Nihai amaç Rojava’yı kayyumlama
Ahmet KAHRAMAN yazdı —
- Bir tek bir zamanlar damadın, petrollerini çalıp tanker filolarıyla pazara taşıdığı, buğdayı ve zeytinini talan ettiği Rojava’yı da “kayyumlamak” için entrikalar çeviriyor, caniye yaraşan cinayetler işliyor. Ancak nafile, Rojavalılar canfeda karşı koyuyor, direniyorlar.
Türk ordusu, 1960’tan itibaren ortalama her 10 yılda, silah başı edip sivilleri tutuklayarak, rejime aykırı düşenleri asıp kurşunlayarak, Atatürk’ün “yerinden kayan ilke ve devrimlerini yerli yerine oturtuyorlardı.
Hangi veya ne gibi devrim, o belli değildi, işte.
Ve ilk günden itibaren tüm darbeleri, saatleri de değişmezlikle, yaniydi. Sadece ava çıkmış aç kurtlar, çakallar ile hızsızlarla darbecilerin ayakta kaldığı, uykunun en tatlı anı sabaha karşı...
Ancak, “paçoz devrimciler”in de “nimetlere hücum tertibinden” mevzilendikleri, AKP rumuzlu Türk İslamo Faşist iktidar döneminde, tekniği aynı kalmak şartıyla, darbede kullanılan güç ve zamanlamada bazı değişiklikler oldu.
Bunlar, orduyu önce sütre gerisinde bırakıp, polisi hücum birliği olarak kullanmaya başladılar. Kürtleri toplama kamplarına doldurma ve cinayetler için, darbenin zamanı kavramını değiştirdiler. Her şeyi “Reiz”in istek ve ihtiyacına bağladılar. Ayrıca kişi ve kuruluşlara karşı da zincirleme darbeciliği geliştirdiler.
Anayasa’da yazılı seçim yasasına bağlılığı da, Reiz’in canı, hırsızların çıkarı öyle istediği için, kaldırdılar.
Darbe tekniğinin uygulamasına gelince: Türk halkı darbe doğuran darbelerden sonra, orduyu darbe yapmak üzere beslediğini sanıyordu. Bu kanı AKP rejiminde “polis darbe yapmak içindir” inancına dönüştü.
En son, “halk oyu ile belirlenen iktidarın” haydutça ele geçirilmesi olayının son örneği ile anlatmak gerekiyorsa eğer, darbe taktiği hiç değişmedi. Askeri darbelerde olduğu gibi, Wan’da çevre illerle de kalmadılar, uzaklardan polis getirip “vatana, millete hizmet” adına darbeci görevleri izah edildi. Halkın parasıyla satın alınmış silahlar, kumanyalar dağıtıldı. Sonra hırsızlara hizmet için “arş ileri, marş düşman üstüne" yapıldı. Ordunun sahip olduğu zırhlı araçlar, silah ve savaş helikopterleriyle donanımlı bu savaş gücü, Kürtlerin elindeki düşman kalesinin fethi için, mevzilendirildi.
12 Eylül 1980 darbesinde olduğu gibi, saat tam 04.00’da “nimetlere hücum” emri verildi. Halkın parasıyla beslenen, silahlanan, ancak hırsızların kazancı için kullanılan polis, Amed kalesini kuşatan Halid Bin Velid komutasındaki Halife Ömer’in ordusu gibi şevkle, kin ve öfkeyle Belediye binasına saldırıyordu.
Yeri gelmişken, dünyada bir ilk olarak insanlar, en başta Kürtler, Türk devletine karşı canlarını, malları, mülklerini, tarla, çayır, orman ve meralarını koruma nöbetindedir.
Vanlılar da, başka yerlerden imdada gelen Kürtlerle birlikte, bir süreden beri belediye yönetimini savunup korumak için, nöbetteydi. Ancak, hava gece çok soğuduğu için, geçmişlerdi. Darbeciler, buna göre de hazırlıklıydı. İlk hücumda camları, kapıları kırdılar. Sonra zehirli gazlar sıkıp, plastik mermi atan silahlarını ateşleyerek saldırdılar. Önlerine çıkanı coplayıp yerde tekmeleyerek, ellerini arkadan kelepçeleyip esir aldılar. Düşman kalesini fethettiler.
Öyle görünüyor ki, bundan sonraki sıra Amed. Onu da kayyumlayabilirler. Önlerinde engel yok.
Ama unuttukları bir gerçek var: Onlar barbarlaştıkça Kürtler bir ve beraberlikle güçleniyorlar. Şeyh Said, yüz yılı aşkın önce “bunlarla müştereğimiz kalmadı” demişti. Kürtler kayyumlar, yasak ve zindanlarla, bu gerçeği yaşayarak görüyor ve kendilerine güvenle özgür geleceğe hazırlıyorlar.
Unutmasınlar ki, bu böyle gitmez, gidemez. Yeni kuşaklar bambaşka, ama gerçekçi umutlarla dolu. Kendilerine güvenle, özgür bir geleceğe hazırlanıyorlar.
Her neyse, bizim Kürtler, şu “demokratik” lafını çok seviyorlar. Türk rejimi, henüz bu kavramı suç ilan etmedi, ancak demokrasi adına ne varsa kıra kıra yoluna devam ediyor. Kürtlerin “demokratik bir cumhuriyet” olan Türk devletinde, seçimlerde oy kullanma hakları vardır. Rejime hizmet için aday olmak, belediye başkanı seçilmek bile geçerli haktır onlar için. Ama “ben bir Kürt’üm” diyenin belediye başkanlığı “kayyumluk"tur. Nutuklarına bakılırsa nimetleri çalmak, malı mülkü talan etmek, Bilal’e bina, arazi sunmak için değildir, Kayyumlama. Vatan, millet içindir.
Bu söylemle Doğu Kürdistan hariç, üç parçayı kayyumlama savaşı veriyor, Türk İslamo Faşizmi. Doğu Kürdistan hariç çünkü, orada Pers çocukları cennete gitmek için, zaten Kürtlere aralıksız idam “sepi”leri kuruyorlar. Kuzey hırsızların soygun ve talanı için, istedikleri gibi kayyumlanıyor. Güney Kürdistan’da ise artık sınır yok. Kürtlerin deyimiyle oraya, “çıraz, vıraz” girip çıkıyor, hırsızlık yapıyor, gönül eğlendirmek için cinayet işliyorlar.
Bir tek bir zamanlar damadın, petrollerini çalıp tanker filolarıyla pazara taşıdığı, buğdayı ve zeytinini talan ettiği Rojava’yı da “kayyumlamak” için entrikalar çeviriyor, caniye yaraşan cinayetler işliyor. Ancak nafile, Rojavalılar canfeda karşı koyuyor, direniyorlar.
Yine yeri gelmişken, Wan direnişinde geleceğin iki lider profilini gürdük. Belediye Eşbaşkanı Abdullah Zeydan’dı, bu. “Hırsızlar, teslim olmayacağız” diyen haykıran Belediye Eşbaşkanı Abdullah Zeydan ve Seid Rıza’nın torunlarından, Kürtlerin Türk parlamentosundaki sesi Gulistan Kılıç Koçyiğit…