Diktatörler korkak ve nobran olur
Ahmet KAHRAMAN yazdı —
- Erdoğan, kiralıkların alkışları arasında çıktığı kürsüde alabildiğine kendisi, yani nobran, terbiye ve görgüden yoksun bir Kasımpaşa yol keseniydi. İşgal altındaki Kürdistan’ın kalbi Amed’de, iltifat edeyim derken, o cehaleti ve köpüren ırkçı ruhuyla Kürt halkını ve evlatlarına hakaret ediyordu.
Nobranlık (gönül kırıcı, kaba), korkaklık diktatörlerin ortak özelliğidir. Tüm korkaklar gibi şüpheci ve her taşın altında bir düşman yattığını “vehmeden” birer ruh hastasıdır, onlar.
Korkularından kurtulup huzur içinde uyumak, rejimlerini güvence altına almak için, cellat, işkenceci başı, gardiyan kesiliyorlar.
Atatürk ittihatçılardan korkuyor, Sultancıları anında korku delisi kesiliyor, kanına girilen halklardan birinin kurşununa hedef olmamak için, sokağa çıktığında ülke alarma geçiyor, gittiği şehirler mahpushaneye çevriliyordu.
Hitler, işgal altındaki Paris’e gittiğinde, şehir halkı ev hapsinde tutulmuştu.
12 Eylül 1980 darbesinin lideri General Kenan Evren’in Ankara’dan Sarıkamış’a uzanan bir gezisinde, ben de özel trenin yolcusu gazeteciler arasındaydım. Şubat ayı, kış zorluydu.
Erzurum’la Kars arasında, ay ışıklı bir geceydi. Sıcacık vagondan bakıldığında, karlı gecenin manzarası, doyumsuz romantikti. Ama dışarıda olanlar için, gerçek başkaydı. Öyle değildi. Hava ısısı sıfırın altında 15-20 dereceydi. Dem ve devran ise farklı, Kürdistan dağlarında silah sesleri yankılanıyordu. General diktatör huzur içinde uyusun diye, hücrelere işleyen, insanın içini buza çeviren o havada, askerler tren yolu boyunca tepelerde yan yana diziliydi.
Türk devletinin değişmeziydi, bu manzara. Ülke diktatörlerin çiftliği, insanlar kul, köleydi. Sıfırdan gelip aile boyu dolar milyarderi kesilmek, Erdoğan’a has değildir. Atatürk, sahibi olduğu devlet kadar zengindi. Her neyse konumuz bu değil…
Türk devletinin kaderini avucunda tutan, ülkenin tartışmasız tek efendisi Recep Erdoğan, Atatürk’ü de aratan “tam teşekküllü” bir diktatördür. Ağzından çıkan yasa, anayasa, buyruğu ise Kürt lider Demirtaş ve arkadaşları ile Osman Kavala, Can Atalay olayında görüldüğü üzere hayatlar biçen yargıçtır. Beyinleri çalıp benzer kitle ırkçı yaratan ilah, kendisi gibi “Türk” olan kalabalıkları Kürt kanıyla avutup yoksulluklarını unutturan taklacı bir sihirbazdır. Hikmeti sorulmaz bir ilah, yeri geldiğinde “biat eden kulları”nın başını okşayan, Al Capone benzeri iyi yürekli Mafya Babası’dır.
Onu, geçen hafta sonu Amed’de seyreyledik. Orada gölgesinden ürken, etrafa korkulu gözlerle bakan bir işgalci, esir şehrin zorba efendisiydi. Şehir, 8 bin polis ve sayısını kimsenin bilmediği kadar çok sivil giyimli asker, korucu, ajan ve gizli polis (MİT) tarafından esir alınmıştı. Sokağa çıkan insanlar “teşkilattan değilse eğer”, itilip kakılarak, sıvazlana didile aşağılanarak aranıyor, kimlikler inceden inceye kontrolden geçiyordu
Amed, Nazilerin işgalindeki Paris’i andırıyordu.
Erdoğan esir alınmış şehre, bir koruma ordusu ve alkışçılarını taşıyan bir uçak filosuyla iniyordu. Havaalanından kongre salonuna yol ona ve şürekasına aitti. Erdoğan boşaltılmış yolun kenarına dizili polis ve askerleri selamlaya selamlaya ilerliyordu. Kavşaklarda istihdam edilen kiralıklar da şehrin ahalisi rolünde alkışa duruyordu.
İslamo faşist parti devlettir, devlet partidir bu terör devletinde. Ama yeni değil, hep öyleydi. Şimdi tepeden tırnağa IŞİD devleti.
Devlet ve parti bir bütün olduğu için, kongrenin tüm masrafları, kiralık alkışçı ücreti dahil, donu yamalı kalabalıkların cebi, yani vergilerden. İşten atılma tehdidiyle, alkışçı olarak salona dizilen memur, öğretmen, sivil giydirilmiş polislerin kumanya bedeli de açların vergilerinden…
Erdoğan, kiralıkların alkışları arasında çıktığı kürsüde alabildiğine kendisi, yani nobran, terbiye ve görgüden yoksun bir Kasımpaşa yol keseniydi. Racon, o racon. Sempati toplama, gönül kazanma amacıyla geldiği işgal altındaki Kürdistan’ın kalbi Amed’de, iltifat edeyim derken, o cehaleti ve köpüren ırkçı ruhuyla Kürt halkını ve evlatlarına hakaret ediyordu. Yeni cinayetler işleyip soykırım tehditleri savuruyor, dünyanın en uzun sürmüş terör devleti zulmüne başkaldıran Kürdistan evlatlarına sövüyordu. Bu ırkçının hezeyanlarına kiralık seyircilerin tahammülü tükendi. salonu terk ettiler.
Oysa, Erdoğan’ın Mafya düzeni, işgale çıktığı Suriye’de zordaydı. Adamları ve “barış” diye diye Kürt kapılarında “geşt” (sadaka), destek arayan dilenciydi. Ama zeka ve “feraset”e bakın siz, bir avucu Kürtlere açık, öteki barbarlıktaydı. Kürtlerin seçme ve seçilme hakları da gasp edilerek, çalınarak ellerinden alınıyor, seçilen belediye yönetimleri hapse atılıp yerlerlerine memurlar atanıyordu.
Öte yandan Rojava’da, İslamo faşist katillerle ortaklaşa Kürt kanı akıtılıyordu.
Oysa, katiller, tecavüzcülerle, zafer bayrağı diktikleri o topraklarda yeniktiler.
Yalancı zaferlerine kar yağmış, dışlanmışlardı. Roma’da düzenlenen “Suriye’nin Kaderi Konferansı"nda onlar yok, ama Kürtler çağrılı. Amerikan Başkanı Trump’ın göreve başlama töreninde de Kürt lider General Kobanî Suriye’yi temsil edecek.
Afrika’nın yabani beyazı Tarzan zorda yani. Bu yüzden şaşkın. O nedenle yalvarmaya gittiği kapıda, yediği kaba pisliyor. IŞİD’leşen rejimin hali berbat…