Esad- Erdoğan; doğru ve yalan

Mihraç URAL yazdı —

  • Erdoğan hayasız biridir. Önerdiği hiçbir önerinin arkasında durmayacak bir kalpazandır. Bugün sözünü ettiği hiçbir şeyi yarın olduğu gibi kabul etmeyecek kadar hayasız bir yalancıdır. Bu açıdan bakınca “gel görüşelim” tezi tamamen anlamsız, içi boş, her şeyi kapsayacak ve aniden her şeyi ret edecek soyutlukta bir tezdir. 

Erdoğan avazı çıktığı kadar Esad’a çağrı yapıyor “Gel görüşelim” diyor. Önüne mikrofon gelince de anında haykırıyor; “Gel Ankara’da buluşalım, olmazsa komşu bir ülkede buluşalım.

Esad ise fazla gürültü yapmadan, ülkesindeki seçimlerle ilgili oylamasını kullandıktan sonra cevap veriyor; “Ne diye buluşacağız, soyut çağrılar yerine bu çağrının içeriğini anlamak gerekiyor. Bizim iki temel sorunumuz bulunuyor; birincisi, silahlı güçlerince ülkemize tecavüz etmişsiniz bunun son bulması gerekiyor. İkincisi ise, Suriye düşmanı olanları, eli silahlı teröristleri desteklemenizi sonlandırmanızı istiyoruz”

Bu ikili diyalog Türkiye’nin ağır bir yenilgi almasından sonra gündeme gelmiştir. Yıl 2011,  Şubat 15, Suriye’de kanlı olaylar başladı. Buna Suriye iç savaşı denildi. Gerçekte ise büyük terör hamlesinin Suriye’de yönetimi değiştirmek üzere başlattığı savaş gündeme gelmişti. Bu savaşta Erdoğan yönetimi aktif yer almıştı. Erdoğan Suriye yönetiminin devrilmesini bekliyordu. Emevi Camii’nde namaz kılacağı anı bekliyordu. Bu amaçla teröristleri destekleyen Türkiye, Suriyeli teröristlerden ordular kurmaya yöneldi. Suriye’de kanlı olayların destekçisi oldu hem de savaşa aktif biçimde katıldı. Bununla da yetinmedi. Suriye’nin kalbi olan şehirlerde üretim mekanizmalarını Türkiye’ye taşıdı, yani çaldı. Türkiye’nin hırsızlığı öylesi bir hal aldı ki, “Nasıl olsa üç beş ay içinde Esad yönetimi yıkılacaktı bu açıdan çalınan tüm fabrikalar, tüm makinalar, buğday tahılları ve petrol teröristlerin hükmü altında bulunacaktı”. Erdoğan yönetimi bu amansız yaklaşıma onay veriyordu.

Bu acımasız süreçte hiçbir alan rahat bırakılmamıştı. Sahil şeridi olduğu kadar Kürt bölgeleri de Arap bölgeleri de Süryani ve diğer Hıristiyan yerleşim alanları da ağır darbeler alıyordu. Sözde mezhep savaşı sürdürülüyordu, gerçekte tüm mezhepler ve dinler bu ahlaksız darbelere maruz kalıyordu. Erdoğan yönetimi insafsızca Suriye’yi bir bütün olarak yıkıyordu. Geride olumlu hiçbir iz bırakmadan, Esad ailesiyle birlikte tatiller yaparken oluşan o olumlu havadan zerre kadar bir iz kalmadan yakıp yıkıyordu. Suriye’de süren bu vahşet ortamında insani olarak etkilenenlerin uyarılarına karşı Erdoğan “Bana sakın Esed’le görüşeyim diye bir öneri getirmeyin, tersler atarım” diye tepki gösteriyordu. Bu tepkisini eniştesi olan, kızının kocası bulunan Beraat Albayrak’ı yönetimden alırken tekrar etti: “Bana Esed’le ilgili hiçbir yaklaşımda bulunmayın.” 

Erdoğan, Suriye’de 4 askeri hamle ve irili ufaklı askeri girişimlerde bulunmuştur; Şah Fırat operasyonu (22-23 Şubat 2105), Fırat Kalkanı Harekatı (24 Ağustos 2016 – 29 Mart 2017), İdlib operasyonu (8 Ekim 2017 – 27 Şubat 2020), Zeytin Dalı Harekatı (20 Ocak - 24 Mart 2018), Barış Pınarı Harekatı (9 – 18 Ekim 2019), Bahar Kalkanı Harekatı (27 Şubat – 5 Mart 2020). Bu askeri hamlelerle Türk ordusu, Suriye’ye işgalci bir güç olarak girmiştir. Kimseden izin almadan, resmi hiçbir kurum ya da kuruluştan icazet almadan yapılan bu girişim bir ilhak girişimidir, nitekim sonuçları itibariyle durum budur. Girdiği yerlerde işgalci emperyal girişimlerde bulunmuştur. Türk lirası geçerli kılınmış, Tük üniversiteleri talebe kaydına başlamış, Tük polis yapılanması kurumlaştırılmış, askeri ve sivil kurumlar kurularak sivil bir vali tarafından denetlenmeye başlanmıştır. İlhak siyaseti Türk askerinin girdiği alanlarda uygulanmaya başlanmıştır. Binlerce Kilometrelik alan Türkiye’nin ilhak politikasının bir unsuru haline gelmiştir. Tüm amaç Suriye’de yönetimin üç beş ay içinde yıkılacağı üzerine kurgulanmıştır. Bu vahşet geride olumlu sayılabilecek zerre kadar olumlu bir politika bırakılmamıştır.

Esad, ülkesinin başına salınan terör belasına karşı tüm gücüyle direnmiştir. Dünyanın dört bir yanından taşınarak getirilen teröristler 930 km. uzunluğundaki bu ortak sınırdan geçirilmiştir. Türkiye tam bir ev sahipliği yaparak bu uluslararası terör şebekelerini barındırıp destekleyerek Suriye’ye salmıştır. Ülkesinin tüm topraklarını savunmak üzere harekete girişmiş olan Esad, gücünün yetmediği yerlerde ise sivil güçleri silahlandırarak teröre karşı, dayatılan bu uluslararası vahşete karşı savaşmıştır.

Bu güçler arasında Kürt güçleri ve bizler Liva İskenderun-Antakya güçleri önemli yer tutar. Kürtlerin YPG’si, Kürt bölgelerinde Suriye askeri güçlerinden aldığı silah ve kendi imkanlarıyla oluşturdukları silahlarla başlattığı direnme savaşını Kobanî zaferiyle doruğuna ulaştırmıştır (26 Ocak 2015). Sonrasında kendi çabalarıyla büyük atılımlar, direnmeler yürüterek terör güçlerine kök söktürmüştür. O gün bugün, Kürtler kendi bölgelerinde, Rojava’da denetimi sağlamış, kendi güçlerinin etkinliğiyle haklı bir düzeye yükselmişlerdir. Erdoğan’ın korktuğu bu güç hala etkinliğini sürdürmekte ve Suriye’nin bir iç sorunu olarak, siyasi diyalogla sorunlarını çözme durumunda olmuştur. Bir dış gücün bu konuyu ele alması asla uygun değildir. Kürtler Rojava’da etkin siyasi askeri- ekonomik bir güçtür, bu gücü hesap etmeden hiçbir çözüm gerçekleşemez. Erdoğan’ın bu güç karşısında gösterdiği korku ve panik Esad için hiçbir anlam taşımamaktadır. Dolasıyla, Kürt sorunu bir Suriye iç sorunudur, buna kimse müdahil olamaz.

Bu sivil güçler arasında bulunan Liva İskenderun Kurtuluş Cephesi, Anavatan Suriye’nin kurtuluşu için Mukaveme Suriyyi (Suriye Direniş) örgütünü kurarak savaşa girmiştir. Genel Komutanı olarak benim yer aldığım Mukaveme Suriyyi, Sahil bölgesinde önemli zaferler kazanmıştır. Lazkiye ve Kesap’ta bölgenin temizliğini üstlendik, zaferler kazandık (14 Haziran 2014). Sınır kapısından Türkiye tanklarının vurduğu mevzilerimiz, “Ali Kiyyali” (Savaş boyunca kullandığım kod admıdır) diyerek adımı yazdıkları havan ve Grad füzelerinin baskısı altında bu zaferleri kazandık. Bu süreçte bizler Halep kurtuluşunda etkin yere sahiptik. Halep’in kurtuluşunda etkin mevziler sahibiydik. Hama, Humus bölgelerinde de mücadele ederek bu terör şebekelerine kök söktürmüş durumdayız.

Esad ülke bütünlüğünü koruma adına askeri güçlerin ve diğer sivil güçlerin de komutanıdır. Doğal olarak Türkiye’nin müdahalesi ve hırsızlıklarını en yakından bilen, bu acımasız sürecin de şahididir. Esad’ın, hala yaşamakta olduğu bu kirli saldırıların ortamında kendisiyle görüşmek isteyen bir ahlaksızın çağrısına ilişkin “net olmasını” istemesi kadar doğal hiçbir şey olamaz. Bunca zorbalık, bunca kayım olduğu bir ortamda, hiçbir şey yokmuşçasına “gel görüşelim” demek kadar utanç verici bir şey olamaz.

Bu arada Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Biz Suriye’yle gizli görüşmeler yapıyoruz” diye ortaya çıkışı, yine utanmazca bir çıkıştır. Esad buna da gerekli cevabı vermekte gecikmedi; “Türkiye’yle görüşmelerimiz açık ve nettir, hiçbir zaman gizli bir yana sahip değildir. Görüştüğümüz zaman görüştük diyoruz” diyerek Hakan Fidan’ın yalan üslubuna karşı duruş sergilemiştir. Esad doğrularıyla, onlar ise yalanlarıyla ortaya çıkıyorlardı.

Esad, “Türkiye’yle ilişkilerimiz uluslararası kurallara uygundur. Bu uluslararası ilişkiler ne gerektiriyorsa onun olması gerek. Bizim Türkiye halkıya hiçbir sorunumuz yoktur. Siyasi sorunlar kolayca hal olabilir, bu iyileştirme politikasıyla yapılır. Bizim İsrail’le olan sorumuz ise başka bir boyuttadır. Türkiye’yle ilişkilerimize benzemez. Bizim Tük halkıyla hiçbir sorunumuz yoktur, sorun siyasi hükümetle” diyerek de konuya olan yaklaşımını ortaya koydu.

Esad ile bir görüşme olacaksa bu görüşmenin ne olduğunu anladığımızda bir araya gelip koşulları tamamlayacağız. Bu buluşma gerçekleşip sonuçlar tam çıkmazsa çok kötü sonuçlara ulaşır. Bu açıdan her şeyin normal bir süreç izlemesi gerekiyor. Bu da Türkiye’nin işlediği hataları açıkça dile getirip özeleştiriyle dile getirmesine bağlıdır.

Esad, “Hiçbir ortak dostumuz Türkiye’ye kefil olmadı, Böylesi bir kefalet bizlere sunulmadı” diyerek Erdoğan’ın sözlerinin uluslararası arenada geçerliliği olmadığına dikkat çekti. Bununla da ortak dostlarımızı uyardı, “varsa kefaletiniz buyurun ortaya koyun” diyerek de açıklama getirdi.

Ayrıca dile gelen “pehlivanca” oyunlarına ilişkin de, Türkiye’den dile gelen görüşmeler ikirciklidir, bu açıdan “pehlivanca” yapılan farklı görüşmeler olmaktadır. Bu açıdan sözler birbiriyle tutarlı olmalıdır. Tutarlı olmayan görüşler sonuç getirmez tersine sonuçlara zarar verir.

Sınır güvenliğiyle ilgili ortaya konulan meselelere ilişkin Esad, “Sınır güvenliği 2011’de ne ise bugünde istenilen odur. O zamanlar nasıl bir güvenlik mevcut oduysa bugünde aynıyla sürebilir. Bunun abartılı yanı olmamalıdır” anlamında cevap verdi. Sınır güvenliği, sınırlar ihlal edilerek sağlanmaz. Her ülke kendi sınırını sağlam tutukça bu sorun çözülür. Ayrıca bir çözüme gerek kalmaz.

Bütün bunlar Esad- Erdoğan ilişkisinin nasıl da zor bir ilişki olduğuna işaret eder. Bir yalancı hokkabazın, yaptığı bunca ahlaksız ve canice işlerin hiçbirinin olmadığı gibi davranarak “görüşme” talep etmesi kabul edilebilir bir şey değildir. Bu açıdan bakınca, daha birçok şeyin pratikte değişmesi gerekmektedir. Bu pratikleşme çabaları alttan alta yapılan görüşmelerce çözülebilir. Esad’ın bu büyük dönüşüm olmaksızın Erdoğan’la görüşmesi mümkün görünmüyor.

Putin ve İran’ın buluşturma çabaları ya da baskıları Esad’ı böylesi bir adımı atmaya zorlayamaz. Bu baskılar sonuç getirseydi bunca lafa gerek kalmaz buluşma çoktan gerçekleşirdi. Esad, ülkesine ve halkına karşı büyük ahlaksızlık örneği gösteren Erdoğan’ı devletler politikası gereği görüşmeye yatkın olsa da pratikte iyileşmeye tanıklık yapmadan asla görüşmeyecektir.

Erdoğan, aymazcasına yakıp yıktığı Suriye gerçeği ortada dururken kalkıp “Bizler ailece görüşüyorduk, öyle kararlar veriyorduk, şimdi de bu gerçekleşebilir“ gibisinden sözler sarf etmektedir. Esad’ın bu tür kalpazanca sözlere dönüp vereceği bir cevap olmayacaktır. Geçmişe gömülen iyi veriler, bugün çok farklı verilerin ışığı altıda hiçbir değere sahip değildir. Geçmişin iyi yanları uzun yılardır süren Suriye savaşında hiçbir değeri görülmemişken şimdi, Suriye zafer kazanınca dile getirilmesi sadece kalpazanca bir davranıştır. Anlamı ve mahiyeti sıfırdır.

Erdoğan hayasız biridir. Önerdiği hiçbir önerinin arkasında durmayacak bir kalpazandır. Bugün sözünü ettiği hiçbir şeyi yarın olduğu gibi kabul etmeyecek kadar hayasız bir yalancıdır. Bu açıdan bakınca “gel görüşelim” tezi tamamen anlamsız, içi boş, her şeyi kapsayacak ve aniden her şeyi ret edecek soyutlukta bir tezdir. Bu açıdan bakınca Esad, haklı kaygılarla “gel görüşelim” önermesini ele alarak “Boş sözdür, ne demek istenildiği belli değildir” diyebilmektedir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.