam ediyor. Gözaltında kayıplar ve faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması bir yana 2015 yılından sonra devletin ölü bedenlere dönük saldırıları hız kazandı. Devlet güçleri ve PKK gerillaları arasında yaşanan çatışmalarda hayatını kaybeden Kürt gerillalarının cenazelerine yapılan eziyet ise devletin bu aldan ne kadar gaddar olduğunu gözler önüne seriyor.
Kimse bizden diz çökmemizi beklemesin
Yaşamının büyük bir bölümünü barış mücadelesine adayan Aklime Keskin, diğer annelerle bir araya geldikçe daha da güçlendiklerini ifade ediyor. “Bizler Barış Anneleri'yiz ve barış istemekten başka bir işimiz yok” diye konuşan Keskin, “Devlet ne kadar savaş ve ölüm istiyorsa bunun karşısında bizler de barış ve demokrasi istiyoruz ve bunun için mücadele ediyoruz. Dünyayı bizim başımıza yıksalar bile barış demekten vazgeçmeyeceğiz. Tüm dünya bizim mücadelemizi görüyor. Bu kadar zulüm, baskı, haksızlık, işkence ve ölümler karşısında yine de ayaktayız. Kimse bizden diz çökmemizi beklemesin" diyor. Kendine insanım diyen herkesin ölü bedenler üzerindeki zulme karşı çıkması gerektiğini vurgulayan Keskin, “Bir insanın yaşamı son bulduktan sonra kimse ona karışamaz. Ancak bugün bakıyoruz bizim ölü bedenlerimize bile eziyet ediyorlar. O zaten ölmüş neden ona daha fazla eziyet ediliyor. Tam tersi veda hakkı ve gerekli saygının gösterilmesi gerekir. Ancak cenazelere dönük yapılan saldırıları bütün dünya görmeli" diye vurguluyor.
*****
Çocuklarımın yanındayım
Barış Annesi Bedia Gökkızıl’ın kızı Evin Gökkızıl (Hebun Argeş) 2012 yılında girdiği çatışmada yaşamını yitirir. Kızının cenazesini Diyarbakır Yeniköy Mezarlığı'na defneden Gökkızıl, kızının mezarına defalarca saldırı olduğunu söyledi. Mezar taşında kod isminin yazılı olduğunu gerekçe yapan devlet güçleri her seferinde mezar taşını kırdıklarını dile getiren Gökkızıl, en son yeniden mezar taşını yaptıklarını ancak sadece ismini yazdıklarını dile getirir. Yaşamını yitiren çocuklarının kemiklerini ararken bile işkenceye maruz kaldıklarını belirten Gökkızıl, “Çocuklarımızın son yolculuğunu yapmamıza bile izin vermiyorlar. Tüm bunlar yetmezmiş gibi çocuklarımızın mezarlarına bile saldırıyorlar. Her seferinde bunları dile getiriyoruz. Belki tüm dünya yaşadıklarımızı görür ve anlar ancak yaşanan zulüm karşısında dünya sessizliğe büründü” diyerek uluslararası kurumların sessizliğine tepki gösteriyor. Nefes aldığı sürece çocuklarının davasının izini süreceklerini sözlerine ekleyen Gökkızıl, konuşmasına şu sözlerle son veriyor: “Ben kendi evladımı ellerimle yıkadım ve mezarına defnettim. Daha sonra benim çocuğumun mezarını yıktılar. Ben sağ olduğum sürece çocuklarımın davasının yanındayım. Ben çocuklarıma söz verdim. Çocuklarım bana ‘anne biz barış için savaşıyoruz’ dediler. Ben yaşadığım sürece kızımın izinde olacağım. Kimsenin çocuğunun cenazesi annesine ve babasına torba içinde verilmesin diye mücadele edeceğim.”