Hatay davası: 5 Temmuz 1938
Mihraç URAL yazdı —
- Liva İskenderun ve Antakya’nın (Hatay) Fransızlar ve Türkiye’nin gaspçı iradesiyle ilhak edilişi hiç unutulmadı. Deprem öncesi ve sonrası bu gaspçı irade Hataylıların günceli olmaya devam ediyor.
Deprem Liva İskenderun ve Antakya’yı yıktı. Ancak bu yıkım taşlara, betonlara oldu. Bunun ötesine olmadı. Tarihte benzer yıkımları çok odu. Ancak bu toprakların iradesi hiç yıkılmadı. Liva İskenderun ve Antakya’nın (Hatay) Fransızlar ve Türkiye’nin gaspçı iradesiyle ilhak edilişi hiç unutulmadı. Deprem öncesi ve sonrası bu gaspçı irade Hataylıların günceli olmaya devam ediyor.
Hatay’ı işgal, 5 Temmuz 1938’de emperyalist mandacı Fransa’nın icazeti, 2500 askeriyle kurmay Albay Şükrü Kanatlı komutasında başladı. İşgal kararı, Hatay halkı tarafından alınmadı. Bu karar Fransa ve Türkiye’nin gayrimeşru kararıydı.
23 Haziran 1939 Deklarasyonuyla da ilhak ettiler. Bu girişimlerin tümü uluslararası kanunlara aykırıydı. Bu gerçeği dün olduğu gibi bugün de, ilgili tüm Türk devlet adamları bilmektedir ve bir gün Suriye’nin uluslararası adalet divanına yapacağı bir şikayetle bu gayri meşru süreci sona erdirebileceği uyarısını işlemektedirler. (Bkz.. İsmail Soysal Belleten). Zamanın BM’si olan Cemiyeti Akvam da TBMM’nin sunduğu “Hatay’ı ilhak kararı”nı, iç tüzük 18. madde hükmü ve 1920 San Remo Mandeterlik anlaşması 4. Madde gereği onay listesine almamıştır. Yani bu ikili deklarasyonu (23 Haziran 1939 Fransız-Türk deklarasyonunu) uluslararası hukuka aykırı görüp, gayri meşru olduğu gerekçesiyle reddetmiştir. O gün bugündür Liva İskenderun (Hatay) davası gayri meşru işgal ve ilhak altında inlemeye devam etmektedir. Hatay’ın anavatanı Suriye’dir, ezelden beri böyle idi böyle kalacaktır.
Bu davanın çözümüne gelince, acelemiz yok. Sabırla kahırla tarihin gerçeklerini ve haklı davaların taleplerini anlatacağız. Arkasında halkın durduğu hiçbir davayı hiçbir güç tarihten silemez. Biz de haklı davamızın arkasında durmaya devam edeceğiz. Aradan 80 küsur yıl geçti, Liva İskenderun davasının sesi adım adım ilerlemekten bir an bile geri kalmadı. Eli kanlı diktatör Erdoğan’ın Suriye politikasıyla ortaya çıkan gaspçı yayılmacı Yeni Osmanlıcı hayalleri, Suriye halkını kanlı kıyımdan geçirdikçe Hatay halkı anavatan sevgisine yeniden artan oranda kavuştu. Tarihi gerçeklerin yanı sıra ulusal bağlarıyla, dil birliğiyle, gelenek görenekleriyle anavatan Suriye müdafaası bir ahlak, bir vicdan, bir hak savunusu halini aldı. Buna onurlu Türk halkı da etkin biçimde katıldı. Eli kanlı diktatör Erdoğan’a oy verenler bile “Suriye’de işimiz ne?” diyerek tutum ortaya koydu. Şimdi diktatörlük son günlerini yaşıyor, seçimlerle gitmezse kanlı olaylara yol açarak ama hezimetle sonuçlanan kirli girişimleri hezimete uğrayacaktır. Bu ise bölgenin tüm halkları için en hayırlısı olacaktır. Hatay davası, işte bu gerginlikler ve çözülmeler sürecinde halkının isteği doğrultusunda kendi çözümüne kavuşacaktır.
Biz kararlı irademizle bu mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceğiz. Bu bayrağı gelecek kuşaklara taşıyacağız ama yorulmayacağız, bıkmayacak, teslim olmayacağız. Yeni Osmanlıcı yayılmacılıkla tüm komşularını hatta Libya’yı kana bulayan bu serseri talancı yayıldığı alanlarda erirken hezimet içinde kendi halkına ve ülkesine kara bir leke sürmüş olacaktır. Osmanlıya ne olduysa yeni Osmanlı da aynı akıbeti yaşayacaktır. Anadolu’nun üzerine çöken bu ruh hastası serseri maceracı güruh, yerli halkların uygar gücüyle yere serilecektir. Bu noktada uygarlığın gücünün, güç uygarlıklarını nasıl da hezimete uğrattığına tanık olacağız.
Hatay davası işte bu denklemlerin davasıdır. Sonucu şimdiden görüyoruz. Türkleşmiş onursuz Araplara müjdemiz de budur. Onurlu hak ve vicdan sahibi Türk kardeşlerimizle omuz omuza bu toprakları despotlardan kurtararak Türk halkına barış ve sevgi müjdesini sunacağız.
Hatay’ı bin bir oyun, Fransızlarla bin bir pazarlık sonucu ilhak ettiler. İki seçim oldu, ikisini de Suriyeli olma bilinci kazandı. Ama geldiler ordularıyla halkın bağımsız iradesini ve sonuçlarını ayaklar altına alıp seçimleri yok saydılar ve atama yaptılar. 5 Temmuz bu yıkımın, bu ilhakın asker botlarıyla ezildiği gündür. 2500 askeriyle kurmay Albay Şükrü Kanatlı komutasında Hatay’a ayak basan işgalciler, 23 Haziran 1939 Fransız-Türk deklarasyonuyla ilhaka yöneldiler. Bu, 1920 San Remo Mandaterlik anlaşmasının 4. Maddesine aykırıydı.
Madde 4: aynıyla "Mandaterin Suriye ve Lübnan topraklarının tümü ya da bir bölümünü vermesi ya da kiralaması, ya da yabancı bir devletin denetimi altına bırakmaz” diyen hükmü çiğnenmişti. Fransızlar II. Dünya Savaşı hazırlıkları çerçevesindeki telaşlarıyla gayri meşru bir deklarasyonu Türkiye hükümetiyle bağlamış ve Hatay’ı ilhak etmişti. Türk hükümeti telaşla bu deklarasyonu zamanın BM’si olan Cemiyeti Akvam’da (Milletler Cemiyeti) geçirerek onaylanması için göndermişti. Ama Milletler Cemiyeti bu ikili anlaşmayı mandaterlik anlaşması, San Remo’nun 4. maddesine aykırı bularak onaylamayı reddetmişti.
Böylece 1939’dan bu yana uluslararası anlaşmalar gereği Hatay ilhakı gayri meşru olmaya devam etmektedir. O gün bugün bu durum sürmekte ve Hatay halkının bağımsız iradesi ayaklar altına alınmaktadır. Bugün olmazsa da yarın bu toprakların Suriyeli evlatları ilhaka karşı davalarını bir biçimde kazanarak bu toprakların kimliği ve siyasal iradesini yeniden şekillendirecektir. Ünlü ata sözümüzün dediği gibi arkasında halkın durduğu bir davayı hiçbir güç yenilgiye uğratamaz.
Sen yeter ki bugünü unutma… Hatay gençliğine emanet ettiğim bu algı ve duruş özgürlüğümüzün ve ilhaktan kurtuluşumuzun teminatıdır.