Düşmanın da ahmakı ve namerdine kaldık
İlham BAKIR yazdı —
- Akıllı bir düşman olsa onlarca kez denenmişi tekrar deneyip sonuç alabileceğini düşünür mü? Akıllı bir düşman olsa bu zulümkâr, kör inat ve ısrarının sadece karşı tarafa değil kendi halkına da en az o oranda kaybettirdiğini, ekonomisinin çöktüğünü, sosyal çürümenin, toplumsal yozlaşmanın ne kadar arttığını görmez mi? Yeni bir yol aramaya girişmez mi?
Nasip olacaksa insana düşmanın da akıllısı, mert olanı nasip olmalı. Düşmanın ahmakına, namerdine denk gelince her yer lağım çukuruna dönüşüyor. Akıllı ve mert bir düşmanla yürünmesi ihtimal dahilinde olan, barış ve müzakereye kapı aralayan her yol, ne yazık ki bin bir çeşit hile hurda, yalan dolan, alavere dalavere ile kirletiliyor, değersizleştiriliyor, çözüm gücü olmaktan çıkarılıyor. Akıllı bir düşman, kazanamayacağını, yenemeyeceğini, gidişatın karşı tarafa kaybettirdiği kadar kendisine de kaybettirdiğini fark ettiğinde denemiş olduklarını, denemekte olduklarını yapmaktan vazgeçer, yeni bir yol tercih eder. Çoğunlukla müzakere yoludur tutulan. Müzakere ile kendi kaybını durdurmaya çalışır ve elbette bu karşı tarafın da kaybının azalmasına yol açar. Yani her türlü yolun denendiği uzun savaşta çokça kaybeden her iki tarafın müzakere yoluyla kaybının durdurulduğu aşamaya geçmiş olurlar.
Müzakere aşamaları çatışmaların kısmen yahut bütünen durduğu, barışı isteyen üçüncü tarafların devreye girebildiği, çözüm yollarının tartışılabildiği, taraflarca nelerden ne kadar taviz verebileceklerinin, verilen tavizlerin nelerin kaybının engellediğinin, nelerin kazanıldığının tartılabildiği dönemlerdir. Kimi zaman müzakereler hiçbir işe yaramasa da sadece denenmiş olması bile çok değerlidir. Yeni bir müzakereyi, dolayısıyla yeni bir çözümü ortaya çıkarması muhtemeldir bu sayede. Çözüme ve barışa dair umudu diri tutar. Dünyada bunların sayısız örnekleri yaşanmıştır. Ve namertlik, hinlik kafasında olmayan düşman, bu müzakere dönemlerinde basit hesaplara, alavere dalavere işlere girmez. Bir gün mutlaka yeniden bir müzakere ihtiyacının doğabileceğini hesap edecek akıl ve ahlakı mutlaka devrede tutar, güvenilmez olmaktan kaçınır.
Düşünün ki bir yandan devasa bir çözüm projesi olduğunu deklere edip, devletin en üst düzeyinde, en yüksek perdeden bunu dillendirip, ülkenin dört bir yanından kanaat önderlerini bir araya toplayıp, toplumu barış ve müzakereye ikna etmelerini isteyip, bu insanları ülkenin dört bir yanına gönderip, televizyon programlarına çıkarıp barış ve müzakereyi konuşturan devlet diğer yandan Kürtleri, Kürtlüğü imha edecek çöktürme planları hazırlıyor. Sadece Kürtlere değil, kanaat önderlerine, kendi halkına da yalan söylüyor, yüz yıldan fazladır direnen bir halka adice bir tuzak kuruyor. Bu tuzakla, bu halkın direnişini kırabileceğini zannediyor. Kendinden evvelkilerin onlarca defa tekrar ettiği tuzakları, kandırmacaları, alavere dalavereleri, baskı, işkence ve zulümleri tekrar ederek kazanacağı zannına kapılıyor. Akıllı bir düşman olsa onlarca kez denenmişi tekrar deneyip sonuç alabileceğini düşünür mü? Akıllı bir düşman olsa bu zulümkâr, kör inat ve ısrarının sadece karşı tarafa değil kendi halkına da en az o oranda kaybettirdiğini, ekonomisinin çöktüğünü, sosyal çürümenin, toplumsal yozlaşmanın ne kadar arttığını görmez mi? Yeni bir yol aramaya girişmez mi? Müzakere ve çözüm yöntemlerine küçük hesaplarla, tuzakçı bir kafayla yaklaşıp her çatışmanın mutlak suretle evrilmek zorunda olduğu müzakere yöntemini bu kadar itibarsız, değersiz hale getirir mi?
Çözüm süreci diye deklere ettiği devasa görünümlü hamlenin bir tuzak plan olduğunun anlaşılması ve yeniden devasa kayıpları yaşatan bir savaşın başlamasından on yıl sonra yeniden aynı tıkanmayı yaşamaya başlaması, yenemeyeceğini, yok edemeyeceğini bir kere daha anlaması, ekonomik ve toplumsal yıkımın eşiğine geldiğini, dahası çevresindeki ulus- devlet diktatörlüklerinin yaşadığı kaos ve çözülmeyi görmesi onu yeniden bir çözüm süreci deklere etmeye zorlamış bulunuyor. Üstelik gittikçe büyüyen, bölgesel bir savaştan bir dünya savaşına evirilmeye başlayan gelişmeler can havliyle bir çözüm süreci başlatmasını önüne koyuveriyor. Fakat can çıkar huy çıkmaz. Bir büyük devlet olmanın ciddiyetinden uzak, kasaba tüccarı mantığıyla, ne kadar kandırıp, ne kadar kâr ederim mantığıyla en üst perdeden, kendi yandaşlarını bile şok eden açıklamalarla giriştiği bu yeni tuzağa Kürtleri düşürebileceği aymazlığını düşünebilecek kadar da çaresiz. Sonra da bu tuzağa düşmeyeceği, bu çürümüş zihniyete kanmayacağı anlaşılınca Kürtlerin, bu sefer yine çok bilindik, tekrar edilmiş yönteme başvuruyor. Bir elde havuç, bir elde sopa. Özgür Kürt, senin elindeki havuca tamah etmeyecek kadar onurlu, elindeki sopadan tırsmayacak kadar korkusuz ve direnişçidir.