2024’ün kısa panoraması
Demir ÇELİK yazdı —
- Siyasetin çözüm iradesi geliştiremediği, politikanın ikbal, iktidar ve çıkar edinmenin aracısı durumuna düşürüldüğü, iktidarın topluma siyasetsizliği dayattığı, siyasi partilere ve seçimlere tek adam diktatörlüğüne meşruiyet kazandırmak için izin veren iktidar, kendi bekası için içeride ve dışarıda savaşı tek çıkar yol gördü.
Bir yılı daha geride bırakmanın hüznü ile yeni yıla dair beslenen umutlar iç içe yaşanıyor. Bu süreçte dünün muhasebesi yarının inşasında ön açıcı olur diye düşünerek 2024 yılında yaşananları bu makalemde ele almak istiyorum.
Üçüncü Dünya Savaşı 2024‘te çoklu aktörlerin esnek ittifakları ve güçbirliği ile çoklu bölgede farklı düzey ve alanlarda devam etti. Savaşın neden olduğu siyasal, toplumsal, ekolojik ve kültürel kıyım başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere halkları ve farklı inanç topluluklarını ciddi düzeyde etkiledi, katliamlar ve soykırımlar yaşandı. Onbinlerce insan yaşamından, yüzbinlerce insan toprağından, kutsal mekanlarından, kültürel hafızalarından ve tarihsel belleklerinden oldu. Açlık, yoksulluk, sefalet içinde milyonlarca insan beslenme ve temiz içilebilir içme suyu sorunu yaşadı. Milyonlarca insan, parasız, nitelikli ve anadilde eğitim ve sağlık hizmetlerinden yoksun kaldı 2024 yılında. Yoksulların, ezilenlerin, emekçilerin ve iktidar dışı kalan halkların yaşadığı bu zulmata karşın egemenler ve hegemonik güçler, gezegenimizin yeraltı ve yerüstü değerlerine el koyarak sermayelerine sermaye kattılar. Biriktirdikileri kâr-iktidar ve sermaye aygıtları üzerinden hegemonyalarını çepere ve çevreye yayarken eko-sistemin kendi kendisini sürdürebilme zincirinin halkalarını bozdular. Küresel ısınma, buzulların erimesi eşliğinde, gezegenin fauna ve flora çeşitliliğinden kopuş yaşandı, yeni tür ve canlı organizmaların ortaya çıkmasına neden oldu kapitalist modernite.
Küresel boyutta bunlar yaşanırken, Türkiye‘de yaşananlar dünyada yaşananlardan katbekat daha kötü ve daha insanlık dışı düzeyde yaşandı. Her şeyden önce Türk ulus- devletinin katı merkeziyetçi, inkarcı, katliamcı ve soykırımcı zihniyeti devam etti. Kürtlere karşı fiziki ve kültürel soykırım, Alevilere karşı kültürel soykırım ısrarında hız kesmedi. İki kadim sorunun çözümsüzlüğünün neden olduğu kangrenleşme toplumsal çürümeyi daha da derinleştirerek toplumsal histeriye yol açtı. Mafya-çete ve polis devletinin neden olduğu anayasasızlık hali uluslararasında ciddi düzeyde teşhir olmasına rağmen iktidarın siyasi soykırım operasyonları hız kesmedi, cezaevleri siyasi tutsaklara işkencehaneye dönüştürüldü.
Ekonomik ve siyasi krizin neden olduğu çoklu kriz sonucu yoksulluk, açlık ve sefalet katlanmaz duruma ulaştı. Kürtlere karşı yüzyıldır sürdürülen inkarı son kırk yıldır Kürtlere karşı savaşa dönüştüren devlet, 5 trilyon doları savaşa harcayınca kamu mallarını satarak adeta kendisini küresel sermayeye soydurdu, ‘kral çıplak‘ misali orta yerde kalakaldı. Toplumu adilane yönetemeyen iktidar, neden olduğu bu çürümeyi Pirus zaferleri ile örtmeye çalıştı. Uluslararası tefecilere yılda sadece faiz olarak 235 milyar dolar ödemek zorunda kalan Türkiye, başta insan hakları karnesi olmak üzere uluslararası açlık ve yoksulluk sınırlarında da dünya devletleri arasında arka sıralarda yer aldı. Asgari ücret ve emekliler maaşı bile yoksulluk sınırı altında kalan Türkiye’de, “itibardan tasarruf olmaz“ diyen tek adam diktatörlüğünün sarayının günlük harcaması 3.600 asgari ücretlinin maaşı tutarını geçti.
Hukuki sistemi çökmüş, sarayın sopasına dönüşmüş. Meclis, halkın temel taleplerine çözüm arayan meşru mekan olmaktan çıkmış, tek adam diktatörlüğünün çıkarlarını savunan, korkuları ve hezeyanları ile hareket eden teatral sahneye dönüştü.
Siyasetin çözüm iradesi geliştiremediği, politikanın ikbal, iktidar ve çıkar edinmenin aracısı durumuna düşürüldüğü, iktidarın topluma siyasetsizliği dayattığı, siyasi partilere ve seçimlere tek adam diktatörlüğüne meşruiyet kazandırmak için izin veren iktidar, kendi bekası için içeride ve dışarıda savaşı tek çıkar yol gördü. SMO üzerinden Rojava’yı işgal ve ilhak etmek isteyen Türkiye, Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden de devletin Sunni Hanefi mezhebini topluma dayattı.
Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı üzerinden Alevileri kendi otantik inançlarına ve gelenekçi toplum kültürüne yabancılaştırmak, başkalaştırıp tarihsel hafızlarından ve kültürel belleklerinden koparmak isteyen iktidar siyasi, sosyal, kültürel politikalarıyla Alevi toplumunun aklını çelmenin oyunu içinde oldu.
Kah üniversiteleri devreye koyarak, kah hukuki, siyaseti ve ekonomik politikaları devreye koyarak toplumun açlık ve yoksulluğunu suistimal eden iktidar, seçimlerde halkın iradesini çelmekle kalmadı, Kürtlerin iradesini gasp etti. Üç seçimdir Kürtlerin seçme ve seçilme hakkını gasp eden AKP-MHP iktidarı, ağzından da demokrasi sözcüğünü düşürmedi. Toplumun özlem ve temel taleplerini karşılayacağı umudu ve algısını yaratan faşist iktidar, bu sayede toplumun direniş hakkını da elinden aldı. Mal ve servet biriktirmenin obeziteliğini kendisine ve yakın çevresine hak gören iktidar sahipleri, yoksul olmayı ve mülküsüzlüğü cennete giden yol diyerek toplumda rızalık üretmeye baktı.
Yeni yılda umutlarımızı yeşertip çoğaltırken çıkışın demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmadan geçtiği bilinci ile yarınlara hazırlanmalı, demokratik konfederalizmin ortak yaşamının çokluğunu ve çeşitliliğini kuşanmalıyız.