Berlin’deki ilk eylemler

Dosya Haberleri —

İsmail Parmaksız

İsmail Parmaksız

  • 1978’de Berlin’de ilk kez Newroz’u kutlamaya karar verdik. Öğrenci harçlığımızla afiş yaptırıp üniversiteye astık. Sonra biletleri de bastık. Tabi biz geceyi bitirdik ama millet gitmiyor, dağılmıyor. Alkışlar halaylar ve sloganlar... Hiç unutmam, inanılmaz bir moral yarattı.

DENİZ BABİR/HAKAN TÜRKMEN

PKK, Avrupa’da diğer örgütlere göre daha geç örgütlenmeye başladı. Fakat başlar başlamaz çok kısa sürede en örgütlü güç haline geldi. PKK için Almanya’da o zamanlar en önemli merkezler Köln ve Berlin’di. Berlin’de taban bulmaya başlayan PKK’nin ilk etkinliği 1978’deki Newroz kutlamasıyla oldu. Coşkulu geçen bu Newroz’a katılanlardan biri de Şivan Perwer’di. Sonraki yıllarda ise Türk konsolosluğunu basmaları ciddi ses getirir. İsmail Parmaksız söyleşimizin ikinci bölümünde artık Berlin’de bir grup olarak hareket eden Kurdistan Devrimcileri’nin adım adım nasıl gelişip büyüdüğünü anlatmaya devam ediyor.

Grup olarak Berlin’deki ilk etkinliğiniz neydi?

1978’de Berlin’de ilk kez Newroz’u kutlamaya karar verdik. Berlin’de beş yüz kişilik bir yer tuttuk. Newroz kutlamasına Şivan, Zozan, Gülistan, Hozan Serdar ve Azad katıldı. İmkanımız yoktu ama öğrenci harçlığımızla afiş yaptırıp üniversiteye astık. Sonra biletleri de bastık. Tabi biz geceyi bitirdik ama millet gitmiyor, dağılmıyor. Yalnız geceyi alkışlar halaylar ve sloganlar eşliğinde zor bela bitirdik. Hiç unutmam, inanılmaz bir moral yarattı. TKP’nin yayın organı ve Özgürlük Yolu bu sefer başladılar anti propaganda yapmaya.

1979’a geldiğimizde İran mola rejiminin başına Humeyni gelmişti. Biz de bildirileri hazırlamışız Berlin’de durmak nedir bilmiyoruz. Üç arkadaşla aynı günde üç ayrı yerde habire dağıtıyoruz. Sabah saat beşte başlıyoruz geç saatlere kadar durmuyorduk. Bildirinin başı “Kahrolsun Gerici Humeyni Rejimi” ve dağıtmaya çalışıyoruz. Fakat bildirileri Cumartesi gününe planladık ve Berlin Neukölln’e gittik. Biz oraya gittiğimizde 10 kişilik bir TKP grubu da bildiri dağıtıyordu. Bu sırada yarı şalvarlı uzun sakalı 15’e yakın bir İslamcı grup “Yaşasın İslamın kılıcı Humeyni” diye slogan attılar. Bu durumda TKP’liler oradan gitmeye çalıştılar. Ben onlara “Yahu siz nereye gidiyorsunuz” dediğimde, onlar da “biz provokasyona gelmeyiz” diyerek, bizi orada bir başımıza bıraktılar. Biz üç kişiyiz, onlar var 15 kişi. Bu esnada Maraşlı bir kadın eşiyle beraber oradan yürürken eşine, ''Bak bu üç kişi Apocudur. Biz gitmeyelim bu İslamcılar onlara saldıracaklar. Biz kalalım onlara yardım edelim” diyordu.

Biz o kadar hareketli bir şekilde bildirileri dağıtıyorduk ki, sonra bu bir efsane gibi yayılıp gidiyordu. Bazıları “Onlarca Apocu Berlin’de eş zamanlı bildiri dağıttı” diyorlardı. Halbuki biz 3 kişiydik. Ama Kürdistan Devrimi’ne inanıyorduk. Bu tarihe kadar resmi anlamda örgütten henüz kimse gelmemişti. Bir temsilcilik bile yoktu. Bizimle paralel Köln tarafında Amele onlar vardı. Onlar da benim gibilerdi. Sanırsam 1980 sonrası biz en son tuttuk bir tane dergi üniversitede çıkardık. Dev-Sol, biz, Halkın Fedaileri, PFLP [Filistin Halk Kurtuluş Cephesi] bir de YNK’liler vardı. Bizler bu oluşumda “Avrupa Öğrenci Birliği” olarak yer aldık. Ortak çıkardığımız dergi ismi ise, “Ortadoğu İnfo” diye bir dergiydi. Örgüt temsilcileri olarak herkes orada bir yazı yayınlardı.

 

 

Artık PKK kurulmuş ve önemli bir grup da Lübnan’a çıkmış. Bu süreçte örgütten ilk kim geldi Berlin’dekilerle ilişki kurmak için? 

Sanırım 1981 olmalı, o esnada paltolu biri üniversitedeki standın etrafında öyle garip bakışlarla süzüyor ve standın üzerinde “Kurdistan Devriminin Yolu’’, ''Doğru Yolu Kavrayalım” broşürü var. Bir de Maraş katliamı üzerine bir bildirimiz var. Ama gelen kişi habire bunlara bakıp duruyor. Palto giymiş ve elinde bir baston biz de onun arkasında geziyoruz. Ajan mıdır, değil midir bilemiyoruz. Biz de onu tutalım Muharrem’in evi yakındır oraya götürelim, kimdir bu kişi diye sorgulayalım diyorduk. Sorduk kimsin? Ne diye standa bakıyorsun, bir şey de almıyorsun, dedim. O da bakmak yasak mı, diye cevap verdi. O esnada tam onun üzerine giderken birden cebinden bir pusula çıkarttı ve bana verdi. Pusula iyi korunmuştu ve iyi bantlanmıştı. Pusulayı açtığımızda Bekaa’dan geldiğini anladık. Gelen arkadaş Ali Gedik adında bir arkadaştı.

Böylece ilk resmi PKK temsilcimiz geldi. Artık onu iltica için başvurusunu yapmaya ikna etmeye çalışıyoruz. O da bir türlü iltica etmiyor. Fakat temsilci olarak gelmiş ve rahat hareket edebilmesi için bunu yapmamız gerekiyor. Fakat o ise, iltica etmeyi oportünistlik olarak algılıyordu ve bir türlü onu buna ikna edemiyorduk.

 

Naile Parmaksız

 

Nasıl ikna edebildiniz?

Bir gün eve geldiğimizde eşim Naile dedi ki bugün size bir telefon geldi. Yarın saat altıda burada olun, tekrardan telefon açacaklarını söylediler. Sorumlu arkadaş dedi ki “Nasıl bir sesti”. Naile ses tonunu anlatınca birden arkadaşı heyecan bastı. Biz de ertesi gün evde hazır bulunduk, bu sırada telefon geldi. Eşim Naile telefona baktı sonra sorumlu arkadaşa döndü ve seni istiyor dedi. Telefondaki ses arkadaşa diyordu ki, kaç aydır Berlin’desin neler oluyor neler yapıldı? Sonra ben telefonu aldım. Ben Başkan’a [Abdullah Öcalan] durumu izah ederken arkadaşın iltica için gerekli başvurularının yapması lazım deyince Başkan hemen yapılsın diyerek ısrar etti. Artık Başkan bunu deyince tabii ki hemen ilticasını yaptık.

Sonra kim geldi?

Daha sonra Baki Karer geldi ve onun gelişiyle beraber Berlin’de hemen bir dernek açalım dedik. Derneği Naile’nin üzerine başvurduk ve açtık. Arada bir seminerler veriyoruz. Parti yıl dönümü yaklaştığında biz bir plan yaptık ve Türk konsolosluğundaki bayrağı ateşe vereceğiz diye kendimizi hazırladık. O da olmadı sonra konsolosluğu basmaya karar verdik. Böylece partinin kuruluşunu böyle selamlayacağız. Kürt örgütlerini de çağıralım dedik.

Hangi örgütleri çağırdınız?

Rizgarî ve Ala Rizgarî’ye haber verdik. O diğer örgütlere haber vermedik. Konsolosa ikişer, birer kişi olarak girecek dedik. Siz de var mısınız dedik. Onlar da biz varız dediler. Fakat sonra bu iki örgüt de korktular, gelmediler. Kaldık biz tek başımıza. Ona göre bir bildiri de hazırlamışız. İçeri girdik ve yerimizi aldık. Ben bildiriyi çıkarttım ve okudum. Bildiri de Kurdistan kelimesi okunduğu gibi baktım arka taraflardan bir hareketlilik var. Hemen ardından baltalar ile bize saldırdılar. Fakat bizim arkadaşlar da kapıda durmuşlar geleni zincirle yere indiriyorlar. Artık konsolos adeta savaş alanı gibi olmuş. Polis geldiğinde bizler konsolosta bulunan ziyaretçilerle beraber dışarı çıktık. Tam bu sırada bir baktım Muharrem yok. Meğerse içerde biri tabancayla onun kafasına vurmuş ve bayılmış. Daha sonra Muharrem ve o konsolostan 6 kişiyi hastaneye kaldırmışlardı. Ertesi günü biz üniversiteye gittiğimizde Alman gazeteleri ve BBC dahi bu olayı çok güzel işlemişti. “Kürtler, Türk Konsolosluğu’nu bastı” diye manşetten haberi girmişlerdi. Okulun girişinde bu eylemde yer alan bütün arkadaşlar omuzlarda taşındı. İşte bizim ilk radikal ve etki yapan eylemimiz buydu. O zaman Essen’de de konsolos basılacaktı. Fakat Berlin’deki konsolos eylemi nedeniyle Essen’de önlemler alınmıştı. Ondan dolayı Essen’deki arkadaşlar yapamadı. O zaman Ala Rizgarî’den Hatice Yaşar vardı. Basın bu eylemi çok işleyince o da Heval Cemil Bayık'a diyor “Gördün mü sizinkiler ve bizimkiler nasıl konsolos bastılar” diyor. Heval Cemil de “Yok, yok öyle değil, sizinkiler kaçmışlar” diyor. Yani eyleme konmak istiyordular.

 

 

Sonraki yıllarda daha çok hangi alanda faal çalıştınız?

O dönemlerde Doğu ve Batı olmak üzere Almanya ikiye bölünmüş durumdaydı. Ben de Doğu Almanya kısmında yani Berlin’de çalışmalarımıza devam ediyordum. Daha sonra 1982’de ben Batı Almanya’ya geçtim ve oradaki çalışmalara yoğunlaştım. Tabii bu dönemlerde Semir de vardı. İlk federasyonun kurma görevi bana verildi. 1982’de FEYKA KURDİSTAN kuruldu. Bu yıllarda Ali Çetiner, Meral Kıdır da vardı. Köln’de dış ilişkilerdeyim aynı zamanda Avrupa yürütmesinde de yer alıyorum. Bu süreçte Başkan’ın yanına Şam’a gideceğiz. Bundan dolayı vize başvurularımızı yaptık. Başkan beni ve Naile’yi özellikle istemişti. Bu sıralarda hem 12 Eylül askeri darbe hem de cunta rejimine karşı zindandaki direnişler vardı. Arkadaşlar dediler sen kal. Bu grup gitsin gelsinler sonra siz gidersiniz dediler. Fakat sonradan çıkan sorunlardan kaynaklı gidemedik. Bizim Köln’de bir evimiz vardı. Hunerkom da orada kurulmuştu. Şehit Mizgin, şehit Sefkan da vardı. Ali Çetiner ise bizim sorumlumuzdu. Bazen tartışmalarımız oluyordu ama öyle sivri tartışmalarımız olmadı. Fakat akşam oldu ve ertesi gün kongre yapacağız. Bana dediler kongre için sen konuşma metni hazırla. Ben de Avrupa’daki işçilerle ilgi bir şeyler yazdım. Bir de manifestoda [Kurdistan Devriminin Yolu] bir paragrafı olduğu gibi aldım konuşma metnine yerleştirdim. Bu arada bu Semir olayı da çıkmış. Sonra bana dediler hazırladığını bir oku. Ben de okudum. Bütün Avrupa yürütmesi de orda. Ben okumayı bitirdikten sonra Ali Çetiner’in yanında biri kalktı bana o eklediğim bölümü çıkartmamı istedi. Bu süreçte Semir’in olayından dolayı ortalık bir hayli karışık ve bu oraya da yansıdı. Fakat o direndi, ben direndim o paragrafı çıkartmadım ve kongrede okudum. Tabii bu duruma tepki gösterenler oldu. Daha sonra Berlin’e geri döndüm. Biraz da kızmıştım bu duruma. Ben Berlin’deyken bir gün Ali Çetiner geldi ve eve geçtik. O akşam bizde kaldı, sabah da kalktı gitti. Daha sonraki süreç birçoğumuz biliyoruz. Ali Çetiner itirafları 1989 Düsseldorf davasına kadar uzandı. Doğrusu Düsseldorf Davası öncesi daha bu süreç yaşanmazken onun duruşundan ötürü hiç ısınmamıştım ve tepkiliydim.

* * *

Naile Parmaksız

 

'Altınları Kurdistan’a verdim’

Hep eşinizle beraber mücadelenin içerisindeydiniz değil mi?

Naile de benimle birlikte bildiri dağıtıyordu. Zaten 3-5 kişiydik ve mücadele vermek zorundaydık. Tabii afiş, bildiri çıkarmak için de para yoktu. Kısıtlı imkanlarla yaratmaya çalışıyorduk. Mesela 2 odalı evimiz vardı. Bir tarafta 7-8 erkek diğer tarafta 3-5 kadın yatıyordu. Evimizde kömür yoktu çoğu zaman fakat her zaman mücadeleye bağlı olarak devam ettik ve hala devam ediyoruz. Bizim eve 1982’de Kesire Yıldırım gelmişti. Biz öyle sohbet edince Kesire çok zorluklar ile boğuştuklarını söyledi. Daha çok ekonomik anlamda ciddi zorluklardan bahsetti. Kesire daha sonra Batı Almanya’ya gitti ve Naile’nin pasaportuyla epey dolaştı ve çalışmalarda kaldı. Bir müddet sora Kesire, Batı Almanya’dan döndü ve Bekaa’ya geçecekti. O sırada bizdeydi. Bu zorlukları bildiğimiz için Naile nişan yüzüğünün dışında biriktirdiği bütün altınlarını getirdi Kesire’nin önüne koydu. Bunlar bana lazım değil ama en azından işinize yarar diyerek teslim etti. O anı hiç unutmadım. Naile bu konuda gerçek anlamda bu mücadelenin en içten inananlardandı. Hala da öyle. Naile ulusal davamızda kendince gerek yurtseverlik açıdan gerekse değerleri koruma bakımından üzerine düşeni tereddütsüz yapıyordu. Babam bunun için bayağı konuştu altınlar nerde falan derken Naile en sonunda diyor, “Ben Kurdistan’a verdim”. Babam zannetti ki biz satmışız. Babam dört sene bundan dolayı benimle konuşmadı. Başkan yakalandığı zaman, hiç unutmam. Geldim eve, oturuyor. Gözlerinden yaş akıyordu, dedi ''Allah hepinizin belasını versin sahip çıkamadınız.”

Ben Fransa’ya 3 kez sürgün edildim. O zamanlar da Naile ve çalışma yoldaşlarım tek evde kalıyordular. Çünkü bu zamanlar gibi fazla evlerimiz yoktu. Birkaç ev vardı o da bilinen evlerdi. Biz böyle bir örgütsel inançtan geldik. Naile irade olarak benim için inanılmaz bir yoldaştır. İkimiz de mücadele tarihimizde hep birbirimizi tamamladık. Naile’nin bu konudaki duyarlılığı eğer olmamış olsaydı kesinlikle bu mücadelede bu kadar uzun vadede olmazdım. Üzerimdeki emeğini asla ve asla unutamam…

* * *

Biz Apocuyuz...

Son olarak 45 yıldır aralıksız süren mücadeleniz için ne eklemek istersiniz?

Biz o yılarda her gün Bekaa’ya üç gazete gönderiyorduk. Tercüman, Hürriyet ve Milliyet. Çünkü Bekaa’da, Başkan süreci yakından takip ediyordu. Biz bu gazeteleri asla aksatmazdık. Bu uzun bir dönem sürdü. 1984 silahlı atılımından sonra umutlar daha da zenginleşti. Hareket inanılmaz bir sıçrama yaptı. Bunu herkes gördü. Bizim için bu harekette Başkan’ın varlığı her şeyin üzerindeydi ve tutunmamızı bugüne kadar sağlayan en önemli etkendir. Hala da öyledir. Bizdeki güvenden öte bir duygudur. Bazen bunun tarifini gerçek anlamda bulamıyorum. Çok erken PKK’yi tanımamız doğal olarak bizde tarifsiz bir duygu ve bağlılık yarattı. Bu mücadele tarihimiz boyunca çok değerli arkadaşlar tanıdık. Şehitler verdik. Ama mücadelenin her bir aşaması zaferle sonuçlandı. Bu inançla 45 yıldır aralıksız değerlere bağlı kaldık. Hala da Berlin’de bulunan Demokratik Kürt Toplum Merkezi’nde çalışmalarımı sürdürüyorum. Kendimi ilk yıllar gibi düşünsel anlamda genç görüyorum. Büyük umutlarla geleceğe dair taşıdığım umutlarım ilk yıllar gibi yoldaşçadır… Biz bu mücadeleye Apocu olarak başladık ve Apocu olarak devam edeceğiz. Hiç kimseden korkumuz dün yoktu bugün de yok yarın da olmayacak.

BİTTİ

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.