Demokratik Toplum

Demir ÇELİK yazdı —

  • Savaş ve çatışma dışındaki yol ve yöntemler üzerinde yoğunlaşmamız ve meşru, makul çözüm perspektiflerini geliştirmeye çalışmalıyız. Ortak yaşama giden yolu bugünden örmek herkesten çok demokratik siyasetin görevi olarak bizlerin omuzlarındadır.

Devletli iktidarcı yapılar, yapısal ve tarihsel krizleri nedeni ile sürekli savaşa ihtiyaç duyar. Kapitalizm hem bu ihtiyaçtan dolayı, hem de ekonomik ve toplumsal istikrar için uçları ehlileştirme, ehlileştiremediğini de ortadan kaldırmak için savaş ihraç eder. Madem ki savaş devletli iktidarcı sistemin ürünüdür. O halde küçük bir azınlığın dışında herkesin ve her kesimin zararınadır. O nedenle savaşa karşı çıkmak insani ve vicdani olandır.

Türkiye Cumhuriyeti, yüz yıllık ulus- devlet sürecinde merkez-kimlik, merkez-çevre, merkez kültür ve inançlar arası çelişkileri demokratik yolda çözememiştir. Küreselleşmenin egemenliği ve gücü yerellere devreden, meta, bilgi ve düşüncenin serbest dolaşımı önündeki engelleri kaldıran gelişmelere rağmen bu çözümsüzlük halinin sürüyor olması, Türkiye‘yi çoklu krizle karşı karşıya bırakmıştır. Türkiye’nin hala katı merkeziyetçi idari ve siyasi yapıda ısrar ediyor olmasının ortaya çıkardığı bu kaotik süreç ya demokratik yol ve yöntemlerle çözüme kavuşturulacak ya da geleceğimizi ve özgürlüklerimizi esaret altına almaya devam edecektir. Çok kimlikli, çok kültürlü canlı bir organizma olan toplum, kendisini geliştirmek, ihtiyaçlarını demokratik yollardan ve doğrudan karşılamak, dışarıdan gelecek fiziksel, siyasal ve kültürel yönelimlere karşı kendi varlığını ve varlık fonksiyonlarını diğer canlılar gibi korumak ister. Toplumun doğal ve demokratik yönetimi yerine, onu tek tipleştiren, kimlikleri ve kültürleri ret eden, hak talep edeni ve direnenleri de ortadan kaldırılması gereken olarak gören anlayış çökmüş ve çözülmüştür. Bu kaotik süreçte, egemen ulusun bireyleri, devletin bu güvenlikçi politikalarına karşı adil, demokratik ve barış içinde bir arada yaşamı savunamadıkları için onu savunmak da statüsüz Kürtlere düşmüştür. Olup biten budur.

Irkçılık savaşın kirli, yok edici ve yıkıcı yanını görmelerini engellediği için devletin kirli savaşının yanında olmuştur toplum. Toplum milliyetçi ve cinsiyetçi ideolojilerin etkisi nedeni ile insanlığın kutsal barışının yanında olamayan toplumun ekseriyetine karşın, biz gibi devlete ve iktidara bulaşmamış halklar ve inançlar için esas olan ortak yaşamdır. Dolayısıyla bizler çokluk içinde birlik ilkesi gereğince barışı kutsal görür, onurlu barışı savunmayı insani ve vicdani buluruz.                              Türkiye‘de yıllardır kaynak israfına, zaman ve emek israfına, on binlerce insan hayatına neden olan çatışmalı süreç yerine demokratik ve hukuki sistemde eşit vatandaş olmanın yaşam özlemini duyan, meşru taleplerini dillendiren biz Aleviler için Sayın Abdullah Öcalan’ın son mesajı tarihi önemde bir dönüm noktasına işaret etmektedir. Ancak bu gerçekliğe rağmen herkes ve her kesim, bu duyarlılıkla yaklaşmamıştır. Kuşku, tereddüt ve şüphe rasyonal yaklaşımı gölgelemektedir. Kürtler arasında önemli bir kesim; ‘ne elde ettik ki hareketin kendisini feshetmesi isteniyor.’ diyor. Türk milliyetçileri arasında önemli bir kesim ise; ‘devlet önemli bir taahhütte ve vaatte bulunmuş olmalı ki Kürt Siyasal Hareketi kendisini feshetmekten bahsediyor’ diye düşünmektedir.

Aslında Sayın Öcalan’ın 27 Şubat‘taki çağrısı ve çözüm paradigması son otuz yılda dile getirdiği yaklaşımın özetidir. Sayın Öcalan tekçi, katı merkeziyetçi ulus-devlet yapılanmasına karşı Demokratik Kofederalizm paradigmasıyla yerinde demokrasiyi ve yerelin kendi kendisini yönetmesi gerektiğini savunmuş. İnkarcı, katliamcı, asimilasyoncu ve soykırımcı kaba ulusa karşın Demokratik Ulus ile toplumun çoklu kimliğini ve çoklu kültürünü özgücüne dayanarak geliştirmesinin perspektifini halklara kazandırmış. Yeni devletler, yeni sınırlar ve iktidarlaşmalar yerine Demokratik Ortak Vatan’da Demokratik Cumhuriyet kavramını geliştirmişti.

Son otuz yıla damgasını vuran bu paradigmasal değişimleri dikkate almayan kimi kesimler, Sayın Öcalan’ın stratejik olan bu çağrısına yönelik yorum ve eleştirileri anlaşılırdır. Ancak 50 yıllık destansı mücadele tarihini ve Kürt toplumsallığında yaşanan sosyal ve kültürel aydınlanmayı dikkate almayanların mesajın bütününü ve anlam derinliği yerine; "PKK kongre yapmalı, kendisini feshetme ve silah bırakma kararına varmalı” çağrısını teslimiyet olarak yorumlamaları tam bir aymazlıktır.

İkinci Dünya Savaşı sonrası ulusal kurtuluş hareketleri için silahlı mücadele tek yoldu. Bugün çoklu yol, yöntem ve seçenekleri göz önünde bulunduran Sayın Öcalan; ”Sorunu şiddet ve çatışma sarmalından demokratik ve hukuki zemine çekme teorik ve pratik gücüne sahibim...” diyerek demokratik siyaseti işaret etmişti daha önce. Gerilla bugüne kadar destansı mücadelesi ile Kürtleri ve Kürdistan’ı dünyanın gündemine taşımış, Rojava Devrimi’ni halklara ve inançlara armağan etmişken, günümüz uluslararası konjonktürün verili koşullarında açığa çıkan olanak ve fırsatları demokratik siyasetin öncülüğü ile amacına uygun değerlendirmek yapılması gerekendir. Aşklarını, gençliklerini ve geleceklerini hiçe sayarak savaşan, bedel ödeyen, bombalarla vahşice katledilen, zindanlarda bile en umutsuz anda umut yaratan, Ortadoğu’nun girift ve karmaşık ilişkiler ağında yenilmezliklerine devrimsel hamlelerle halklara umut olanlara güvenmek yerine, şüphe ve kaygı duymak faşist rejimin algı operasyonlarına ikna olmak anlamına gelir. 

Sayın Öcalan'ın çağrı mesajı sonrasında diyalog ve barışçıl çözüme hazır olduklarını açıklayan PKK, devletin 'terör örgütü' diyerek fiziki soykırımına gerekçe üretmesini çürütmüş, çözümsüzlükte ısrar edenin devlet olduğunu bir kez daha ifşa etmiş bulunuyor. Bunun sonucudur ki BM'den Avrupa Konseyi’ne, AB'inden Nato'ya, Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya başta olmak üzere uluslararası ölçekte önemli sayıda devlet ve kurum, Türk devletini sorumluluklarını yerine getirmeye çağıran mesajlar yayınlanmıştır. Kongre’ye kadar devlet kucağında bulduğu bu ateş topunun patlamasına yol vermeden ya çözüm için demokratik ve hukuki gerekleri yerine getirecek ya da çözümsüzlükte ısrar ederek toplumsal altüstü yaşayacaktır.

Tam da bu noktada günümüz dünyasında demokratik ve hukuki zemin olmaksızın Türkiye'nin Kürtlerle savaşının askeri çözümü yoktur. Çünkü Kürt sorunu; siyasal, kültürel ve toplumsal bir sorun olmanın yanı sıra bölgesel ve uluslararası bir sorundur. Toplumun büyük çoğunluğuna husumet, kin, nefret ve düşmanlığın nüfuz ettiği bu koşullarda barışı ve çözümü dillendirmek elbetteki çok zordur. Çatışan ve savaşanlar eğer devletler değilse, devletle vatandaşım dediği halklar ve topluluklar arasında yaşanan savaşta onurlu ve kalıcı barışa giden yolda tarafların angajman ve bagajları ile red ve kabul ölçülerinin üst ölçekte olduğu bu süreçte adil, demokratik ve ortak yaşamı kurma iradesi çok kolay olmaz. Ancak Kürt sorununun demokratik siyasal çözümü yolunda ısrar etmekten başka da bir yol görünmüyor. O nedenle biz gibi üçüncü alanda bulunan demokratik siyaset yürütücülerinin çabası, uğraşı ve temel faaliyeti savaş ve çatışma dışındaki yol ve yöntemler üzerinde yoğunlaşmamız ve meşru, makul çözüm perspektiflerini geliştirmeye çalışmalıyız. Ortak yaşama giden yolu bugünden örmek herkesten çok demokratik siyasetin görevi olarak bizlerin omuzlarındadır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.