Barıştan ne anlıyorum?
Demir ÇELİK yazdı —
- Elbette ki savaş kötüdür. Yıkımdır. Açlık, yoksulluk ve sefalettir. Hiç kimseye kazandırmaz, herkes için de yıkımdır. Bu anlamda barıştan yana olmak esas olmalıdır. Ancak barış savaşan tarafların müzakeresi ile olur. Ve ancak nitelikli ve karşılıklı saygı ile onurlu bir barış olabilir.
Son bir aydır Türk devleti, AKP-MHP iktidarı üzerinden özellikle de Devlet Bahçeli üzerinden yeni bir konsepti devreye koymanın arayışı içindedir. Savaşan taraflar arasında barış nasıl olmalı sorusuna geçmeden önce devleti bu arayışa zorlayan nedenleri ele almakta yarar vardır. Bu nedenleri doğru analiz edebilirsek çıktıları üzerinden doğru sonuçlara ulaşmakta mümkündür. Öncelikle belirtmek isterim ki, devlet inkarcı, katliamcı ve soykırımcı zihniyetinde ısrarcı ve kararlıdır. Bu kararını 30 Ekim 2014‘te revize ederek, ona uygun olarak ulus- devletine yeni bir biçim ve yeni bir siyasi kurumsallık kazandırmak istemiştir. Bu sayede PKK’yi askeri alanda yenilgiye uğratacağını, demokratik siyaseti tasfiye edeceğinin hesabı ile hareket etmiştir. Ancak bunun mümkün olmadığını yaşayarak görmüş, bunun sonucu olarakta çoklu kriz içinde varlık yokluk sorunuyla karşı karşıyadır.
1- Küresel ve bölgesel gelişmeler: Devam eden 3. Dünya Savaşı yeni bir evreye doğru kaymaktadır. ABD’nin başını çektiği NATO enerji güzergahları başta olmak üzere dünyayı yeniden paylaşmanın startını çoktan vermişlerdir. Yakın zamana kadar kullandıkları vekâlet savaşçıları yerine vekil devletlerle bu süreci biçimlendirmek istiyorlar. Hamas, Hizbullah, DAİŞ, ÖSO gibi vekâlet savaşçılarının tasfiyesi eşliğinde Ortadoğu başta olmak üzere dünya, sistemin ihtiyaçlarını karşılayacak tarzda yeniden şekillendirilmek isteniyor. Liberalizmin yapısal ve tarihsel krize çare olmadığını gören devletli sistem Covid öncesinden başlayarak uluslararası konjenktörü kendilerine göre dizayn etmek istiyorlar. Toplumsal çürümeyi had safhada yaşayan Türk devletini, Kürt sorununu inkar etme eşliğinde diyalog söylemine zorlayan dünyada ve Ortadoğu’da olası yaşanacak olan alt-üst oluşlardır.
2- Siyasal, toplumsal, kültürel ve kimliksel olan Kürt sorunu günümüz dünyasında ulus- devlet sınırlarını aşarak bölgesel ve küresel sorun olmuştur. Ortadoğu ve dünyadaki gelişmelerden bağımsız bir sorun değildir. Çok aktörlü, çok bileşenli bir realite olmasının yanı sıra dünya ezilenleri, yoksulluları ve devlet dışı halklarının kurtuluş paradigmasının da sahibi olmayı başaran Kürt Siyasal Hareketi dünya demokrasi hareketlerinin en temel dinamiğidir.
3- 60 milyonu aşkın nüfusu ile devletsizlik ve statüsüzlük cenderesindeki Kürtler, meşru mücadeleleri ile Güney Federe Yönetimi ve Rojava Kürdistan’ını kazanabilmiş olmanın meşruiyetine sahipken en büyük Kürdistan parçasının bırakın statüsüzlüğü yaşamasını, inkar ve soykırımı yaşıyor olmasının yol açtığı yönetememe krizi söz konusudur. İsrail, Hamas ve Hizbullah savaşında taraf olan, 3 milyon Filistin için devlet isteyen İran ve Türk devletleri, Kürtlerin statüsüzlüğünün neden olduğu siyasal, sosyal, ekonomik ve diplomatik açmazı ve tutarsızlığı derinden yaşamaktadırlar.
Üçüncü Dünya Savaşı’nda çözülmeleri kaçınılmaz olan Türk ve İran sömürgeci devletleri, Rojava‘dan sonra sıranın Rojhilat ve Kuzey Kürdistan’a geleceğini biliyorlar. Faşist şef ve tek adam diktatörlüğü bu esasla Kürt sorununu dillendirmeye ve diyalogtan bahsetmeye başladılar. Bahçeli onca hakaret, tehdit ve faşizan söyleminden sonra Sayın Abdullah Öcalan’ın Meclis’te mesajını vermesi temennisinde bulunması, devletin ve devleti yönetenlerin ne kadar zorda olduklarını gösteriyor. Onlar uluslararası ve bölgesel gelişmelerden hareketle zevahiri kurtarmanın arayışındalar. Bunu asla akıldan çıkarmadan sürece ve soruna yaklaşılmalıdır. Kürt sorununu kapalı kapılar ardında kriminal bir sorun gibi ele alanlar dün nasıl ki kaybettilerse, bugünde kaybetmeye mahkumdurlar.
Sayın Abdullah Öcalan’a ve DEM Parti‘ye ne söylemeleri gerektiği ve nasıl hareket etmeleri gerektiğinin emrivakiliği, sömürgeci ve ilhakçı taraf olmanın cüreti ile dikte eden zihniyet, Kürt’e kendi stratejik çıkarlarına göre ayar vermek istediği açıktır. Bu anlamda egemenlerin ve inkarcı soykırımcı zihniyet sahiplerinin insafına işi bırakmadan, Kürt sorunundan ne anlıyoruz, sorunun çözümünün tarafı olarak ne talep ettiğimizi iyi formüle etmeli, kamuoyu ile paylaşmalıyız. Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi ve AİHM’in kararlarını hiçe sayan, S.Demirtaş, O.Kavala ve Can Atalay gibi on binlerce özgürlük mahkumunu haksız yere hapseden, onbinlercesini sürgüne mahkum eden bu iktidarın, yol temizliği temelinde TMK (Terörle Mücadele Kanunu) feshetmesi ile işe başlamalı, tecriti kaldırmalıdır. Ondan sonra barış için bir tarafta sömürgeci devlet, diğer tarafta da ilhak edilen coğrafyanın halkını temsilen PKK başka bir taraf olarak eşit koşullarda uluslararası gözlemci veya müdahil devletlerin hakemliğinde çözüm masasına oturmalıdırlar. Elbette ki savaş kötüdür. Yıkımdır. Açlık, yoksulluk ve sefalettir. Hiç kimseye kazandırmaz, herkes için de yıkımdır. Bu anlamda barıştan yana olmak esas olmalıdır. Ancak barış savaşan tarafların müzakeresi ile olur. Ve ancak nitelikli ve karşılıklı saygı ile onurlu bir barış olabilir. Barışa varılacak yolda çözüm masasında tarafların karşılıklı ve güven içinde taleplerini müzakere edecekleri ve karşılıklı atmaları gereken adımları takvime bağlayan ve denetleyen üçüncü tarafın hakemliği olmaksızın bu işin istenen sonuçları vermesi zordur. Güven sağlamanın ve çözüm iradesini sürdürebilmenin yolu devletin ve PKK’nin karşılıklı silahlarını susturmasıyla olur. Tek taraflı silahsızlanma veya silahları bırakma büyük risk demek olacaktır. PKK terör örgütü değildir ki silah bırakması kendisinden istensin. İşgal ve ilhaka karşı meşru savunma temelinde Kürt ulusal demokratik talepleri için mücadele eden bir örgüttür. Kürt ulusal demokratik talepleri karşılanıncaya, anayasal güvenceye kavuşturuluncaya ve Kürtler statü sahibi oluncaya kadar meşru savunma devam etmelidir.