CHP için önemli bir test başlıyor
Dosya Haberleri —
Viyana Orta Avrupa Üniversitesi’nde öğretim üyesi Akademisyen Yektan Türkyılmaz ile seçim sonuçlarını ve iktidarın politikalarını konuştuk:
- 31 Mart seçimleri ve kayyuma karşı Wan direnişi DEM Parti’nin önüne belki de bir hafta önce tahayyülü zor yeni olanaklar dünyası açtı. Kayyum siyasetinin yakın gelecek için ‘tereyağından kıl çeker gibi’ gerçekleşecek bir uygulama olmadığının ifadesi DEM’i yıllar sonra tekrar risk değil kaynak dağıtabilir bir parti konumuna getirdi.
- Seçim sonuçlarından sonra Erdoğan’ın özellikle Kürt sorunu ile ilgili el yükselteceğini düşünüyorum. Muhalefete karşı göstereceği, Kürt ve sınır ötesi operasyon kartı olacaktır. Burada da umduğu şey muhalefetin hazırola geçeceği ve kendi arkasına dizileceği. Değişme iddiası olan CHP için önemli bir test başlıyor. Değişim iddiasının altı doldurulacak mı, doldurulamayacak mı?
ERDOĞAN ALAYUMAT
Yüzde 34,28 oy oranıyla 2002 yılında iktidar olan AKP, Türkiye'de kesintisiz ve tek başına en uzun süre iktidarda kalan parti olma unvanına sahip. Demokratikleşme, Avrupa Birliği, vesayet, yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar ile mücadele vaadiyle iktidara gelen AKP, zaman içinde kuruluş değerlerine ihanet eden bir noktaya geldi. Bugün Türkiye’de yolsuzluklar bizzat iktidar eliyle yapılırken, giderek otoriterleşen Erdoğan, ülkede özgürlükler üzerinde ciddi bir vesayet kurmuş durumda. Erdoğan AKP’si 2002’den bu yana girdiği tüm seçimleri kazansa da ilk yenilgisini 7 Haziran 2015’teki genel seçimlerden aldı. Halkların Demokratik Partisi (HDP) izlediği strateji ile seçimlerde büyük bir başarı elde ederek AKP’nin tek başına iktidar olmasını engellemeyi başardı. Seçimlerde her ne kadar AKP birinci parti çıksa da siyasi tarihindeki ilk yenilgisini yaşamış oldu. Bu sonuçlardan sonra savaş ve baskı yoluna giden iktidar, çözüm sürecini bitirip savaş konseptine geri döndü ve bunun bir ayağı olarak 2016 yılında Kurdistan’da nerdeyse tüm belediyelere kayyum atadı; seçilmişleri ve siyasetçileri tutukladı. 2019 yılında yapılan yerel seçimlerde ise Kürt siyasetinin izlediği strateji ile büyük bir kayıp yaşayan Erdoğan, İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirleri kaybetti. Bu her iki yenilgiden ders çıkarmayan Erdoğan ve AKP 31 Mart seçim sonuçlarında ilk kez sandıktan birinci parti olarak çıkmadı ve tarihi bir hezimet yaşadı. Batıda onlarca büyükşehir ve kent belediyesini kaybeden Erdoğan’ın Kurdistan’da da kayyum politikası iflas etti. Kayyum atanan belediyelerin nerdeyse tümü tüm seçim hilelerine ve taşımalı seçmenlere rağmen geri alındı. Seçim sonuçlarını ve iktidarın politikalarını Viyana Orta Avrupa Üniversitesi’nde öğretim üyesi Akademisyen Yektan Türkyılmaz ile konuştuk.
İlk olarak yerel seçim sonuçları ile başlamak istiyorum. AKP’nin 22 yıllık iktidarı boyunca kaybettiği ilk seçim. Meşruiyetini sandıktan alan bir parti olan AKP bu sefer sandıktan yenilgiyle çıktı. Pek çok kesim için sürpriz olan bu sonuçları siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son 30 yılda “Türkiye gerçekliği AKP’dir” diye bir kabul gelişti. Aslında bu, 90’lı yıllardan bu yana yaratılmış bir gerçeklik. Biz bunu hep geriye doğru okuduk; ülkenin durumu hep böyle sandık. “Türkiye sosyolojisi” klişesinin tuzla buz olduğu bir gün oldu 31 Mart. AKP’nin kalesi diye tabir edilen yerlerin çöktüğü bir seçim oldu. Bu sonuçların biraz gecikmiş olduğunu düşünüyorum. Çünkü 14 Mayıs seçimlerinde de mevcut koşullar vardı. Ancak burada iki önemli noktayı görmek gerekiyor: Hiçbir toplumsal rahatsızlık politize edilmeden tek başına sonuç vermiyor ve ekonomik kriz, yolsuzluklar, deprem, hayat pahalılığı gibi olguların etkisinin olmadığını varsaymak büyük bir hata. Yerel seçimlerde ortaya çıkan sonuçlarda bu saydığım nedenlerin etkileri çok büyük oldu. Ekonomik kriz, yolsuzluklar, basın ve ifade özgürlüğü üzerinde baskılar, deprem, yargının baskı altına alınması, yargıya güvenin kalmaması 31 Mart seçim sonuçlarını yönlendirdi. Bu sorunlar dünde vardı ama bugün, oluşan çatlaklardan yolunu şimdi buldu.
İki seçim arasındaki 10 ayda ne değişti? Ne oldu da seçmeni Erdoğan’a sırtını döndü?
İki şey çok net değişti: İlki, muhalefetin mimarisi. Kemal Kılıçdaroğlu anlayışındaki muhalefet mimarisi çöktü. Bu bence çok önemli bir etken. İkicisi, 14-28 Mayıs seçimlerinde Erdoğan kendi tabanından son krediyi aldı ve 10 aylık zaman diliminde bunu iyi kullanamadı. Bu süreçte iki parti kendini yenileme çabası içeresine girdi. Bu partilerden biri CHP diğeri ise DEM Parti oldu. Çok somut bir şey olmasa da seçmene değişim azmi sunuldu. DEM ve CHP, bu süreci tsunamide ayakta kalarak tamamladı diyebiliriz. Diğer muhalefet partilerinin neredeyse tümü silindi. Kendi seçmenine hiçbir değişim vaadi vermediler ve siyaseten de çöktüler.
31 Mart seçimlerinde DEM Parti Kurdistan’da kendi adaylarıyla seçime giderken Türkiye kentlerinde ‘kent uzlaşısı’ stratejisini benimsedi. Sizce bu strateji başarılı oldu mu?
Kurdistan’da DEM Parti, 7 Haziran 2015’ten bu yana hegemonyasını koruyarak küçülen bir parti. O tarihten bu yana sürekli oy kaybetmesine rağmen bölgenin birinci partisi olarak, Kürt halkının kolektif hak talebinin tek temsilcisi olma statüsünü koruyarak bugüne geldi. Ama bir erime yaşıyordu. Kurdistan genelinde 2015’ten bu yana güç kaybeden DEM için 31 Mart seçimleri bir dönüş oldu. 9 yıl aradan sonra parti ilk kez büyümeye başladı. Belediye sayısı ve oy oranı arttı. DEM Parti açısından bu çok önemli. DEM seçmeni Türkiye metropollerinde stratejik oy verdi ama Kurdistan’da kendi partisine de bir müdahalede bulundu. Bu müdahale, 9 yıldır geriye giden partinin daha fazla gerilemesini engelledi. Kurdistan’da ön seçimlerin yapılmasının da seçim sonuçlarına etki ettiğini düşünüyorum. Evet, ilk kez denediği için çok fazla sorunlar yaşandı ama nerdeyse tüm Kürt kentlerinde ön seçimler yapıldı. Ön seçim politikasının olumlu yansımalarını seçim sonuçlarında gördük.
Türkiye kentlerinde DEM Parti’nin önünde duran sorunlardan biri metropol kentlerinde izlenecek siyasetin ne olacağı. Bu hala çözülmemiş bir sorun. HDP projesi ikili bir projeydi. Bir taraftan Kürt halkının hak ve statü talebi, öte yandan Türkiye’yi dönüştürme, demokratikleştirme, özgürleştirme iddiası vardı. Partinin 14 Mayıs performansına bakarsak şunu görüyoruz: Kurdistan’da 9 yıldır devam eden gerileme azalarak devam etse de en fazla gerileme batıda gerçekleşti. Esas itibariyle sol kesimlerden oy kaybetti. Burada sosyolojik olarak farklı yönlerde gelişen iki farklı grupla siyaset yürütülüyor. Bu da Kürt siyasetini şöyle bir sorunla karşı karşıya bırakıyor: Çoklu Kürt siyasal pozisyonları var ve Kürt siyaseti buna denk düşen çoklu bir politika geliştirmek zorunda. HDP projesinin iki kanadının da senkronize edebilmesi için böyle bir siyaset izlemeli.
Kürt siyasi hareketi çok uzun zamandır Erdoğan’ın geriletilmesi stratejisini önüne koymuş durumda. Ama bunu yaparken halka ve kendi tabanına bu stratejisini yeterince anlatamadı. Politik olarak “Biz Erdoğan’ı gerileteceğiz” dediler ama bunu nasıl yapacaklarını anlatamadılar. Önceki seçimde bu strateji benimsenirken bu seçimde kent uzlaşısı stratejisi benimsendi. DEM Parti batıda bu stratejisini çok daha geniş bir alanda hayata geçirmek istiyordu.
Bu neden olmadı?
DEM Parti üzerinde sürdürülen kriminalizasyon politikalarından kaynaklı olmadı. Siz kimle oturursanız oturun muhatabınız sizinle nasıl bir uzlaşı sağlayacağını değil bunu kamuoyuna nasıl anlatacağını düşünmek zorunda bırakılıyor. Bu sadece Erdoğan rejiminin değil muhalif unsurların katıldığı bir kriminalizasyon süreciydi. Burada bir parantez açmak istiyorum. Bence Wan’daki kayyum denemesi ve onun püskürtülmesi bu kriminalizasyon siyasetine de bir darbe vurdu. DEM Parti’nin meşruiyetine çok büyük bir kabul sağladı. Kent uzlaşısı kısmına geri dönecek olursam bence bu strateji umulduğu gibi gitmedi. Ama elde edilen başarı çok önemli. İstanbul Esenyurt ve Mersin Toroslar ilçesinde elde edilen başarı bence çok önemli.
Bu süreçte Kürt siyaseti etrafında kümelenen sol ve sosyalist güçlerin yalnız hareket ettiklerinde bir varlık gösteremedikleri de çok net göründü. Kürt siyasi hareketi Kurdistan’da 9 yıl aradan sonra yükselişe geçti. Türkiye kentlerinde kaybettiği oyları geri alması ve oylarını arttırması için metropollerde izleyeceği strateji bence çok önemli. DEM’in İstanbul’da şu ana kadar yüzde 12 oy aldı ama partinin mevcut potansiyeli çok daha fazla. Kent uzlaşısı politikası seçmene somut projeler olarak geri dönerse geleceğe dönük çok büyük başarılar elde edilebilir.
31 Mart seçimleri ve kayyuma karşı Wan direnişi DEM Parti’nin önüne belki de bir hafta önce tahayyülü zor yeni olanaklar dünyası açtı. Kayyum siyasetinin yakın gelecek için ‘tereyağından kıl çeker gibi’ gerçekleşecek bir uygulama olmadığının ifadesi DEM’i yıllar sonra tekrar risk değil kaynak dağıtabilir bir parti konumuna getirdi.
Kürt kentleri son 8 yıldır kayyumlarla yönetiliyor. Seçimden sonra Wan’da yine bir kayyum denemesi gerçekleşti. Wan kazanımının ardından iktidar kayyum politikasından vazgeçer mi?
Wan direnişinden sonra iktidarın kayyum politikalarından vazgeçtiğini söyleyemesek de şunu çok net söyleyebilirim ki kayyum siyasetinde bir gedik açıldı. En azından bu anlamda frenlendiğini söyleyebilirim. Burada şunu görmek gerek: Türkiye’de merkezi yönetimle Kürtler arasındaki ilişki kolonyal bir ilişki. Bunun adını koymak gerek. Bu ilişkide son 10 yılda yaşanan önemli dönemeçlerden biri de Kobanî direnişi ve 7 Haziran sonrasında ortaya çıkan durumdu. O zamana kadar iyi Kürt, kötü Kürt siyaseti vardı. Bu siyaset Cumhuriyet öncesine dayanıyor. Size karşı isyan eden, hak talep eden “kötü Kürt”e karşı devlet “iyi Kürtü”nü yaratmaya çalışırdı. Ancak Diyarbakır’da tüm baskı politikalarına rağmen sadece 1 milletvekili çıkarıyorsanız devletin “iyi Kürt”, “kötü Kürt” politikası bitmiş demektir. Erdoğan, Kobanî direnişi ve 7 Haziran’dan sonra bu politikanın iflasını gördü. Kürt kimliğine karşı topyekün bir savaş açtı. Yani Erdoğan “Ben iyi Kürt”ü de istemiyorum” dedi.
2016’da atanan kayyumların hiçbiri yerel unsurlardan seçilmedi. Hepsi dışardan belirlenen isimlerdi. Bu Hollanda ve Portekiz tipi kolonyal sisteme özenmeydi. Bu politika başarılı olmayınca 14 Mayıs seçimleri döneminde Kurdistan’da belli başlı unsurlarla ittifak kurulmak istendi. HÜDA-PAR bu örneklerden biri. Bu ittifakla Erdoğan iflas etmiş eski devlet politikasına geri dönmüş oldu. Son birkaç yıldır Kurdistan’da KDP, iktidar ve kendine muhalifim diyen belli medya unsurları tarafından HÜDA-PAR parlatıldı ve gücü çok abartıldı. AKP burada başarılı olmuş olsaydı. Kurdistan’da atanan yeni kayyumlar HÜDA-PAR etrafından olacaktı. Wan’da yapılan bunun denemesiydi bu politika halkın direnişine çarptı.
Türkiye siyasetinde bundan sonra ne öngörüyorsunuz? Seçim sonuçları uluslararası arenada AKP’yi zora sokar mı?
Erdoğan 2010’dan bu yana sürekli otoriterleşen bir politika izledi. Hiç yumuşama olmuyor ve baskı politikaları gelişiyor. Seçim yenilgisinden sonra Erdoğan’ın neden yumuşayabileceği ya da otoriter yapısından neden taviz vereceği noktasında ikna olamıyorum. Ben tam tersine baskı politikalarının daha çok artacağını düşünüyorum. Seçim sonuçlarından sonra birçok kesim iktidar bloku içinde bir parçalanmanın yaşanacağını bekliyordu. Erdoğan’ın iktidarda bir temizliğe girişeceği söyleniyor. Ben bunların dışında Erdoğan’ın özellikle Kürt sorunu ile ilgili el yükselteceğini düşünüyorum.
Erdoğan’ın elinde hangi enstrüman kaldı? Emekliye zam yapamıyor, büyük bir diplomatik başarı yok, özgürlüklerin önünün açılmasına dair bir emare bile yok, geriye ne kalıyor? Kürt politikası kalıyor. Erdoğan Kürt sorununun kendisine sağladığı avantajlardan öyle yararlanıyor ki bu sorunun sorun olarak kalmasını istiyor. Önümüzdeki dönemde muhalefete karşı göstereceği, Kürt ve sınır ötesi operasyon kartı olacaktır. Burada da umduğu şey muhalefetin hazırola geçeceği ve kendi arkasına dizileceği. Değişme iddiası olan CHP için önemli bir test başlıyor. Değişim iddiasının altı doldurulacak mı? Doldurulamayacak mı? Onu hep beraber göreceğiz.