Ulus-devlet paradoksu
İlham BAKIR yazdı —
- Devasa bir şantiyeye dönüşmüş olan Güney Kurdistan’da Kürtlük adına inşa edilen bir şeye rastlamak mümkün değilken tüm yaşamın uluslar arası sermaye için örgütlendiğini bir bakışta gözlemlemek mümkün.
Bir zaman önce bir film festivali nedeniyle gittiğim Süleymaniye’de Kurdistan Yurtseverler Birliği(YNK) Politbüro üyesi olan bir arkadaşla sohbet ederken bana şöyle demişti. “Eskiden Kuzey, Kürt değildi, ama her geçen gün Kürtleşiyor. Eskiden Güney Kürt’tü, ama her geçen gün Kürtlükten uzaklaşıyor.” Bu tespit, YNK’nin de içinde bulunduğu Güney Kurdistan yönetiminin bu parçadaki Kürtlüğü getirdiği duruma bir Güney Kurdistanlının kendisini de bu durumdan sorumlu tutarak yaptığı bir özeleştiri idi.
Özgürlüğünü sağlamanın, öz benliğini ve ulusal karakterini korumanın yolu bir ulus devlet biçiminde örgütlenmekten mi yoksa demokratik ulus biçiminde örgütlenmekten mi geçtiği sorusuna verilecek cevap son derece önemlidir. Aslında klasik anlamda devletçi paradigmayla duruma bakıldığında özgürlüğü sağlamanın ve ulusal özü korumanın en yetkin yolunun bir ulus- devlet sahibi olmaktan geçtiği söylenebilir. Bir ulus- devlet aygıtına sahip olabilirsen, ulusal kurumlarını oluşturabilirsin, ulusal dil ve kültürü geliştirecek ve koruyacak tedbirler alabilirsin. Peki bu gerçekten böyle midir? Hele Kürtler için bu böyle midir?
Ulus- devlet paradigması uluslararası sistem içerisinde bir yer edinmenin yanı sıra uluslararası sisteme karşı bir takım ödevleri yerine getirmeyi de gerektirir. Peki, nedir bu ödevler? Pek çok ödev sıralamak mümkün ama sadece bu ödevlerden birini söylemek yeterli olacaktır. Zira bu ödev, diğer ödevleri de bir yanıyla mutlaka içermektedir. Bir ulus- devletin, içinde yer alacağı uluslar arası sisteme karşı en öncelikli görevi ülkesinin örgütlenmesini, yasalarını, kurum ve kuruluşlarını (buna dil ve kültür kurumları da dahildir) uluslar arası sermayenin çıkarlarına göre dizayn etmektir. Bu ödevini yerine getirmeyen bir ulus- devletin ne kurulmasına izin verilir, ne de bir şekilde kurulmuşsa yaşamını devam ettirmesine izin verilir.
Bugün gerçekten Güney Kurdistan’a bakıldığında yaşanan içler acısı durumu görmemek mümkün değil. Devasa bir şantiyeye dönüşmüş olan Güney Kurdistan’da Kürtlük adına inşa edilen bir şeye rastlamak mümkün değilken tüm yaşamın uluslar arası sermaye için örgütlendiğini bir bakışta gözlemlemek mümkün. Neredeyse bütün dükkan, mağaza ve işyerlerinin adı İngilizce. Yerel ürünlerin satıldığı halk pazarları, dükkanlar neredeyse kalmamış. Beş on yıl öncesine kadar halkın büyük bir bölümü ulusal giysilerle sokaklarda dolaşırken şimdi böyle giyinenler neredeyse bir müsamereden fırlayıp sokağa inmiş gibi duruyor. Dükkanlarda, arabalarda, mağaza ve alışveriş merkezlerinde Türkçe ve İngilizce müzikler çalıyor. Türkiyeli pop ve arabesk sanatçılara karşı büyük bir hayranlık var. Yapılan festival, davet açılış vb. tüm organizasyonlarda büyük bir şaşaa ve gösteriş söz konusu. Kültürel bir organizasyonda yerel kültürle ilgili unsurlar birer aksesuar gibi kalıyor. Kültürel bir zenginliği paylaşmaktan ziyade eğlenmek ve gösteriş yapmak temel motivasyon olarak gözüküyor.
Ama bütün bunların hepsinden daha acı olanı ve belki de diğerlerinin de müsebbibi olan şey Kürtlerin çalışmıyor ve üretmiyor olması. Ülkede üretim yapan tüm kuruluşlar yabancı kuruluşlar. Ülkede tüketilen malların nerdeyse tamamı ülke dışından geliyor. Arap, Türk ve Fars sermayesi Güney Kurdistan’ın bütün pazarını elinde tutuyor. Her türlü ihtiyaç maddesinin tedarikçisi bu ülkelerin sermayedarları. Bir sakız bile üretilmiyor. Tarım neredeyse tamamen bitirilmiş. Sebze ve meyvesi bile dışarıdan geliyor. Üretimden tamamen kopuk halkın her birinin evinde birkaç kişi çalışmadan maaşa bağlanmış durumda. Peşmergelik bir savunma gücü olmaktan çoktan çıkmış, bir geçim kaynağına dönüşmüş durumda. Sokağı temizleyenler, evlerde hizmetçiler ve bakıcılar, restoranlarda işçiler. Siyahiler, Koreliler vb. yoksullar, ulus- devlet sahibi Kürtlere karın tokluğuna hizmet ediyorlar, her türlü istismara açık biçimde. Ulus devlet, Kürtleri her türlü insani hasletlerinden ve değerlerinden her geçen gün bir parça daha soyundururken, Kürtleri ve Kurdistan’ı uluslararası sermayeye, en hazini de kendi sömürgecilerine peşkeş çekiyor.