Böyle kardeşlik olmaz!
Dosya Haberleri —
DEM Parti Eşbaşkanı Tuncer Bakırhan, gündeme ilişkin gazetemiz Yeni Özgür Politika’nın sorularını yanıtladı:
- Kürt siyasetinin içinde olmadığı bir “normalleşme” asla “normalleşme” olamaz. Türkiye siyasetinin “anormal” oluşunun en önemli nedenlerinden biri Kürt sorunu. Kürt karşıtlığının Erdoğan’ı getirdiği nokta şudur: İçte iflas, dışta iflas. Kürt halkına yaklaşım normalleşmenin turnusol kağıdıdır.
- 25 yılı aşkın bir süredir İmralı'da tutulan Sayın Öcalan’dan 40 aydır haber alınamıyor. Mutlak iletişimsizlik var. Halkımız, bizler Sayın Öcalan’ın sağlığından endişe duyuyoruz. Her şey apaçık ortadayken her kim ki tecridi inkâr ediyorsa suç ortaklığı yapıyor demektir.
ERDOĞAN ALAYUMAT
Son 8 yıldır kayyumlarla Kürt kentleri adeta talan edilirken, batıda ise Kürt siyasi hareketine karşı siyasi soykırım operasyonları ile binlerce Kürt siyasetçi ve aktivist tutuklandı. Bu baskı politikaları sırasıyla kadınlara, mültecilere, sosyal demokratlara, sol ve sosyalist kesimlere de uygulandı. Kürt halkına dönük saldırılar ile birlikte son dönemde mülteci karşıtlığı, çevre düşmanı projeler, kadınlara dönük saldırılar, emekçilerin hak arama mücadelesine dönük baskılar hat safhaya ulaştı. Özel savaş yöntemleri ile Kürt halkı hedef alınırken, bölgede yaşanan orman yangınları, korucuların eliyle ormanların talan edilmesi ile Kürdistan toprakları adeta talan ediliyor. En son Amed ve Mêrdîn arasında bulunan geniş bölgede çıkan orman yangınında 15 yurttaş yaşamını yitirdi, binlerce hayvan öldü. Biz de tüm bu gelişmeler çerçevesinde Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eşbaşkanı Tuncer Bakırhan ile konuştuk. Bakırhan, kayyum atamaları, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecrit siyaseti, normalleşme tartışmaları, yeni Anayasa, Güney Kurdistan’a dönük savaş hazırlıkları, mültecilere dönük ırkçı saldırılar, Kurdistan'daki yangınlar ve Türkiye’nin Suriye politikası gibi konuları ele aldı.
Seçimler biter bitmez önce Wan Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum atamak istediler. Daha sonra Colemêrg (Hakkari) Belediyesi’ne 10 yıl önce cemaatçi hakim ve savcılar tarafında açılan bir dava gerekçe gösterilip kayyum atandı. Kayyum atanmayan belediyelerin tümü nerdeyse çalıştırılmıyor. Kazandığınız belediyelere dönük kayyum atama tehlikesi hala devam ediyor. Bundan sonrası için ne öngörüyorsunuz, yeni kayyum atamalarına karşı hazırlıklarınız nelerdir?
Her şeyden önce şunu söylemek gerekiyor ki kayyum, AKP-MHP iktidarı eliyle yürütülen bir devlet politikasıdır. Kürtleri çöktürme konseptinin önemli bir ayağıdır. Kürt düşmanlığı temelinde Kürt’ün seçme ve seçilme hakkının iptal edilmek istenmesidir. Bu nedenle kayyum atanırken iktidar tarafından ifade edilen tüm gerekçeler uydurmadır. Kayyum atamalarının hukukla yakından uzaktan alakası yoktur. Tamamen siyasi tasarruftur. Bizler bunun bilincindeyiz. Mücadelemizi de bu temelde yürütüyoruz. DEM Parti olarak kayyumlara karşı mücadelemizi verirken esasen Kürt karşıtı konsepti ifşa ediyor, bu konsepti halkımızla, sol, sosyalist, devrimci güçlerle, emekçilerle boşa düşürme mücadelesi veriyoruz. Bundan sonra da mücadelemizi bu temelde yürütmeye devam edeceğiz. Çünkü kayyumlar sadece Kürtlerin değil Türkiye’de demokrasi isteyen herkesin meselesidir.
Seçimlerden sonra muhalefet ile iktidar arasında “normalleşme” tartışmaları hala devam ediyor. Kürt siyasetinin içinde olmadığı bir normal ne kadar normaldir?
Kürt siyasetinin içinde olmadığı bir “normalleşme” asla “normalleşme” olamaz. Türkiye siyasetinin “anormal” oluşunun en önemli nedenlerinden biri Kürt sorunu. Kürt sorunu inkâr edildiği için memleket bu halde. Bakın sadece iç siyaset değil, dış siyasetteki tüm salvolar, kırılmalar, kaybetmeler de hepsi dönüp dolaşıp Kürt düşmanlığına varıyor. Tüm dış politika Kürtlerin düşmanlığı üzerine kurulu. Suriye gündemi ve son süreçte olan bitenler bunun en somut örneğidir. Bugün Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümüne ilişkin tüm çabalar kriminalize edildiği için siyaset tıkanmış durumda. Emin olun ekonomiden siyasete, yargıdan bürokrasiye değin tüm alanlarda yaşanan çürüme hali Kürtler sistem dışına atıldığı için yaşanıyor. “Kürt korkusu” üzerinden geliştirilen Kürt düşmanlığı temel bir belirleyici olarak tüm sistemi dizayn ediyor. Kürt korkusu çok boyutludur. Siyasette, bürokraside, sosyal yaşamda Kürt korkusu var. Demokratik bir siyaset yapmamızın engellenmesinin en mühim nedeni de bu tabular! Tabi sistem de süreğen bir teyakkuz haliyle bir yandan da kendisini konsolide etmiş oluyor. Dolayısıyla yeni bir Türklük Sözleşmesi inşa etmeye, bu sözleşmeyi ve sözleşmenin taraflarını genişletip tahkim etmeye çalışarak asla bir normalleşme yaratamazsınız. Kürt halkının başta statüsü olmak üzere haklarını inkâr eden normalleşme, yeni anormalliklerin doğuşuna davetiye çıkar. Kürt halkına ve haklarına yönelik yaklaşım normalleşmenin turnusol kağıdıdır.
Seçimlerden hemen sonra Erdoğan, anayasa tartışmalarını ortaya attı. Mevcut anayasayı işletmeyen Erdoğan yeni bir anayasa ile neyi amaçlıyor. En son Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Numan Kurtulmuş, bu anlamda partinizi ziyaret etti. Bu ziyarette neler konuşuldu ve partinizin yeni anayasa tartışmalarında tutumu ne olacak?
Şunu baştan net bir biçimde altını çizerek ifade edeyim ki Türkiye’de gerçekten de yeni bir Anayasa isteyen parti biziz. DEM Parti yeni anayasa konusundaki en samimi partidir. Ancak bizler gerçekten yeni bir anayasa istiyoruz. Suya sabuna dokunmadan, belirli kişisel çıkar ajandasını işleterek, 1982 Anayasası’nın ruhunu aynen koruyarak asla yeni bir anayasa yapamazsınız. Eskinin tekrarı asla yeni olamaz. Düşünebiliyor musunuz, bu ülkenin en büyük sorunu olan Kürt sorunu anayasal bir sorun ancak yeni anayasayı gündemlerine alanlar Kürt sorununun çözümünden söz etmeden anayasa konuşuyorlar. Olacak şey değil! Biz bu gerçeği her zaman, her yerde dile getiriyoruz.
Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünü içeren, Kürtlerin statüsünü tanıyan, gerçekten sivil ve demokratik yeni bir anayasa bizlerin asli talebidir. Kaldı ki bizim yeni anayasa talebimiz ve çalışmalarımız yeni değil. İktidar ortaya attığı için yeni anayasayı tartışıyor değiliz. Bizim siyasi geleneğimizin gündeminde her zaman yeni demokratik anayasa vardır. Biz yeni anayasa için defalarca kampanya yürütmüş bir partiyiz.
Erdoğan ve bakanlar, Temmuz ayı itibarıyla çok yoğun diplomasi trafiği içine girdiler. Bir yandan Hakan Fidan, Irak ve Federe Kurdistan’a gitti. Son olarak Erdoğan da gitmişti. Paralel olarak bölgede yoğun askeri hareketlik artıyor. Erdoğan, Kürt inkarı üzerinden yürüttüğü savaşın çeperini daha da genişletmek istiyor yorumları yapılıyor. Parti olarak bu yaşananları nasıl okuyorsunuz?
Az önce de ifade ettiğim gibi AKP-MHP iktidarı ve onun kirli derin ortaklarını bir arada tutan şey esasen Kürt düşmanlığıdır. Yani karşımızdaki rejimin doğru temelde okunması ve analiz edilmesi gerekiyor. Mevcut rejim ve onun siyasi bileşenleri içeride de dışarıda da Kürt karşıtlığı üzerinden varlıklarını sürdürüyorlar. Dünyada kapı kapı dolaşıp Kürt sorununda güvenlikçi politikalarını genişletmek için fır dönüyorlar.
Oysa bu kadar çaba savaş için değil barış için harcansaydı şu an farklı bir atmosferde olurduk. Diğer taraftan bu durum Türkiye’nin dış politikada yalpalamasının, yanlışlar yapmasının da en büyük nedenini oluşturuyor. Dış politikada Kürt sorunu nedeniyle çok ama çok sıkışıyorlar. Kürt sorunu aslında ellerini kollarını bağlıyor. Yapılması gereken savaş politikalarını yükseltmek değildir. Tecridin kaldırılmasıdır, demokratik ve barışçıl çözüm için çaba sağlanmasıdır.
Irkçı politikalardan kaynaklı Türkiye’de yaşayan mülteciler sürekli hedef halinde. Son olarak Kayseri’de mültecilere dönük saldırıları yaşandı ve bu pek çok yere sıçradı. Erdoğan yaşanan bu olaylardan muhalefeti sorumlu tuttu. Hem muhalefetin hem de iktidarın tutumundan farklı olarak sizin tutumunuz nedir?
Öncelikle biz, mültecilere dönük ırkçı saldırıları en güçlü şekilde kınıyoruz. Halkımıza da mültecilere yönelik saldırıları teşvik eden provokasyonlar konusunda dikkatli olma çağrısı yapıyoruz. Kayseri’deki ırkçı saldırı ile başlayan ve birçok kente yayılan şiddet olayları bir pogroma dönüşmüştür. Ne zaman ve nerede olursa olsun, bir pogrom iktidarın yol vermesi ile gerçekleşir. Ki iktidarın ve emrindeki kolluk güçlerinin mültecilere yönelik yürütülen pogroma karşı gerekli önlemleri almadığını gördük, görmeye devam ediyoruz.
Suriyeli mültecilerin Türkiye’ye gelmesinin temelinde Suriye iç savaşı vardır. Herkes bilsin ki, tek bir Suriyeli mülteci bile öyle kendi başına, keyfi istediği için gelmemiştir. Bu insanlar ülkelerinin, bölgesel ve küresel egemenleri ülkelerine şiddet taşıdığı için göç yollarına düştüler. Erdoğan mültecilerin göç yollarına düşmesindeki payı en fazla olan siyasetçilerden biridir. Muhalefeti suçlayarak, mültecilere kamera önünde “kardeşlerimiz” deyip hem emeklerini sömürüp hem de pogroma sessiz kalarak kendini aklayamaz.
DEM Parti olarak mültecilerle ilgili fikrimiz nettir. Irkçı saldırılara karşı mültecilerin yanındayız. Savaş ve şiddetin sonlanması ve bölgede iktisadi, siyasi, toplumsal, kültürel adaletin sağlanması mültecilerle ilgili süreçlerin yürütülmesinin ön şartıdır. “Hem bölgeye savaşı yayarım ve huzursuzluğun kaynağı olurum hem de mültecilerin emeklerini sömürüp zenginleşirim” diyenlerin olmadığı bir dünyada mültecilik de olmayacaktır.
Erdoğan yeni bir Suriye politikası mı belirliyor? Olası Türkiye ile Suriye görüşmelerinde Kürtlerin payına ne düşer?
Erdoğan 2011 Suriye iç savaşını kendi ideolojik arzularını gerçekleştirme imkânı olarak gördü. Neo-Osmanlıcılık denilen ve ayakları yere basmayan bir düşünceye iman etmeye başlayan Erdoğan, kendisine tarih üstü roller de biçerek Suriye iç savaşının derinleşmesinde rol oynadı.
Bu ideolojik hülya görme hali Esad’ı, Esed’e dönüştürdü. Oysa Esad rejimi, iç savaştan önce de halkına zulüm uyguluyordu. Kürt halkına kimliksiz yaşamanın dayatıldığı bu dönemde Erdoğan, Esad’la “aile dostu” pozları veriyordu.
O dönem Erdoğan’ın Esad’la bir arada olmasının temel motivasyonlarından biri Kürt karşıtlığıydı. Esad’a Esed demeye başlayınca koluna taktığı El Nusra, ÖSO gibi yapılar üzerinden de Kürt karşıtı bir cephe oluşturdu. Hatta Ortadoğu’da vekalet savaşları yürürken Efrîn başta olmak üzere Kürtlerin yaşadıkları yerleşim birimlerine bizatihi savaş açtı. Kürt karşıtlığının Erdoğan’ı getirdiği nokta şudur: İçte iflas, dışta iflas. Şimdi bu iflastan dönmek isterken Esed’i bir kez daha Esad yaptı. Fakat Türkiye’deki rejim için Kürt karşıtlığının her denklemin vazgeçilmez bileşeni olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla Esad rejimiyle olası görüşmede Kürt karşıtlığı bir kez daha masaya gelecektir.
Fakat hem Erdoğan’ın hem de Esad’ın Kürt karşıtı politikalarının getirdiği felaketi görmeleri gerekiyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın Şam’la halklar faydasına bir anlaşma yapmasının yolu Kuzey ve Doğu Suriye Yönetimi’ni muhatap almasından geçer. Aynı şekilde Esad’ın da iç savaştan çıkaracağı derslerle Kürt karşıtı bir denklemde yer almaması gerekir. Elbette iki rejim Kürt karşıtı bir zeminde buluşabilirler. Fakat buna Kürt halkı direnir ve böyle bir zeminde buluşma bölge halklarına ve istikrarına kaybettirir.
Genel seçimler sonrası bir özeleştiri ve yeniden organizasyon sürecine girdiniz. Yerel seçimlerdeki başarının bu süreci durdurduğuna yönelik eleştiriler var. Yapısal, örgütsel ve temel muhalefet odağı olma konularındaki sorunlar aşıldı mı, bileşenlerle birlikte yeniden yapılanma sürecinde hangi noktadasınız?
Genel seçimler sonrası en kapsamlı muhasebeyi yapan parti olduk. Seçim gecesi partimiz bu süreci bütün yönleriyle ele alacağını belirtti ve sözünde de durdu. Yaşadığımız tıkanıklıkları sadece seçim sonuçlarıyla değerlendirmek eksik olur. 2015 sonrası demokratik siyaset alanı çok ağır saldırılara maruz kaldı. Demokratik siyaseti besleyen bütün toplumsal ve örgütsel kanallar büyük bir tasfiye operasyonu ile karşı karşıya kaldı. Belediyelerimize kayyum atandı, binlerce kadromuz bu süreçte tutuklandı. Bütün bu saldırı konseptine karşı ayakta duran bir parti var.
Bunlar dış faktörler, bir de bizden kaynaklı iç faktörler var. Süreci yeteri kadar okuyamama, iktidarın saldırı hamlelerine karşı yeni örgütsel kanallar ve kurumlar yaratamama, çağın koşullarına uygun yaratıcı örgütlenme modellerini ve eylemleri hayata geçirememe, demokratik ittifak zeminini istenilen düzeyde toplumsallaştıramama, stratejik değerde olan üçüncü yol siyasetimizdeki bazı taktik hatalar başta olmak üzere bir dizi yapısal ve örgütsel nedenlerden ötürü bir tıkanıklık yaşadık. Bunların hepsi analiz edildi ve uzun süredir de her alanda çok boyutlu planlamalar yapılıyor. Her sorunun aşılmasına dönük yoğun tartışma ve çaba var.
Genel seçim sonrası yüzlerce halk toplantısı yaptık. Bütün kent dinamikleriyle bir araya geldik. Eleştirileri dinledik, kurullarımızda kapsamlı bir biçimde tartıştık. Bu süreçte süzülen eleştiri ve öneriler çerçevesinde yerel seçimlere girdik. Yukarıda saydığım sorunların elbette bir kısmı halen devam ediyor. Ama sorunlarımızı çözme konusunda kararlıyız. Asla pes etmeyeceğiz. Kurucu bir siyasetle hareket edeceğiz. Türkiye’nin yaşadığı siyasi, ekonomik krizi çözme perspektifine en güçlü sahip partiyiz, kendimize güveniyoruz.
* * *
Bu ikili hukukun bam teli ırkçılıktır
* İktidar her fırsatta kardeşlik edebiyatına sığınırken, Kürt kentlerinde yangın felaketinde kılını bile kıpırdatmadı. Kürt kentlerine kayyum atayarak irade gaspında bulunurken bir yanda da özel savaş yöntemleri ile Kürt halkına dönük kapsamlı saldırılarını sürdürüyor. Partinizin bu dönem bu özel savaş konseptine karşı politikaları ne olacak?
Sizin de belirttiğiniz gibi Kürt sorununda özel savaş yöntemlerinin yükseltildiği bir dönemdeyiz. Yangının bize gösterdiği yakıcı gerçekler var. Bu iktidar, daha doğrusu egemen devlet aklı kendi iç yangınlarını bu halkın varlığı üzerinden söndürmek istiyor. Yangın sürecinde olan bitenlerin adını doğru koymak lazım: Irkçılık. Şayet Kürtlerin yaşadığı yerlerde oluyorsa o yangına müdahale bile edilmiyor. İmkanlar seferber edilmiyor. Helikopterler, uçaklar yangını söndürmek için kullanılmıyor. Bu durum her şeyden önce bir toplumsal grubu, bölgeyi topluca cezalandırmaktır. Yangının nedeni açık bir şekilde iktidar ve DEDAŞ olmasına rağmen ısrarla yurttaşın üzerine atılarak “anız yangını” deniyor.
Bunların hepsi bilinçli politikalardır. Kürt karşıtlığı o kadar gözlerini bürümüş ki 15 kişinin hayatını kaybettiği bir yangın için başsağlığı dilemekten bile geri duruyorlar. Böyle kardeşlik olmaz! Türkiye’de Kürt’e ayrı hukuk uygulanıyor yani ikili hukuk rejimi uygulanıyor. Bu ikili hukukun bam teli ırkçılıktır. DEM Parti olarak her zaman olduğu gibi bu dönemde de çok yönlü olarak geliştirilen bu politikaları boşa düşürecek karşı politikaları hayata geçirmek için çalışıyoruz ve çalışmaya da devam ediyoruz. Hem parlamentoda hem de sokakta mücadeleyi yükseltiyoruz. Kürt’ün varlığına, kültürüne, seçme ve seçilme hakkına, hepsinden öte yaşam hakkına kast eden özel savaş yöntemlerini toplumsal dayanışma temelinde halklarımızla birlikte boşa düşürmeye devam edeceğiz.
* * *
Öcalan’ın sağlığından endişeliyiz
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecrit çok uzun süredir Türkiye siyasetinin gündeminde. Geçtiğimiz haftalarda mahpus yakınları ve milletvekillerinizden oluşan bir heyet Adalet Bakanlığı ile görüşmüştü. Burada Öcalan’a uygulanan tecrit gündeme gelse de Adalet Bakanı ısrarla tecridin varlığını inkar etti. Hem bu inkar durumunu hem de tecrit olgusuna karşı başta CPT olmak üzere uluslararası kuruluşların tutumunu nasıl görüyorsunuz?
Dünyada tecride dair söz kurmayan herhalde kimse kalmadı. En son Paris Barosu, Sayın Öcalan ve İmralı’daki tutsakların savunma hakkının engellenmesini kınayarak, Adalet Bakanlığı’na protesto mektubu gönderdi. Tüm dünyanın var dediği şeye Türkiye yok diyor. Tecridin inkâr edilecek bir tarafı yok. Her şey ayan beyan ortada! İmralı’da Sayın Öcalan üzerinde evrensel hukuk ilkelerine, en temel insan haklarına, uluslararası hukuka aykırı ağırlaştırılmış bir tecrit uygulanıyor. 25 yılı aşkın bir süredir İmralı Cezaevi’nde tutulan Sayın Öcalan’dan 40 aydır haber alınamıyor. Yaklaşık 5 yıldır avukatlarıyla görüştürülmüyor. Mutlak bir iletişimsizlik rejimi uygulanıyor. Halkımız, bizler Sayın Öcalan’ın sağlığından endişe duyuyoruz. Her şey apaçık ortadayken her kim ki tecridi inkâr ediyorsa suç ortaklığı yapıyor demektir. Unutmayalım ki sükût ikrardan gelir. CPT dahil pek çok uluslararası kurum İmralı konusunda çifte standart uyguluyor. “İnsan haklarının çiğnenmemesi için faaliyet gösteriyorum, amacım işkenceyi önlemektir” diyeceksiniz, ancak söz konusu İmralı ve Sayın Öcalan üzerindeki tecrit olunca sessiz kalacaksınız. Bunu asla kabul etmiyoruz. Samimi bulmuyoruz.