Soykırım sisteminin orantısızlığı

Meral ÇİÇEK yazdı —

  • Bizim yapmamız gereken, başta kadın örgütleri olmak üzere bütün demokrasi güçleri olarak TC faşizmine ve küresel ile bölgesel kapitalizme karşı radikal ve örgütlü savunma direnişini geliştirmek, ‘No Pasaran’ deyip işgalcileri durdurmaktır.

TC’nin Rojava ve Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik kapsamlı hava ve obüs saldırıları bir haftasını tamamlamak üzere. Dış güçler ilk iki günde büyük ölçüde sessiz kalırken, özellikle Hol kampına saldırı sonrası açıklamalar çoğaldı. ABD adına Dışişleri Bakanlığı ve ABD Merkez Komutanlığı ardından ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Nicolas Granger de konuyla ilgili demeç verdi. Demeçlerin tümünde DAİŞ’le mücadeleye odaklanma yanı sıra sivilleri koruma vurgusu yapılıyor. Alman İçişleri Bakanı da Türk mevkidaşı ile görüşmesinde Türk devletini ‘orantılı’ kalmaya ve ‘sivilleri hedef almamaya’ çağırdı. 

Bu açıklamalara bakıldığında TC’nin saldırılarının kendisine yönelik herhangi bir itiraz görülmüyor. Askeri-savunma hedeflerinin ve bağlı kişilerin vurulmasında bir sakınca yok. Sadece sivil kayıplar ve DAİŞ’lilerin kaçışına yol açacak saldırılardan -mümkünse- uzak durulmalı. Başta ABD ve Almanya olmak üzere NATO’nun genel yaklaşımı bu. 

Ama kimse de demiyor ki TC’nin saldırıları meşru ve hukuki değil. Hatta bu saldırılar uluslararası hukuk ihlali ve savaş suçu teşkil ediyor. TC iddia ettiği gibi Rojava ve Kuzey Doğu Suriye’den bir saldırıya uğramadı, dolayısıyla savaşını dayandırdığı BM Sözleşmesi’nin 51. maddesine göre bir savunma durumu söz konusu değil. Bunun için BM Güvenlik Konseyi’nin kararı gerekir ki konu oranın gündemine getirilmedi bile. TC’nin 20 Kasım gecesi başlattığı hava saldırıları ve yeni işgal planları için zemin olarak döşediği İstiklal bomba saldırısı bir mizansenden ibaret olmayıp gerçekten de Kuzey Doğu Suriye savunma güçleri tarafından işlenmiş olsaydı bile BM Sözleşmesi’nin 51. maddesine göre bir durum oluşmazdı. 

Ne BM ne de başka bir üye devletin bu gerçeği dile getirmediğine göre ortada anlaşmalı bir durum var. Bu anlaşmalı durum hava saldırıları ile sınırlı mı yoksa TC’nin dayattığı karadan işgal saldırıları için de geçerli mi, bunu önümüzdeki günlerde muhtemelen daha net göreceğiz. 

Fakat bu durumda meselenin kendisi TC ile sınırlı olmadığına göre soykırım saldırılarına karşı mücadele de salt TC’ye karşı yürütülmemeli. Ki soykırım sistemi de Türk devletinden ibaret olmayıp küresel hegemonyanın 150 yıldır Kürtlere karşı geliştirdiği politikanın çerçevesini oluşturuyor. Çeşitli hükümetlerin son bir haftada yaptığı açıklamalarda TC’nin ‘meşru savunma hakkını’ vurgulamasının nedeni budur. Oysa TC bu savaşın saldırgan tarafıdır. Başta Kürtler olmak üzere demokratik özerklik sisteminde buluşan halkların imha saldırıları karşısında kendini savunması ise kriminalize ediliyor. Gerçekler böylece bizzat devlet güçlerince çarpıtılıyor. Bu ise Kürt soykırım politikalarının ideolojik boyutunu teşkil ediyor. 

Bu durumda soykırım saldırılarına karşı direniş de çok boyutlu olmalıdır. TC faşizmine karşı direnirken soykırım sisteminin tümü deşifre edilip Rojava devrimini savunma hattı oluşturulmalı. Kürt sorununu ortaya çıkaran Birinci Paylaşım Savaşından 100 yıl sonra bunun zemini her zamankinden daha güçlüdür. Çünkü Rojava devrimi zamanın ruhunu taşıyor. Yüzyılımızın ilk kadın devrimi olarak bugün dünyanın dört bir yanında yükseltilen Jin Jiyan Azadî formülünün ete kemiğe büründüğü yerdir. Kadın özgürlük mücadelesinin bütün genel demokrasi, özgürlük, ekoloji, öz yönetim ve öz savunma mücadelelerini bağrında temsil etme kapasitesinin kanıtlandığı mekandır. Dolayısıyla Rojava, Rojava’dan çok daha fazlasıdır. Bunca saldırıya uğramasının nedeni de budur. 

Öyleyse bizim yapmamız gereken, başta kadın örgütleri olmak üzere bütün demokrasi güçleri olarak TC faşizmine ve küresel ile bölgesel kapitalizme karşı radikal ve örgütlü savunma direnişini geliştirmek, ‘No Pasaran’ deyip işgalcileri durdurmaktır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.