Ev hapsinde bir gün...

Dosya Haberleri —

Ev hapsi

Ev hapsi

  • Son dönemde Hollywood filmlerinden fırlama bir cezalandırma yöntemi oldukça revaçta. Ev hapsi... Kimimizin "aman ev hapsi, ne var ki bunda" dediğini duyar gibiyim, hatta şakayla karışık gırgırını da yapıyoruz. Oysa insanın evi bir anda hapishanesine dönüşüveriyor. Bu cezalar, en çok da gazetecilere veriliyor. Gazeteci arkadaşımızın ev hapsine şahitlik ettik... 
  • Tolga Güney, 5 aydır ev hapsinde. En çok toplumdan, sahadan ve kameradan koparılmanın kendisini zorladığını belirten Tolga, "Ağacın, derenin, kuşun, böceğin sesi olmak, rant çarkına ufak da olsa bir çomak sokmaktan kaynaklı beni eve hapsettiler" diyor. Tolga, bir yandan da okuyarak, araştırarak, raporları takip ederek ev hapsinden "intikamı"nı almış.
  • Funda Akbulut da, "Kelepçeli bir toplum diyorum; kelepçeli insan o kadar çokmuş ki. Çöp atmaya bile çıkamıyorum. Arkadaşlarımdan bazıları (şaka ile karışık) iznin ne zaman bitiyor diyor... Düzenli, planlı, duyarlı, yaşamla politik bağını koparmadan hareket etmezsen kendini koruyamazsın. Yani kesintisiz mücadele edeceksin, kendinle bile" diyor.

GÜLCAN DERELİ

Son dönemde Hollywood filmlerinden fırlama bir cezalandırma yöntemi oldukça revaçta. Yeni moda cezalandırma sistemi son süreçte fazlalaştı. Neyden mi bahsediyorum, ev hapsinden... Türkiye'de yargı tarafından çokça tercih edilen cezalandırma yöntemi artık. Kimimizin "aman ev hapsi, ne var ki bunda" dediğini duyar gibiyim, hatta bir yandan da şakayla karışık gırgırını da yapıyoruz. Zaten suçsuz yere günlerce gözaltında tutulup ardından mahkeme kararıyla ayağına prangalar takılan bu kişilerle bir gün geçirince hiç de öyle güzellemesi yapılacak bir şey olmadığını anlıyorsunuz. Korona salgınını anımsayalım, belki ayaklarımızda prangalarımız yoktu ama birçoğumuz eve hapsolmanın ne demek olduğunu tecrübe ettik, değil mi? İnsanın evi bir anda hapishanesine ve hücresine dönüşüyor. Bu cezaya yine son dönemin moda uygulamalarından olan haftalık veya aylık imza zorunluluğu ve bulunduğun şehrin dışına çıkmamayı da eklemek gerek. Şehir de, sahip olduğunu sandığın zaman da bir anda hapsine dönüşüverir. Bu cezaların, örneğin ev hapsi cezasının en çok gazetecilere verilmesi de bir tesadüf olmasa gerek. Bu cezaların uyduruk gerekçelerle verildiğini belirtmeye herhalde gerek yok sanırım.

Prangasıyla yatıyor kalkıyor...

Kısa süre önce İzmir'de arkadaşlarımı ziyaret ettiğimde gazeteci arkadaşım, Mezopotamya Ajansı (MA) muhabiri Tolga Güney'in bir gününe tanık oldum. Gözlerinde sahada haber yapmanın özlemi seziliyordu. Yıllarca sahada çalışıp telefonla haber yapmanın sıkıntısını çektiği belliydi. Yine eve gelenlere ilk sorusu "Dışarısı nasıl" oluyordu. İzmir çok sıcaktı termometreler 40 dereceyi gösteriyordu ama hissedilen sıcaklık 50 civarındaydı. İçerde durduğun anda insanın yüzünden sular akıyordu desem abartılı olmaz. Tolga'nın yaklaşık 5 ayı iki oda arasında geçmiş, özel hiçbir ihtiyacını kendisi karşılayamıyor, arkadaşlarından istemek zorunda kalıyor. İçecek suyu bitse su almaya gidemez, acıksa alışveriş için markete gidemez. Tüm ihtiyaçlarını gidermek için yanındaki meslektaşlarının yardımına muhtaç kalmış durumda, bu durum da onun fazlasıyla mahcup hissetmesine neden oluyor. Prangasıyla yatıyor kalkıyor, banyosunu yapıyor. Oldu ki ayağındaki kelepçenin sinyali kesildi, hemen kapıda polisler bitiveriyor. Nitekim de öyle oldu. Bir gün sinyal kesiliyor ve kapıya polisler gelip sinyalin neden kesildiğini soruyor...

 

Tolga Güney

 

Hiçbir gerçek karanlıkta kalmayacak

Sözü yaşadığı zorluklara tanık olduğum Tolga Güney'e bırakıyorum: "Onlarca meslektaşımın cezaevinde olduğu bilincinde olarak ev hapsinin görece 'kolaylığı' olduğunun farkındayım. Fakat bir gazetecinin sahadan, kamerasından koparılması hangi mekanda tutulduğuna bakılmaksızın büyük bir cezadır. Çalışmaya başladığım ilk günden itibaren 'Hiçbir gerçeğin karanlıkta kalmayacağı' şiarıyla hareket etmeye çalıştım. Bu doğrultuda yaptığım haberlerle Akbelen'de kesilen ağaçtan, Karadeniz'de kelepçe vurulan derelere, Kurdistan'da 'güvenlik' gerekçesiyle yapılan barajlardan Kaz Dağları'na kadar doğanın, yaşamın, suyun, toprağın sesi olmak için çabaladım. Rant uğruna milletine bakılmaksızın kapitalist sermayeye verilmek istenen ormanın, tarım arazisinin, vadilerin ve orada yaşayan her canlının hakkı olduğunu yazdım. Bu nedenle gözaltına alındığımı ve bu 'cezanın' verildiğinin farkındayım. Ağacın, derenin, kuşun, böceğin sesi olmak, rant çarkına ufak da olsa bir çomak sokmaktan kaynaklı beni eve hapsettiler. Fakat ne kadar doğru bir iş yaptığımı gözaltından çıktıktan sonra Akbelen'den İkizdere'ye kadar doğası için direnin insanların beni tek tek aradıklarında, 'Biz senin için görüntü çekeriz. Haber yazarız' dediklerinde fark ettim."

Bir yanım hep eksik!

Ancak bu dayanışma ne kadar mutlu etse de sahada olmanın verdiği hazzın dinmesine yetmiyor. Bir yanının hep eksik kaldığını dile getiren Tolga, şöyle devam ediyor: "Ev hapsi sürecim beşinci ayına yaklaşıyor. Bu süreçte yine eskisi gibi doğanın ve halkların sesi olmak için haberlerime devam ettim. Fakat bir yanım hep eksik kaldı. Sahada çalışmayı çok seven bir gazeteci olarak derdini dinlediğim insanların yüzüne bakamamak, katledilen doğayı yerinde görüp, doğanın acısını, yasını hissedememek hep bir yanımı eksik bıraktı."

Vazgeçmeyeceğim

Tıpkı cezaevi gibi evin hapishaneye dönüşmesinin zorlukları olduğu gibi, onu kendi üzerine bir yoğunlaşma vesilesi yapmana da kapı aralayabiliyor. Tolga öyle yapmış, ilgisini çeken alanlara ilişkin bol bol kitap okuma, rapor okuma, araştırmaya yönelmiş, internet üzeri eğitim programlarına katılmış. Tolga, sözlerini şöyle tamamlıyor: "Fakat bugünlerin de geçeceğini, tekrar sokağa çıkacağımı bilerek, bir an olsun yazmaktan vazgeçmedim, vazgeçmeyeceğim. Günümü eski rutinimden koparmadan çalışmaya devam ediyorum. Yine sabah erken saatlerinde kalkıp bilgisayarın başına geçiyor, haberlerimi yazıyor, gündem tartışması yürütüyorum. Bu süreçte haberlerin yanı sıra özellikle ekoloji alanında kendimi geliştirmeye ayırdım. Yazılan teorik kitapları, köşe yazılarını, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporlarını okudum, resmi tarihin aksine 'Türkiye'nin sadece Türklere ait' olmadığı bilinciyle coğrafyanın tüm kimlik ve inançlarına dair araştırmalarımı yaparak bu yönlü haberler yaptım. İçinde bulunduğum durumun her ne kadar Türkiye'de yaşanan hukuksuzluğun bir parçası olduğunu bilsem de ister cezaevi ister ev isterse sürgün olsun bir gazetecinin asla kalemini bırakmayacağını biliyorum. Ne kadar susturmaya çalışırlarsa çalışsınlar, biz gerçekleri yazmaya devam edeceğiz."

Tolga, Funda, Melike, Delal...

Tolga'yla aynı tarihte ayağına pranga takılan bir diğer isim de meslektaşım Funda Akbulut. Yaklaşık üç dönemdir (HDP) DEM Parti İzmir İl Örgütü'nde basın çalışmalarında yer alan Funda, MA muhabirleri Semra Turan, Tolga Güney, Delal Akyüz, Jin News muhabiri Melike Aydın, Gazete Duvar'dan Cihan Başakçıoğlu ile birlikte 13 Şubat 2024 tarihinde; sabah gerçekleştirilen ev baskınıyla gözaltına alındı. Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği, Semra Turan ve Cihan Başakçıoğlu’nu adli kontrol şartıyla, Delal Akyüz, Melike Aydın, Tolga Güney ve Funda Akbulut’a ise ev hapsi vererek serbest bıraktı.

 

 

Funda Akbulut

 

İşkence, gözaltı, hapis...

Funda'nın da yaşadıkları Tolga'dan farklı değil. Hatta Funda'nın yanında kimse yok. Ondan dolayı yaşadığı zorluklar katlanıyor. Funda'nın TGS tarafından verilen basın kartına da ev araması sırasında el konuluyor. Sözü Funda'ya bırakıyorum: "Alınma iddiamız örgüt üyeliği ve örgütün basın yapılanması. HDP, DEM Parti, bileşenleri ya da emek ve demokrasi güçleri, Kadın Meclisi'nin bileşeni olduğu kadın örgütlenmelerinin düzenlediği basın açıklamaları ve etkinliklerini takip ediyordum. Henüz basın kartım olmadığı dönemde de basın kartım olduğu dönemde de üç kez darp edilerek gözaltına alındığımı not olarak düşmek isterim. Etkinlikleri takip edip çekim yaptığım, ayrıca yöneticisi ve/veya kullanıcısı olmadığım halde TJA hesabına ait 71 adet twitter paylaşımı gerçekleştirdiğim iddiasıyla sorgulandım. Bu arada TJA hesabının da illegal bir hesap olmadığını ve diğer kadın örgütlerinin kurumsal hesapları nasıl legal olarak değerlendiriliyorsa TJA hesabının da öyle değerlendirilmesi gerektiğini söylemeliyim. Twitter içerikleri gazeteci arkadaşlarımda da olduğu gibi; tecrit, savaş politikaları, kadın platformlarının eylemlerine yönelikti. Yine bu eylemlerin talimatla gerçekleştirildiği, çekimi ve sosyal medya ya da başka ajanslarla paylaşımının da bu doğrultuda yapıldığı iddia edildi. Yani HDP ve DEM Parti’nin etkinlikleri de kriminalize edilmek istendi. 13 Şubat’ta gözaltına alındıktan sonra 16 Şubat’ta adliyeye sevk edildik. Yaklaşık 3 saat boyunca ters kelepçeyle bekletildik. Savcılık ifademizi almadan tutuklanmamız talebiyle mahkemeye sevk etti, ben ve üç arkadaşa ev hapsi, diğer iki arkadaşa ise haftada iki kez imza adli kontrolü verildi."

Çöp atmaya çıkamıyorum!

Yapılan hukuksuzluğa defalarca itiraz ettiklerini ancak sonuç alamadıklarını şu sözlerle anlatıyor Funda: "Avukatlarımızın verdiği dilekçeler olumsuz kararlarla sonuçlandırılıyor. İmralı’da yaşanan tecridin toplumsal yansımasını, toplumun yeniden dizaynını, kelepçeli bir toplumu birebir yaşıyorum. Kelepçeli bir toplum diyorum; zihnen taşınan kelepçeler var, kendi dışındakilere hareket özgürlüğü tanımayan güvenlik politikalarının kelepçeleri var, bir de bizlerin yaşadığı gibi ayaklarımızda taşıdığımız yargılı infazların tecrit kelepçeleri var. Kelepçeli insan o kadar çokmuş ki. Bize yani dört kişiye ev hapsi başladığından yaklaşık iki ay sonra kelepçe sırası gelebildi. Ondan önce denetimli serbestlikten görevliler ya da bekçiler haber vermeden değişik saatlerde eve gelip imza alıyorlardı. Elektronik kelepçelerimizle 70 ila 90 metrekare alanda tecrit altındayız. Kendimden en basit örnek verecek olursam çöp atmaya çıkamıyorum. Çöpleri günlerce bekletiyorum. Ailem ya da arkadaşlarımın gelmesini sabırsızlıkla bekliyorum. İzmir’in bu sıcağında tatsız bir durum. Yine sıcakta tenine yapışan sert bir plastiği her an hissetmek çok rahatsızlık veriyor. Ev hapsinde bulunduğum süreçte yerel seçimler, 8 Mart, Newroz, 1 Mayıs gibi çok önemli süreçler yaşandı. Şimdi de irade gaspına yönelik eylemlilikler var. Bu çok önemli süreçlerde sahada olamamak kötü. Evden her ne kadar üretmeye, politik sürece dahil olmaya çalışılsa da hep bir yetersizlik duygusu taşıyor insan."

Hiç konuşmadan günler geçiriyorum

Ev hapsinin en kötü sonuçlarından birinin hareketsizlik olduğuna dikkat çeken Funda, şöyle devam ediyor: "Ne kadar hareket ettiğini düşünsen de alanda çalıştığın kadar adım atamıyorsun en basitinden. Davam vardı. Yaklaşık 3 ay sonra çıkıp adliyeye gittim. Ertesi gün tüm vücudum ağrıyordu. O gün karar verdim. İnternet üzerinden spor yapıyorum. Bir arkadaşımla haftada bir gün yoga yapmaya başladık. Süre uzadıkça kendimi daha fazla disipline etmeye çalışıyorum. Yalnız yaşıyordum. Parti çalışmalarından ötürü zamanımın çoğu dışarda geçiyordu. Her gün sürekli çevremle iletişim halindeydim. Şimdi ise telefon iletişimi kurulmuyorsa ya da eve ziyarete gelen olmazsa hiç konuşmadan geçen günler oluyor. Alışverişimi genelde internet üzerinden yapıyorum. Bu da sürekli kredi kartı kullanımına yol açıyor. Arkadaşlarım ya da yakınlarım gelecekse onlardan da yardım isteyebiliyorum. Ancak kendilerini mecbur hissedecekleri duygusu taşırlar diye endişeleniyorum her seferinde. Onları kendimle yormak istemiyorum. Ev hapsi; ev ortamında kalınması nedeniyle hapis gibi algılanmıyor bunu görüp yaşamayan için. Arkadaşlarımdan bazıları (şaka ile karışık) iznin ne zaman bitiyor diyor. Ya da; çok yoruldum, senin yerinde olmak isterdim diyen de oluyor. Önümüzde adli tatil var. Sanırım ev hapsi uzayacak. Ve ev hapsi sanıldığı gibi yorgunluğun giderildiği bir deneyim değil. Çalışmalarımızdan uzaklaştırılmak için bu cezalandırılma yöntemi uygulandı. Bunun da tecrit politikalarından bağımsız olmadığı bilinmeli. Düzenli, planlı, duyarlı, yaşamla politik bağını koparmadan hareket etmezsen kendini koruyamaz erir gidersin. Yani kesintisiz mücadele edeceksin, kendinle bile."

İşte size iki gazetecinin ev hapsi deneyimi. Bu toplumdan koparılma cezası dışarıdan bakılınca başka, yaşayınca başka. İnsanın yapıp ettikleri, hareketi, bedeni üzerine kurulmak istenen tahakküm yöntemlerinin sonu yok. Ama insanın da bundan kurtulma, bu cezayı tersine çevirip kendini yeniden kurma, özgür irade sahibi olma, geliştirme çabasının da sonu yok...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.