33 Kurşun: Taradılar, marşlarla karargaha döndüler
Dosya Haberleri —
- Katliamın en önemli faili Mustafa Muğlalı, önce idama mahkûm edildi; daha sonra ise “bunadığı” gerekçesiyle tahliye edildi. Daha sonra büstü, 1988’de, Kahramanlar Geçidi’ne, Atatürk ile Fevzi Çakmak’ın yanına konuldu; cenazesi devlet töreniyle devlet mezarlığına nakledildi ve Van Özalp’taki bir kışlaya adı verildi.
YILMAZ KAYA
Kayıtlara ve hafızalara “33 Kurşun” olarak geçti; ilk şifreli yazışmalarda ise “sınırda yer gösterirken karşı taraftan açılan ateş sonucu öldürülen 33 kişi” diye rapor edildi. Van’ın Özalp ilçesinde, 78 yıl önce bugün, aralarında izne gelen iki asker ile 11 yaşında bir çocuğun da bulunduğu 33 kişi taranarak katledildi. Eğer bir kişi, 33 kişinin taranması sırasında yaralanıp ölülerin altında kalmasa ve kurtulup İran’a kaçmasaydı, bu olay belki de hiç açığa çıkmayacaktı.
Katliam emrini veren, Teşkilat-ı Mahsusa üyelerinden olan ve 1926-27 yıllarında Dersim ile Amed Pêçar'da yüzlerce köyün yakılması, binlerce sivilin öldürülmesinden sorumlu 3. Ordu Komutanı Mustafa Muğlalı idi. Muğlalı, “adalet” için değil, iki partinin oy kapma telaşı üzerine yargılandı ve idama mahkûm edildi. “Bunadığı” gerekçesiyle tahliye edildi. Katliamda yer alan hiçbir subay cezalandırılmadı. Muğlalı'nın büstü, 1988 yılında 'Kahramanlar Geçidi'ne konuldu.
2. Dünya Savaşı’nın sürdüğü yıllarda İran sınırına komşu olan Van'ın Özalp ilçesinde kaçakçılık, göz yumulan bir gerçeklikti. Göz yumuluyordu, çünkü İran'dan kaçak getirilen gaz yağı, aynı zamanda askeri birlikler ve resmi kurumlar için de kullanılıyordu. Yine ordunun et ihtiyacının bir kısmı da kaçak getirilen küçük baş hayvanlardan sağlanıyordu.
Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel, Özalp Jandarma Kumandanı Vasfi Bayraktar ve Hudut Tabur Komutanı Binbaşı Sükrü Tüter'in organizesi ile 1943 yılında bir çete oluşturularak sınırın diğer tarafında Türk istihbaratı ile çalışan ve İran'daki Ruslar hakkında sık sık Türk yetkililere bilgi veren aşiret reisi Mîhemedê Mîsto'nun aşiretine ait yaklaşık 200 büyük ve küçükbaş hayvan, 6 Temmuz tarihinde gasp edilerek ilçeye getirilir. Hayvanların bir kısmı belli kişilere dağıtılırken kalan büyük kısmı ise askeriyenin yemek ihtiyacı için karakollara dağıtılır.
Hayvan kaçakçılığına 'Ruslar geldi' raporu
Bunun üzerine Mîhemedê Mîsto, Özalp Kaymakamı'na bir mektup göndererek Türk devletinin dostu olduğu, hayvanlarının geri verilmesi, aksi taktirde kendisinin gelip alabileceği ve bunu yapması halinde hükümetin rencide olacağı uyarısında bulunur. Kimse bunu dikkate almaz ve Mîhemedê Mîsto'nun adamları bir gece sınırı geçerek Özalp'e bir buçuk kilometre uzaklıkta otlatılan 500 kadar hayvanı alarak geri döner. "İran'dan gelip sürüleri gasp edip gittiler" söylentileri yayılınca Kaymakam Hilmi Tuncel, Van Valiliği’ne, "Özalp yakınlarına kadar Rus askerleri geldi, köyün sürülerine el koydu" seklinde şifreli, asılsız bir telgraf gönderir. Binbaşı Şükrü Tüter de aynı şekilde asılsız bir raporu askeri makamlara ulaştırır.
İlçedeki arzuhalci Rıfat adlı kişi, bazı arazi ihtilâfları sebebiyle geçinemediği Harapsorik ve Milânengiz köylerinden toplam 40 kişiyi Mîhamedî Mîsto'ya yardım eden kişiler olarak ihbar eder. Valiliğin onayı ile hemen sınır köylerine operasyon yapılır ve 40 kişi gözaltına alınır. 21 Temmuz 1943 günü 5 kişi tutuklanıp Van'a gönderilirken 35 kişi serbest bırakılır. Dönemin Van savcısı ve daha sonra Demokrat Parti milletvekili olan Kemal Yörükoğlu, yıllar sonra gözaltına alınan 40 kişinin de suçsuz olduğunu, tepkileri dindirmek için 5 kişiyi tutuklamak zorunda olduklarını ve bunların da daha sonra beraat ettiklerini ve tutuklanmasalar bunların da öldürülmüş olacaklarını meclis kürsüsünde dile getirir.
İçlerinde askerler de vardır
Gözaltına alınanlar serbest bırakıldıktan sonra, aralarında hasta oldukları için izne gelmiş olan askerleri makamına çağıran Askerlik Şube Başkanı Yarbay Sıtkı Tutak, "Sizler askersiniz, ben bu durumu beğenmiyorum. Başınıza büyük işler açılabilir. Derhal kıtalarınıza dönün" der. İzne gelmiş askerlerden ikisi, aynı gün kıtalarına geri dönmek için ilçeden ayrılır. "Süco Çavuş" olarak bilinen Muvazzaf Çavuş Süco Çelebi ile Er Şükrü Taşçı ise köylerine döner.
Muğlalı: Emir yüksek yerden
Olayın, “Rus askerleri sınırı geçti” diye Başbakanlık ve Genelkurmay'a yansıtılması sonrasında Genelkurmay, olayı incelemek üzere Orgeneral Mustafa Muğlalı'yı Van'a gönderir. Teşkilat-ı Mahsusa’dan yetişmiş olan Muğlalı, 1926’da Dersim’de ve 1927’de Amed Pêçar’da yapılan katliamlara katılmış, binlerce kişinin ölümüne ve yüzlerce köyün yerle bir edilmesini sağlamış “kahraman” bir komutandır çünkü.
Muğlalı, 24 Temmuz 1943 günü Van'a gelir. Kaymakam ve askeri yetkililere 35 kişinin neden serbest bırakıldıklarını sorar. Suçlanabilecek delilleri olmadığı için serbest bırakıldıkları yönünde cevabı alan Muğlalı, bunların Ruslarla işbirliği yaptığı için askere teslim edilmesini ister.
Aynı gece Van Valisi Hamit Onat'ın evinde, Mustafa Muğlalı, Hamit Onat, Tümgeneral Cevat Yalım ve Tuğgeneral Rasim Saltuk ile bir toplantı yapılır. Toplantıda serbest bırakılan 35 kişinin öldürülmesi tartışılır. Tümgeneral Cevat Yalım'ın, "Paşam kanun yollarından yürümek daha uygun olur, elinizi ateşe sokmayınız” sözüne sinirlenen Muğlalı, emrin yüksek yerden geldiğini ve yerine getirileceğini söyler.
11 yaşındaki çocuk da
Toplantıdan bir gün sonra, 25 Temmuz 1943 günü, Vali Hamit Onat, Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel'e telefon ederek yarın Özalp'a geleceklerini ve serbest bırakılan 35 kişinin tekrar gözaltına alınmasını ister. Özalp Jandarma Bölük Komutanı Vasfi Bayraktar, askerlerle birlikte köylere baskın yaparak serbest bırakılan 35 kişiyi arar ancak serbest bırakılanlardan izne gelmiş olan iki asker köyden ayrılmıştır. Aralarında 11 yaşında bir çocuk ve izne gelmiş iki asker de olmak üzere 33 kişi, tekrar gözaltına alınır. Mîhemedê Mîsto'nun Türk vatandaşı olan kızı Zöhre de gözaltına alınanlar arasındadır ancak bir subayın devreye girmesi ile yeddiemine teslim edilerek serbest bırakılır. Gözaltına alınan 33 kişi, 30 Temmuz sabahı iki süvari müfrezesi ve iki manga refakatinde, “Sınırda kaçak geçiş yerlerini göstereceksiniz” denilerek Yukarı Koçkıran Sefo deresine götürülerek burada kurşuna dizilir.
Kurşuna dizilenlerin isimleri şöyledir: Xerapsorik köyünden Hasan oğlu Cellat Uzuntaş, Cellat oğlu Ahmet Uzuntaş, Memi oğlu Ahmet Uyanık, Mehmet oğlu Arap Ali Polat, Timur oğlu Serhenk Özkaplan, Hüseyin oğlu Haydar Akalın, Hüseyin oğlu Ömer Akalın, Timur oğlu Mehmet Özkaplan, Hızır oğlu İsmail Şen, Ali oğlu Tatar Gök, Ali oğlu Mısto Ertbas, Mıhi oğlu Beşir Deniz, Cellat oğlu Mustafa Uzuntaş, Yusuf oğlu Aco Çelebi, Aco oğlu Süco Çelebi (Muvazzaf Çavuş), Milanengîz köyünden, Ahmet oğlu Salih Taşçı, Sevinç oğlu Sükrü Taşçı (Er), Hızır oğlu Ali, Ali oğlu Mehmet Taşçı, Kuro oğlu Sultan Özay, Osman oğlu İsa, İsmail oğlu Yusuf, Mehmet oğlu Haydar, Muhtar Ali, Ömer oğlu Seydi, Yusuf oğlu Fındi, Ahmet oğlu Memi, İsa oğlu Paşo, Bekir oğlu Kazım, Bekir oğlu Ahme, Ahmet oğlu Hızır, Kuro oğlu ibrahim Özay.
Rapor: 33 kişi öldürüldü
Katliam tutanağı, 266. Alay 2. Sınır Tabur Kumandanı Binbaşı Şükrü Tüter tarafından şu şekilde hazırlanır: "Huduttan içeriye sızan İran şakilerine yataklık etmekten suçlu olarak gözaltında bulundurulan 33 kişiyi bu eşkıyaların hangi geçitlerden geldiklerini ve gittiklerini bize göstermeleri için Kaymakamlık’tan teslim aldık. Bu şahısları hududa götürdük, bu hudutta geçitleri bize göstermelerini istedik. Onlar bize, bizce belli olan bazı geçitleri gösterdiler. Sonra Çaldıran mıntıkasının Çilli mevkiine geldiğimizde hudut dışından bize ateş açıldı. Bu 33 kişi de kısmen bizim süvarilerimizin hayvanlarına binerek, kısmen de yaya olarak İran tarafına kaçmak istediler. Bu sırada gerek İran tarafından, gerekse bizim kıtalarımız tarafından açılan ateş arasında kalarak kâmilen (tamamen) imha oldular, durumu arz ederim.”
Ölen 2 asker
Katledilenler arasında izin alarak köylerine gelen Muvazzaf Çavuş Süco Çelebi ile Er Şükrü Taşçı da vardır. Haftalar sonra, iki askerin kıtalarına dönmemesi üzerine Genelkurmay, Askerlik Şubesi'nden akıbetlerini sorar. Askerlik Şubesi Başkanı Yarbay Sıtkı Tutak, çektiği telgrafta, "Kurşuna dizildiler" tabirini kullanır. Bunun üzerine Yarbay Tutak, Van 10. Tümen Komutanı Rasim Saltuk'un emriyle tutuklanır ve bir süre Van askeri cezaevinde kalır.
Tek başına kurtulup olayı anlattı
Askerlerin ateşi sırasında kardeşleri ve yakınları da katledilen, ancak kendisi yaralı olarak ölülerin altında kalarak kurtulan tek kişi, İbrahim Özay'dır. İbrahim, askerler olay yerini terk ettikten sonra, yaralı halde İran'a kaçar ve Van Cezaevi'nde tutuklu bulunan kardeşi İsmail Özay'a mektup yazarak olayın gerçeğini anlatır. İsmail Özay, 32 kişinin nasıl katledildiğini, daha önce aynı suçtan tutuklanan 5 kişinin beraat ettiğini, bir soruşturma yapılırsa yaralı kurtulan kardeşinin gelip ifade verebileceğini belirterek 15 Eylül ve 20 Aralık tarihlerinde TBMM'ye dilekçe verir. Sonuç alamayınca bu kez Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı'na da dilekçe ile başvurur ancak 5 yıl süreyle katliam hakkında hiçbir işlem yapılmaz.
Katliam TBMM gündemine taşınır
1946 yılında, meclise 66 milletvekiliyle girmesinden 2 yıl sonra sonra Demokrat Parti, konuyu gündemine alır. 32 Kürt’ün öldürülmesinden ziyade, 1930 yılında İzmir Menemen’de yapılan şeriat kalkışmasında 28 kişi hakkında idam kararı veren dönemin askeri mahkeme başkanı Mustafa Muğlalı’nın yargılanmasıdır. 3 Aralık 1948 tarihinde Demokrat Parti Eskişehir Milletvekili İsmail Hakkı Çevik, bir soru önergesi ile konuyu TBMM gündemine taşır ve şunları sorar: "33 Türk vatandaşının Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun halen mülga 18'nci maddesi hükmüne dayanılarak gözaltına alındıkları, sonradan da hududa sevk olunan bu şahısları Özalp Kaymakamı ve Jandarma Komutanı tarafından, mahkeme kararı olmadan, kütle halinde kurşuna dizilmiş oldukları, Yüksek Meclis’e vâkî şikâyetlerden anlaşılmıştır. Böyle bir hâdisenin vuku bulup bulmadığının, vuku bulmuş ise failleri hakkında ne gibi bir muamelenin yapılmış olduğunun Sayın Başbakan tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ve teklif ederim."
Muğlalı ve subaylar tutuklanır
Dönemin Milli Savunma Bakanı Hüsnü Çakır, ölümleri doğrular ve tahkikat açıldığını belirtir. 19 Ocak 1949 tarihinde bu kez aslen Amedli olan Kayseri Milletvekili Fikri Apaydın, konuyu tekrar meclis gündemine getirir. 1 Eylül 1949 tarihinde ise yürütülen soruşturma sonucunda emekli Orgeneral Mustafa Muğlalı tutuklanır. Mahkemede Muğlalı'nın emirlerini yerine getiren askerler de dinlenir. Muğlalı, ilk başta katliamı reddeder. Gözaltına alınan kişilerin sınır bölgesinde yer göstermeye götürülürken askere saldırdıkları, aynı anda da sınırın diğer tarafından ateş açıldığını ve ölenlerin iki ateş arasında kalarak öldürüldüklerini ileri sürer. Ancak katliamda yer alan askerler, bu iddiayı reddeder ve emir üzerine 33 kişiyi kurşuna dizdiklerini anlatır.
Tanık askerler katliamı doğrular
Askeri mahkemede yapılan yargılamada söz alan Yedek Teğmen Durmuş Özbek, şunları anlatır: "Biz, arkadaşım Yedek Subay İlyas Yalçın ile birlikte, kurşuna dizme olayının cereyan ettiği yerin yakınındaki Takorengiz Askeri Sınır Karakolunda görevliydik. Bize gelen emir, kurşuna dizme görevi verilen süvari bölüğünden, Necdet ve Bilal adlı yedek subay arkadaşlarım ile komutalarındaki birliği gözetleme ve herhangi bir saldırıya karşı koruma idi. Bu arada önümüze, imzalamamız için, önceden düzenlenmiş bir de zabıt konmuştu. Zabıtta olay, bir kurşuna dizme değil de sanıkların sınır dışından vuku bulan tecavüz sebebiyle meydana gelen silahlı çatışmada iki ateş arasında kalarak kaza kurşunlarıyla öldükleri şeklinde ifade ediliyordu. O günün olağanüstü şartları içinde esasen iç yüzünü pek bilmediğimiz bu olaylı zaptı imzaladık... Dışarıdan herhangi bir saldırı yoktu. Teğmenlerin havaya ateş ederek verdikleri işaret üzerine mangalar ateş açtı ve 33 vatandaş böylece kurşuna dizildi.
Ancak benim bu olayda dikkatimi çeken, kurşuna dizme görevini yerine getiren birliklerin, karargâhlarına, milli bir görevi yerine getiren insanların ruh haleti içinde, 'Dağ Başını Duman Almış' marşını söyleyerek dönmeleriydi. Anladığım kadarıyla vatan hainliği etmiş kimseleri kurşunladıkları kanaati içinde idiler."
İki manganın ateşi ile
Katliama tanık olan Yedek Teğmen Seyit Bali ise ifadesinde şunları söyler: "Serbest bırakılan bu şahıslar, 3. Ordu'dan gelen yeni bir emirle tekrar tutuklanarak aynı yere kondular. Bize verilen yazılı emirde, 'Bu tutuklu şahıslar Yüzbaşı Vahdet Yüzgeç tarafından kaymakamlıktan teslim alınacak ve Hasankaleli çavuş ve erlerden kurulu iki manga refakatinde Çilli mevkiine götürülüp gizli çıkış ve giriş yerlerinin tespiti istenecek, şayet kaçmağa teşebbüs ederlerse üzerlerine ateş edilecektir' mealinde idi. Emir gereğince 30 Temmuz 1943 günü sabahı bu şahıslar Tabur Komutanı tarafından verilen emir üzerine ben ve Teğmen Necdet Bilget'ce Kaymakamlıktan teslim alınarak Çilli mevkiine götürüldüler. 11 ve 12 kişilik iki kafile halinde İran hudut taşı üzerinde Bölük Komutan Vekili Necdet Bilget'in verdiği emri üzerine iki manga tarafından açılan ateş ile öldürüldüler."
Önce idam sonra tahliye
Yapılan yargılama sonucunda Muğlalı, 2 Mart 1950'de idama çarptırılır ancak yaşı nedeniyle cezası 20 yıla çevrilir. Daha sonra Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nden “akıl sağlığının yerinde olmadığı” raporu alınır ve aynı yıl 27 Eylül tarihinde tahliyesine karar verilir. Muğlalı, hastanede tedavi altına alınır. Demokrat Parti Amed Milletvekili Mustafa Ekinci, Muğlalı'nın serbest bırakılması üzerine konuyu TBMM'ye getirerek Adalet ve Sağlık Bakanlarının cevaplandırması istemiyle soru önergesi verir. Ekinci, Muğlalı'nın sıhhatte ve zinde olduğunu, hastanede rahatlıkla dolaştığını ve ikinci bir muayeneye tabi tutulup tutulmayacağını belirterek, "Tarihi kapkaranlık olan bu adamın, memlekette dâima hırsızlık ve fenalıklar yapmış olan bu adamın deliyse tımarhaneye, aciz ise Darülaceze’ye ve eğer sağlam ise hapishaneye gitmesi gerekir" der.
Katiller tutuklanmadı
Muğlalı, Askeri Yargıtay'ın lehte verdiği yeniden yargılanmasına ilişki kararı ardından, 11 Aralık 1951 tarihinde, 69 yaşında kalp krizinden ölür. Muğlalı ile birlikte yargılanan eski Van Valisi Hamit Onat, eski Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel, eski Özalp Jandarma Komutanı Yüzbaşı Vasfi Bayraktar, eski Van Mektupçusu Tevfik Yener, Başgedikli Ali Sever hakkında ise, "Nezaret altına aldırdıkları vatandaşları kanuni merci olan adalete teslim etmeyerek Hudut Tabur Komutanı Şükrü Tüter'e teslim etmek suretiyle vazifelerini ihmal ettikleri" gerekçesiyle açılan dava, 5677 Sayılı Af Kanunu ve zaman aşımı gibi gerekçelerle beraat ile sonuçlanır. Böylece 32 Kürt’ün ölümü ile ilgili hiç kimse cezalandırılmaz.
6-7 Eylül’den sonra
İstanbul'da 6-7 Eylül 1955 tarihinde Rum ve Ermenilere yönelik yapılan linç ve yağma olaylarından sonra CHP, olayların üzerine giderek iktidardaki Demokrat Parti'yi hedef almaya başlar ve “azınlıklara karşı ayrımcılık yaptığı” gerekçesiyle hükümetin istifasını ister. Demokrat Parti de buna karşılık tekrar Mustafa Muğlalı olayını gündeme getirir. Konu, 32 sivilin öldürülmesi değil, 6-7 Eylül’deki pogrom nedeniyle suçlanan iktidarın, muhalefetin eski katliamlarını gündeme getirip gündemi değiştirmesidir.
Muğlalı olayı, 12 ve 25 Şubat 1956 tarihlerinde mecliste tartışılır. Demokrat Partililer, 32 Kürt’ün ölümünden dönemin İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı ve Genelkurmay Başkanı ile Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'yü suçlar ve yargılanmasını ister. Amaç, CHP'nin 6-7 Eylül olaylarının sorumlularını bulma girişimine karşı atılan bir adımdır. Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu, 1958 yılında hazırladığı raporunda “zaman aşımı” ve çıkarılan aflar ile birlikte konunun kapandığına karar verir.
'Kahramanlar Geçidi'ne büst!
Muğlalı'nın cenazesi, 1988 yılında bulunduğu Edirnekapı Şehitliği'nden alınarak devlet töreni ile Ankara'daki devlet mezarlığına nakledildi. Bir yıl sonra ise itibarı iade edilen Muğlalı'nın büstü, Atatürk ve Fevzi Çakmak'ın da bulunduğu "Kahramanlar Geçidi”ndeki diğer komutanların arasına konuldu. Kara Kuvvetleri Komutanlığı da 2004 yılında aldığı bir kararla Van Özalp'ta bulunan Kara Kuvvetleri'ne bağlı sınır taburundaki kışlaya Mustafa Muğlalı adını verdi. Yaşanan tepkiler ve katliamda hayatını kaybedenlerin yakınlarının verdikleri dilekçeler sonucunda, 2011 yılında kışlanın adı, "Şehit Astsubay Erkan Durukan Kışlası" olarak değiştirildi.
Dönemin savcısı:
Devlet aczini örtmek için 33 kişiyi öldürdü
Katliamı 15 Ağustos 1956 tarihinde gündeme getiren DP Van Milletvekili Kemal Yörükoğlu, kimler tarafından yapıldığını, kimin emir verdiğini ayrıntılı şekilde açıkladı.
Yörükoğlu, meclis konuşmasında şunları söyler: "Bendeniz o zaman Van Cumhuriyet Müddeiumumisi olarak bulunuyordum ve bu hadisenin bütün teferruatta en hurda noktalarına kadar aydınlatmayı vazife bilmekteyim. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarı, bilhassa Şark vilayetleri için gıdasını, zulmün, işkencenin, kahrın öz suyundan almıştır. Böyle bir zihniyete sahip bu iktidar zamanında, 1943 senesinde, Van hudut bölgelerinde dikkate şayan bir asayişsizlik mevcuttu ki, biz iktidara geldiğimiz zaman, ‘Demokrat Parti asayişi temin edemiyor’ diye bir terane tutturmuşlardı. Halbuki asayişsizlik bütün şiddeti ile, bütün kuvveti ile kendi devirlerinde hüküm sürmüştür. Nitekim, muhterem arkadaşlar, Özalp hududunda İran’dan sık sık bazı hayvan gaspları oluyordu. İran hududundan geliyorlar ve bizim huduttan hayvanatı alıyorlar, İran’a götürüyorlardı. Bizimkiler de bu asayişsizliği, bu taarruzları, bu gaspları önlemek, bunlara mani olmak yollarını bırakıyorlar, o zamanki zihniyet icabı bir mukabeleyi bil misil yapıyorlar. Yani, bizden de bir kısım halkı teşvik ediyorlar. İranlıların hayvanatını aldırıp Özalp’te satıyorlar. Bizim tarafımızdan hayvanları gasp edilen İranlılar hükümete müracaat ediyorlar ve diyorlar ki, ‘Daha evvelki gasplar bizim mıntıkamızdan yapılmamıştır. Siz bizim hayvanlarımızı haksız olarak götürdünüz. İade ediniz. Aksi takdirde devletin haysiyetini kıracak harekette bulunacağız.’ Bizimkiler yine aldırmıyorlar. Bu vaziyet muvacehesinde günün birinde hudut karakollarını aşarak Özalp kaza merkezine bir buçuk kilometre mesafede yayılmakta olan hayvanatı alıp götürüyorlar.
Hakikaten devlet olarak gayet çirkin bir mesele: Hudut taburu var, jandarması var, polisi var, hudut karakolları var. Adamlar bir buçuk kilometre mesafesine kadar geliyorlar. Kaza merkezinin yayılmakta olan hayvanatını götürüyorlar. Bu hadise karşısında adamlar devletin haysiyetini kıracak vaziyeti meydana getiriyorlar. Bu sırada Muğlalı, Van’a geliyor, Vali ile temasa geçiyor. Ben orada Müddeiumumi idim ve aynı zamanda Vanlıyım, benimle teması mahzurlu görüyor ve Vali’nin evinde gizli toplantılar yapılıyor. Ne yapayım, şu vaziyeti nasıl kurtarayım? Şu köyden 5, bu köyden 4, şu köyden 6 olarak 38 kişi topluyorlar; bunlar, ‘İranlılara yataklık ediyorlar’ şeklinde itham ediliyorlar ve bu suretle idarecilerin aczini kapatmak için işi bu vatandaşların ölümüne kadar götürüyorlar. Şimdi bunları mahut Polis Vazife ve Salahiyeti Kanunu’nun 18. Maddesi mucibince nezaret altına almıyorlar.
Bu hengamede, bunlar serbest bulunduğu sırada, 38 kişiden 5 kişiyi zabıtla bize veriyorlar. Zabıt bana geldi, tetkik ettim, gördüm ki, adamların aleyhinde hiçbir kuvvetli delil yok. Düşündüm... Öyle bir zihniyet ki, serbest bıraksak, ‘Efendim ne yapalım, yakalayıp adliyeye veriyoruz ama serbest bırakıyorlar' diyecekler. Bizzarure, ‘Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 18. maddesini işletmek zorunda kalıyoruz, temin edemiyoruz’ gibi bir laf söylenmesini önlemek ve bunu onlara bir koz olarak vermemek için, tahkikatın selameti bakımından beş kişiyi tevkif ettim. Bu beş kişiyi tevkif ettiğimizin 3. günü, diğer geriye kalan 33 kişiyi tekrar topluyorlar, bir iki süvari müfrezesi ile, sonradan muttali olduğumuza göre, bunlara diyorlar ki, ‘Bize eşkıyaların güzergahını gösterin'. Bunlar da masumane, peki diyorlar ve müfreze ile gidiyorlar. Tam İran hududunda, alınan tertibat üzerine makineli tüfeklerle bu 33 vatandaş öldürülüyor. Diğer beş kişiyi bilahare biz tahliye ettik. Dava açtık, ağır cezada beraat ettiler. Bu beş kişinin hayatı kurtuldu.
İran hududundan ateş ediliyor, bizimkiler de ateş ediyor, bu müsademede askerlere hiçbir şey olmuyor, 33 kişi ölüyor. Zabıt varakasını aldım, Adliye vekaletine gönderdim. Dedim ki, hadisenin oluşuna göre bu, askeri bir suçtur. Askeri makamlar tarafından işlenmiştir, askeri bir suç olduğu kanaatindeyim, keyfiyeti takdirinize arz ederim. Bir de ilişik olarak takdim ettiğim zabıt varakasından başka bir malumat yoktur. Hakikat bunların öldürüldüğü merkezindedir. Adliye Vekaleti soruyor, biz tekrar gönderiyoruz. Sonunda Adliye Vekaleti bu suçun askeri bir suç olduğu neticesine varıyor ve keyfiyeti Dahiliye ve Milli Müdafaa Vekaletlerine intikal ettiriyor.
Şimdi, 1943 senesinden ta 1948 senesine kadar mesele alhalihi (olduğu gibi, gizli) kalıyor ve ölenlerin yakınlarından biri de bizim cezaevinde mahkum olduğu için, İsmail Özer, Reisicumhur’a, Meclis Riyasetine, Başvekalete ve Dahiliye Vekaletine mütemadiyen telgraflar yağdırıyor. Adliye Vekaleti, suç, askeri bir suç olduğu için müdahale edemiyor. O da, ‘Keyfiyeti takibat yapmak salahiyet ve vazifesini haiz bildirdim’ diyor. 1948’de, arz ettiğim gibi, bu iş arzuhal encümeninden meclise intikal edince takibata başlanıyor. Bendeniz o zaman Gümüşhane Ağır Ceza Reisi idim, şahit sıfatıyla askeri mahkemede malumatıma müracaat edildi. Ve bildirdim.
Zabıt varakasının sahteliği şu şekilde tebeyyün ediyordu: Zabıt varakası hakkında soruyorlar. Diyorlar ki, şahit, aynı zamanda bu iki müfreze birden ateş ediyor, ayrıca iki manga ile emniyet tedbirleri aldırıyorlar... Bu emniyet tedbirlerini alan subay diyor ki, zabıt varakası hilafı hakikattir. İran hududundan ateş edilmiş değildir. Tam dereye geldiğimiz zaman evvelce kararlaştırılmış tertibata göre derhal makineli tüfeklerle bu vatandaşlar kurşuna dizildiler.
Arkadaşlar, çok hazindir, tabur kumandanı Şükrü Bey vatandaşları kurşuna dizen müfreze kumandanlarına telefon ediyor ve diyor ki, ‘Muğlalı Paşa muvaffakiyetinizden dolayı sizi tebrik ediyor.’
Arkadaşlar, sanki bir Rus ordusunu imha etmişler, bir fütuhat yapmışlar gibi bir de bunları tebrik ediyorlar. Ve hadisenin bütün merkezi sıkleti budur. Arz ettiğim gibi 33 vatandaşın en ufak bir suçu yoktur. Biraz evvel arz ettiğim gibi devlet hudutta asayişi temin edemediği için, bir aczin içinde bulunduğu için bu aczini setretmek (gizlemek, kapatmak) üzere, kudretsizliğini örtmek için 33 vatandaşı kanunsuz, nizamsız öldürtüyor."