Hangi ‘meşru güvenlik çıkarları’?

Meral ÇİÇEK yazdı —

  • Faşist bir dikta rejimi olan TC’nin sınırının ötesinde ‘meşru güvenlik çıkarları’ önünde ‘tehdit’ olarak gördüğü şey, Kürtlerin demokratik özerk yönetimidir. Var gücüyle yok etmeye çalıştığı şey budur.

İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerini şantaj siyasetine malzeme yapan faşist ve soykırımcı TC’ye Kuzey Atlantik Savaş Örgütü’nün başındaki adamdan bir kez daha destek geldi. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg Helsinki ziyaretinde yaptığı açıklamada Türkiye’nin konuyla ilgili kaygılarını “haklı” bulup Ankara’nın “meşru güvenlik çıkarlarına” sahip olduğunu söyledi. Stoltenberg söz konusu ‘meşru çıkar, kaygı ve endişeleri’ şöyle açıkladı: “Bütün müttefiklerin güvenlik kaygılarını dikkate almamız gerekiyor. Türkiye’nin terör grubu PKK ile ilgili kaygıları da buna dahildir.” Ardından ise şunları söyledi: “Türkiye’nin gündeme getirdiği konuları ele almak için hem NATO müttefikimiz Türkiye hem de Finlandiya ve İsveç ile yoğun çalışıyoruz. Ve bunlar meşru endişelerdir. Bu terörizm ve silah ihracatı ile ilgilidir. Ve anlamalıyız ve unutmamalıyız ki hiçbir NATO müttefiki Türkiye’den daha fazla terörist saldırıya maruz kalmadı. Ve Türkiye stratejik coğrafi konuma sahip önemli bir müttefiktir, hem Karadeniz ulusudur hem de Irak ve Suriye’ye komşudur. Ve Türkiye DAİŞ gibi terörist gruplara karşı mücadelemizde kilit bir rol oynadı.”

Stoltenberg’in açıklamasında öncelikle iki temel yanlış var. Türkiye ‘terör saldırısı mağduru’ bir devlet değil. Aksine TC, NATO içerisindeki en büyük terör devletidir. Bu terör devletinin tarihi katliam ve soykırım tarihidir. İnkar ve imha politikasına karşı duran bütün halkları ve toplumsal güçleri soykırım kıskacına alan bir terör rejimidir. Sadece kendi devlet sınırları içerisinde değil, dışında da ya doğrudan ya da dolaylı olarak çete oluşumları yoluyla terör uygulayan kara bir beladır. 

İkincisi Türkiye DAİŞ’e karşı mücadelede kilit rol oynamak bir yana, DAİŞ’e karşı mücadeleye en çok zarar veren devlettir zira onun kadar DAİŞ’i eğiten, besleyen, destekleyen devlet yok. Ve bu, alenen bilinen, ispatlı olan bir gerçektir. 

Eğer hem DAİŞ hem de TC’nin faşist soykırımcı saldırıları karşısındaki mücadelenin bir kilit gücünden bahsedilecekse kuşkusuz bu Kürdistan Özgürlük Hareketidir. PKK öncülüğündeki Kürdistan Özgürlük Hareketi, TC terör rejimine karşı en örgütlü ve uzun vadeli mücadeleyi yürüten güçtür. Bununla birlikte HPG-YJA-Star, YPG-YPJ ve YBŞ-YJŞ güçleri DAİŞ’e karşı mücadelenin öncü güçleridir. Bu mücadelede nicel ve nitel olarak en aktif yer alan, en büyük  bedelleri ödeyen, en çok Şehit ve Gazi veren, bu gelenekteki öz savunma gücü ve örgütlülüğüdür. 

Bütün dünyaca bilinen bu gerçek karşısında NATO Genel Sekreterinin hakikatleri tersyüz etmeye, asıl saldırgan ve işgalci olan TC’yi ‘mağdur’ ve onun güya güvenlik endişelerini ‘meşru’ göstermeye çalışması nasıl ele alınmalı? 

Denilebilir ki Stoltenberg ay sonu Madrid’de yapılacak NATO zirvesi öncesi Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya üyelikleri üzerindeki vetosunu kaldırtmaya ya da en azından tavrını yumuşatmaya çalışıyor. Ya da Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşı bağlamında NATO tarafından Türkiye’ye yüklenen misyon temelinde yaklaşıyor. Yani kısacası güncel gelişmeler doğrultusunda politik bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Daha doğrusu kimi çevreler olaya böyle bakıyor olabilir. 

Ama büyük resimden bakıldığında olay salt güncel siyasal konjonktür bağlamında ele alınamayacak kadar köklü bir meseledir. Faşist bir dikta rejimi olan TC’nin sınırının ötesinde ‘meşru güvenlik çıkarları’ önünde ‘tehdit’ olarak gördüğü şey, Kürtlerin demokratik özerk yönetimidir. Var gücüyle yok etmeye çalıştığı şey budur. İşgal ettiği bölgelerde yaptığı da budur zaten. Şimdi ise işgalini daha da genişletme, Rojava devriminin 10. yıldönümü yaklaşırken Kürtler öncülüğünde büyük emek ve bedellerle inşa edilen demokratik özerk modelini imha etmeye, onun yerine kendi faşist terör rejimini kurmayı amaçlıyor. 

Peki NATO bunun neresinde? NATO, salt müttefikidir diye mi TC’ye alan açıyor? 
CIA ve MOSSAD öncülüğündeki NATO operasyonu ile kaçırılıp İmralı tecrit ve esaret sisteminde tutulan Önder Apo’nun konuyla ilgili sözlerine kulak verelim: “NATO’ya girişinden 1998’e kadar Türkiye’nin yaşadığı tüm önemli siyasi ve sosyal olayların temelindeki Gladio’cu çizgiyi görmeden, hiçbir önemli olayı, çatışmayı ve suikastı doğru olarak çözemeyiz. Özde halkların özgürlük, eşitlik ve demokrasi isteklerine karşı bir NATO’cu savaş açılmış ve bu savaşın son halkasına 1998 Suriye çıkışım eklenmiştir.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.