Tek kişiden milyonlara
Forum Haberleri —
- İnsanlık tarihinde yeni bir doğuşu, yeni bir duruşu, hatta diyebiliriz ki ezilenlerin tarihinde bir çığır olan özgürlük hareketi 44. Yılına girmiş bulunuyor.
- Özgürlük hareketi, sadece Kürt halkı için değil, dünya emekçileri, ezilenleri ve ötekileri için de yeni bir umudun, felsefenin, yeni bir ruhun ve yaşam manifestosu, sönmeyen bir meşale olarak yanmaya devam ediyor…
FUAT KAV
Özgürlük hareketi 1978 yılında, Amed’in Fis köyü’nde yaklaşık 25 delegenin katılımıyla kuruluşunu ilan eder. Bu tarihte, bu şehirde, kimsenin bilmediği bu kasabada Kürdistan tarihinde, daha sonraki yıllarda Ortadoğu ve tüm insanlık tarihinde yepyeni bir sayfa açılır.
Bu sayfa Kürt umudunun yeniden yeşermesinin, eşitlik ve ahlaki-politik bir toplumun inşası için teorik ve ideolojik altyapısının oluşturulmasının, yeni bir felsefe ve paradigmanın oluşmasının adı olarak şekillenir.
1973 yılında, 23 yaşında bir üniversite öğrencisi olan Başkan Abdullah Öcalan, bir grup arkadaşıyla, Türkiye’nin başkenti Ankara’ya yakın olan Çubuk barajının kıyısında bir toplantı gerçekleştirir.
Bu tarihi toplantıda Kürdistan Devrimi üzerine uzun tartışmalar yapılır. Bu toplantıda Kürdistan/Kürdistan devrimi/sosyalizm/sömürge halkların kurtuluşu gibi son derece ciddi tartışmalar yürütülür.
Toplantı Mezopotamya topraklarına ilk tohumu ekmiş olur. Ekilen tohum filize durur ve giderek boy vermeye başlar.
Adım adım oluşan grubun nitelik ve özellikleri daha ilk aşamada diğer siyasal yapılardan ciddi farklılıklar içerir. İdeolojide, düşüncede, felsefede, yaşam ve ruhta çok daha farklı bir strateji izler. “…Grup saf, temiz, fedakâr ve inanmış insanlardan oluşuyordu. Önce sosyalizm, sonra ulusal mücadele ve dolayısıyla Kürdistan gerçekliği Kavranır.”
Ankara Tuzluçayır’daki bir evde, 25 kişinin katıldığı bir toplantıda Kürdistan’a dönüş kararı alınır. 1975 yılının sonlarına gelindiğinde nitelikleri ve özellikleri itibari ile güçlü bir çekirdek grup oluşur. Artık bir de adı vardır grubun. Kürdistan tarihine damgasını vuracak gruba, “Kürdistan Devrimcileri” adı verilir.
Ankara’dan çıkış
Grubun önderi Başkan Abdullah Öcalan bunu şöyle ifade eder: “…Kürdistan’la ilgili oluşturduğumuz tez ve düşünceleri ülke sahasına taşımak son derece önemliydi. Bu düşüncelerin Kürt halkı ile ete-kemiğe bürünmesi gerekiyordu. Bu nedenle Kürdistan’a giriş yaptık…”
Ülkeye dönüş kararı temelinde grubun en seçkin ve en bilinçli üyeleri Ankara’dan Kürdistan’a doğru yola çıkarlar. 1977, Kürdistan’da il il toplantıların geliştirildiği yıl olur. Bu toplantılar grubun giderek siyasi bir harekete dönüştüğünün de göstergesi olur.
1977’nin 18 Mayıs’ında grubun önderlerinden Haki Karer vurulur. Grubun en bilinçli, en emektar ve en çalışkan üyesi kalleşçe vurulmuştu. Artık kan akmış, can verilmiş, bir beden yere düşmüştü. Başkan Abdullah Öcalan’ın “gizli ruhum” dediği, Karadeniz’in enternasyonalist devrimcisi Haki Karer Antep’te katledilmişti.
Özgürlük hareketi’nin öncü kadrolarından Haki Karer’in ölümünden bir yıl sonra, 17 Mayıs 1978’de Hilvan’da Halil Çavgun da, feodal işbirlikçi güçler tarafından katledilir.
Hilvan-Siverek direnişi
Özgürlük hareketi, feodal ve sömürgeciliğin en çok derinleştiği Hilvan ve Siverek’te ilk silahlı mücadele adımını atar. Bu, ulusal kurtuluş kavgasında halk savaşının başlangıcını oluşturur.
Başta Halil Çavgun, Salih Kandal ve Cuma Tak olmak üzere onlarca devrimcinin direnişiyle gelişen bu mücadele, geniş halk kitlelerini devrime çekerek, hareketi yaygın bir halk hareketi haline getirir.
Hilvan ve Siverek direnişi başta Urfa ve çevresi olmak üzere, tüm Kürdistan’ı etkiler. Hareket kadrolaşarak gelişir. Denilebilir ki Hilvan ve Siverek direnişi ile partileşmiş olur.
30 Temmuz 1979’da Kırbaşı köyünde Bucak’a karşı gerçekleştirilen eylemle Siverek direnişinin startını veren özgürlük hareketi, nasıl ki Hilvan direnişiyle partileştiyse, Siverek direnişiyle de ordulaşma yolunda önemli bir adım atmış olur.
12 Eylül darbesi ve Amed zindan direnişi
Süreci askeri darbeyle kurtarmak isteyen Türk burjuvazisi ve uluslararası güçler, 1980 yılında askeri darbe gerçekleştirir. 12 Eylül darbesi karanlık bir dönemin başlangıcı olduğu kadar Özgürlük Hareketi için de oldukça önemli bir sürecin başlangıcı olur.
Özgürlük hareketi, askeri darbeyi büyük bir taktikle boşa çıkartma kararına ulaşır; darbe karşısında güçlerini toparlama, geri çekip eğitimini derinleştirme, ardından ise yeniden ülkeye dönüş taktiğini izler.
12 Eylül darbesinden sonra, Kürdistan adeta yeniden işgal edilir. Kürtler adına ne kadar kutsal ve saygı gösterilmesi gereken değerler varsa ve bunların bir daha asla yeşermemesi, bir daha Kürt halkının özgürlükten ve hatta kendi öz benliğinden bahsetmemesi için ne gerekiyorsa o yapılır.
Bunun için Kürt halkının öncüleri en ağır işkencelere tabi tutulurlar. İşkence tezgâhlarından geçirilen öncüler zindanlara doldurulurlar. Amaç bu öncüleri kendi öz benliklerinden vazgeçirmekti.
Eğer bu plan, Amed zindanında başarılabilseydi Kürtlerin bir daha onur ve özgürlüğünden bahsetmesi mümkün olmayacaktı. Amed’te uygulanan zulmün, işkencenin, akıl almaz vahşetin nedeni işte burada yatmaktaydı.
Amed zindanı kısa bir zamanda bir mezbahaya dönüştürülür. İşkencenin en katmerlisi, zulmün en yoğunlaşmışı uygulanır, suçun en büyüğü işlenir. Kürtlük, insanlık ve sosyalizm adına ne varsa hepsi ayaklar altına alınmak istenir.
Bunun için özgürlük hareketi’nin kimliğini taşıyan tutsaklar yıllarca ağır işkencelerden geçirilerek tutsakların şahsında insanlığın teslim alınması için ne gerekiyorsa o yapılır.
Yapılan işkencelere, ihanet ve teslim alma çabasına Mazlum Doğan kendini feda ederek, dörtler bedenlerini ateşe vererek, Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek ruhlarını katık yaparak “dur” derler. Amed zindan direnişi bu beden, bu fedailik, bu ruh üzerinde inşa edilerek adım adım görkemli bir direniş abidesine varılır. Diyarbakır zindanında yaşanan destan bu temelde ortaya çıkar.
Ülkeye dönüş
Arap çöllerinden, Filistin’in kuytu köşelerinden, uygarlığın en eski diyarları olan Şam, Halep ve Ortadoğu’nun dört bir yanında bulunan özgürlük hareketi’nin fedaileri yavaş yavaş kendi ülkelerine, Özvatanlarına, onlara hayat veren öz topraklarına, yani Kürdistan’a dönmeye başlarlar.
Önce Botan’a, ardından Mezopotamya’nın her yanına akmaya başlayan fedailer durmadan, bıkıp usanmadan, yorulmadan akmaya devam ederler, bu yolculukta binlerce fedai şehitler kervanına katılır…
Diriliş: 15 Ağustos ve ilk kurşun
15 Ağustos 1984 yılında ilk kurşun sıkılır. Kürtlerin kendilerine dayatılan “Kadere”, karartılan tarihe, korku ve cesaretsizliklerine sıktıkları bu ilk kurşunun sesi Kürdistan’ın tüm dağlarında, ova ve vadilerinde yankılanır; tüm dünya Şemdinli ve Eruh’ta yankılanan bu sesi duyar. Artık kurşun sıkılmıştı, ok yaydan çıkmıştı ve Kürtlerin tarihinde yepyeni bir sayfa açılmıştı.
Kürdistan artık ateştir, kan ve baruttur; talan, göç, ölüm ve zindandır… Ama aynı zamanda onur ve özgürlük tohumlarının ekildiği kutsal bir coğrafyadır. Bu coğrafyada Karasungur’lar, Agit’ler, Berivan’lar, Berîvan’lar, Zilan’lar, Adil’ler, Apê Hüs’ler, Reşit’ler, Delal’ler, Ronahî’ler, Zekiye ve Rahşan’lar gibi büyük komutanlar ortaya çıkarlar…
Kadın ve özgürlük
Özgürlük hareketi denilince ilk akla gelen kadın olur; zira Kürt kadını ilk kez PKK ile özgürlüğün ne demek olduğunu anlamış, görmüş ve bunun pratik gerçekliğine bu zeminde ulaşmıştı.
Kadının kendini tanımasını, özgürlük haykırışlarını ve asla teslim olmayacağına dair kararlılığını özgürlük hareketi ile tüm dünyaya haykırmış ve Berîtan şahsında “savaşarak özgürleşen, özgürleşerek güzelleşen, güzelleştikçe sevilen” kadın gerçeği onun yaşam ilişkisine varmıştı.
Kara gün: 15 Şubat
Kara bir hayalet çökmüştü, Kürt halkının üzerine…
14 Şubat sabahı Kenya güvenlik güçleri, Yunanistan Büyükelçilik binasını kuşatır ve 15 Şubat günü büyükelçilik binasına girerek, Başkan Abdullah Öcalan zorla alınıp Türk devletine teslim edilirken, 15 Şubat günü Kürtler için kara bir gün olarak tarihe geçer.
NATO’ ABD, İsrail, İngiltere, Almanya ve Rusya’nın teyakkuz halinde yürüttüğü uluslararası komplo sonucu, Başkan Abdullah Öcalan, insanlık dışı bir uygulamayla dünyanın gözü önünde Türkiye’ye kaçırılır…
İmralı rejimine “êdî bese” demek
Bundan 44 yıl önce özgürlük hareketini var eden Başkan Abdullah Öcalan, bugün hala İmralı Kapalı Cezaevi’nde tecrit altında tutuluyor. İmralı sistemi gerçekten de tarih boyunca insanlığın alnındaki en karanlık lekelerden biri oluyor. Kürt halkı ise İmralı sistemine karşı artık “Edi Bese” diyor…
Elbette Başkan Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü Kürdistan’ın, Kürt halkının özgürlüğüdür. Kürt sorununun demokratik çözümüdür. Kürdistan’a demokrasi ve barışın getirilmesidir. Kürt halkı ile Türkiyeli halkların iç içe, yan yana kardeşçe ve özgürce yaşamasıdır…
“Hiçbir şey bağımsızlık ve özgürlükten daha değerli değildir” şiarıyla yola çıkan Kürt halkı, bu şiarın gerçekleşmesi için hala maratonun kulvarında koşmaya devem etmektedir…
İnsanlık tarihinde yeni bir doğuşu, yeni bir duruşu, hatta diyebiliriz ki ezilenlerin tarihinde bir çığır olan özgürlük hareketi 44. Yılına girmiş bulunuyor.
44 yıldır amansız, kesintisiz ve sınırsız bir biçimde özgürlük, demokrasi, ahlaki-politik bir toplumun inşası için bıkıp usanmadan hakikat yolunda yürüyen özgürlük hareketi, sadece Kürt halkı için değil, dünya emekçileri, ezilenleri ve ötekileri için de yeni bir umudun, felsefenin, yeni bir ruhun ve yaşam manifestosu, sönmeyen bir meşale olarak yanmaya devam ediyor…
Kürdistan özgürlük hareketi, Kurtlar sofrasını andıran Ortadoğu gibi bir coğrafyada, bir yandan kendi özgücüne dayanarak tam 44 yılı boyunca askeri-politik alanda güç oluşturma ve kendini kabul ettirme iradesini gösterip, her gün biraz daha büyüyerek Ortadoğu’nun en etkili devrim gücü haline gelmeyi başarırken, öte yandan da Rojava devrimi ile enternasyonalist bir kuvvet haline gelmiş durumda. Yaratana, sürdürene minnetle…