Tarihi büyük yalan

Mihraç URAL yazdı —

  • Bahçeli, söylevlerini Erdoğan adına, onun iktidarı adına ve gelecekte sürekli gündemde kalıcı olan iktidarları uğruna dile getiriyordu. Erdoğan’ın geçmişin “çözüm süreci” önerilerinde açığa çıkan yüzü, artık Kürtlerce anlaşılmıştı. Bunun için bir kez daha Erdoğan’ın yapabileceği bir çağrı olmayacaktı. Bahçeli bu rolü oynuyordu.

MHP Genel Başkanı Bahçeli 1 Ekim 2024 tarihi itibariyle Meclis açılışında DEM parti sıralarına gelerek onlarla merhabalaştı. Ortam gereği bu merhabayı “Milli Birlik” adına yaptığını, ülke bütünlüğü için bu adımı attığını ifade etti. Ortam birden kaynamaya başladı. Bahçeli diye bilinen o katı adam gelip merhabalaşmaktan ne bekliyordu? Oysa Bahçeli, daha dün DEM’e merhaba diyenlerin terörist olduğunu söyleyip duruyordu. DEM Parti'ye ağır suçlamalar yöneltiyordu. Bahçeli, CHP’lileri, DEM Parti'yle yakınlaşması üzerine "vatan hainleri" gibi sıfatlarla suçlamaktaydı. Ülke bütünlüğüne karşı en büyük tehdit olarak da DEM Partilileri görüyordu. Ne oldu da bugün gelip merhabalaşarak yeni bir 'çözüm süreci’ni başlatıyordu? Erdoğan yerine Bahçeli mi geçmişti? Sorular soruları takip ediyor.

Bahçeli, kolay kolay bu dönüşümleri yapmayan bir siyasetçiydi. Ama zaman değişikti, roller de ağır ağır değişmeye başlamıştı. Bölgemiz savaş ortamları nedeniyle kaynıyordu, İsrail, bölgede yarattığı dehşet görüntülerle bölgenin tüm alanlarında korku salıyordu. Bu aralar Türkiye’de Anayasa değişikliği zorlamaları ile Cumhurbaşkanlığı seçim gündemi de yaklaşıyordu. Bu veriler Kürt halkının seçimlerdeki rolünün çok daha önemli olduğu gerçeğine vurgu yapıyordu. Son seçimlerde görüldü ki, Kürt oyları Türkiye siyasal sahnesinin temel belirleyicileri olarak görülüyordu. Kürtleri kazanmadan hiçbir kazanç mümkün görülmüyordu. Kürt halkı ve onun siyasal temsilcileri Türkiye’nin siyasi kaderinde temel rollere sahipti ve bunu görmeyen gözler zarardan kurtulamayacaktı.

Erdoğan Kürt halkını uzun zamandır kandırmaya çalışan bir siyasetçiydi. İktidara geldiğinde "çözüm süreci" diye adlandırılan bir süreçte oylarını kendi hanesine çekmeye çalışmıştı. Her seferinde kazanan oydu, kaybeden ise Kürt halkı olmuştu. Üstelik öylesine büyük bir zarar verdi ki, tarihsel olarak Erdoğan bir çözüm süreci öneremezdi, böylesi bir önermeyle Kürt halkına gidebilecek adım atamazdı. Bahçeli bu süreçleri çok yakından takip eden bir siyasetçiydi. Erdoğan’la bu konuları konuştu mu, konuşmadı mı bilinmez ama süreci iyi takip eden Bahçeli, bu adımı kendisinin atmasından başka bir çaresi olmadığı sonucuna varmıştı. Bu adım da işte bu merhabalaşma faslı olarak ilk belirtisini ortaya koymuştu.

Bahçeli, bu merhabalaşmaya ek süreçler de yerleştirdi. Bölge ortamının vahim sonuçlarına dikkat çekerek “Milli Birlik” fetvasını ileri sürdü. “Milli Birlik” söylemi herkesçe ortaklaşa söylenecek bir söylev idi. "Milli Birlik” söylevi daha çok Türk milliyetçiliğine ait bir çağrıydı. Bu çağrı asla Kürtleri tanımlamaz ancak birlik çağrısı yaptığı için Kürtlerin de tepkisini çekmeyeceğini düşünüyor olmalıydı. Yani Kürtler için de ortak bir kavram olabilirdi. Bahçeli bu nedenle kendisinin de kabul sınırları içinde olacak bu yeni kavramı öne sürüyordu. Ortada bir vatan vardı, bu vatan da hepimize aitti, bu vatanın birliği hepimizi ilgilendiriyordu. Bu durumda “Milli Birlik”ten söz etmek yanlış sayılmayacaktı.

Bahçeli bu kurnazlıkları bilen biriydi ve Kürtlerle yakınlaşma için söylenebilecek bu sözleri merhabalaşmanın ardından dile getiriyordu. Bir çözüm süreci miydi ortaya atılan bu merhabalaşma, bir geri adım mıydı? Bu vahim soruları gidermek için de yeni ataklar denemekten çekinmedi. Öcalan’a çağrısını yayınladı “Gel örgütünü tasfiye et, silahtan arındır” çağrısını yaptı. Yani ayak altına alınacağı hesabıyla bu adımları atmaya başladı. Yani o, Kürtlere “gelin” diyordu, “yapacağınız her şey bize aitti ve bizim alandaydı.”

Bahçeli, Türk siyasal tarihinin en büyük yalancısıydı, en muhterif ve en kaba yalanını söylüyordu. Bu söylevlerini de Erdoğan adına, onun iktidarı adına ve gelecekte sürekli gündemde kalıcı olan iktidarları uğruna dile getiriyordu. Bu ikili öylesine anlaşmalıydı ki özelde bir araya gelip konuşmasalar bile, yaptıkları ve attıkları adımlar birbirlerinin çıkarlarını temsil ediyordu. Bahçeli'nin söylediği tüm sözler birer yalandı ve iki yüzlüydü. Erdoğan’ın gelecek Cumhurbaşkanlığı seçimi için atılan birer adımdı. Onun için bu çabalar sarf edilmektedir. Bahçeli’nin, Erdoğan’a “sen bizim başımızda kal, bize yeter de artar” sözünün pratikteki merhabalaşmanın ana güdüsüydü. Erdoğan’ın geçmişin “çözüm süreci” önerilerinde açığa çıkan yüzü, artık Kürtlerce anlaşılmıştı. Bunun için bir kez daha Erdoğan’ın yapabileceği bir çağrı olmayacaktı. Bahçeli bu rolü oynuyordu.

TBMM kapalı oturumunda dile gelen 'İsrail’in Türkiye’ye savaş açacağı' ihtimali üzerine yoğunlaşan söylemler, Kürtlerle daha yakın olma, daha içten davranmayı gerektiriyordu. İsrail’in Türkiye’ye saldıracağı ifadeleri sadece bir ihtimaldi, üstelik bu ihtimal çok uzaklardaydı. İsrail, Lübnan güneyine adım bile atamamışken bu ihtimalin oluşması çok güçtür. Ancak o ilkel akıllar bu ihtimali bugünden yarına olası ihtimal olarak sunmaktadır. Bu yalan söylemden “Milli Birlik” çağrısını oturtmak, sadece Kürtleri aldatmak içindir, Kürtlerin saflarını kendi denetimleri altına almak içindir. Kürtler bu gerçeği iyi biliyorlar, bu oyuna gelmeyecek kadar da deneyleri olmuştur. Kürtler tarihin yarattığı bu fırsatta ulusal özgürlükleri neyi gerektiriyorsa o tarzda davranacaklardır. Ne Bahçeli’nin büyük yalanlarına ne de onun arkasında duran Erdoğan’ın kazanmalarına geçit vermeyecektir.

İsrail, bu aralar kendi derdindedir; ne Gazze’yi bitirebildi ne de Filistin’in diğer alanlarını bitirebildi. Hal böyle iken bir de Güney Lübnan meselesi gündeme geldi. Güney Lübnan öyle kolay lokma değildir. Burada 14 Temmuz - 14 Ağustos 2006 tarihli savaşı hatırlamak gereklidir. Bu savaşta İsrail hezimete uğramıştı. Bu savaşın intikamını da almayı düşünen İsrail, burada da ezilecektir. Ama buradan kurtulabilirse söylenecek çok söz, yapılacak çok eylem bulunmaktadır. Güney Lübnan çıkmazı aşılırsa İsrail’in saldıracağı ilk yer Suriye olacaktır. Suriye toplum olarak buna hazırlıklıdır, tüm gücüyle anavatan savunması yapacaktır. İsrail saldıracakken Türkiye’nin yapması gereken şey, Suriye topraklarından askerlerini çekmek olmalıdır. Meclis kapalı oturumunda bu gerçekler ele alınmalıydı. Suriye’de asker bulundurmanın hiçbir anlamı yokken Türkiye’nin ısrarı İsrail’e kolaylık sağlamaktadır. Bu açıdan ele alınınca Türkiye’nin baştan beri Suriye politikaları yanlışken ve bu politikalarıyla İsrail’e hizmet sunmuşken, Kürtleri kandırmanın yollarını denemesi boşuna bir çabadır. Türkiye siyasal yönetimi, Erdoğan ve Bahçeli iktidarlarının yönettiği bir alan olarak İsrail’e sunulmuş birer hediyedir. Şu ana kadar 50 kalem malda ticareti farklı ülkeler üzerinden İsrail ile devam ettiren, ülkedeki ABD ve NATO askeri üslerini İsrail'in hizmetine sunmuş olan Türkiye’nin İsrail’le savaşacağı falan yoktur. Yalan burada da kendini en açık şekilde yansıtmaktadır.

İktidar Türkiye’de sallantıdadır. İlk seçimlerde hezimete uğrayacaktır. Bu hezimetin temelinde Kürt oyları rol alacaktır. Bunu anlamak için uzaklara gitmeye gerek yok. İstanbul seçimlerinde Kürtlerin oynadığı rol açıktır. Bu durum Türkiye genelinde de aynıyla geçerlidir. Kürtlerin oyunu alan güçler Türkiye siyasal iktidarının da sahibi olacaktır. Hesaplar ona göre ayarlanıyor, ona geri şekilleniyor. Bahçeli’nin yaptığı bu çıkışın tek anlamı vardır; o da Kürt oylarını kapmaktır. Kürtler ise bu oyunları ve boş söylevleri ciddiye almıyor. Yaşadığı tecrübelere bakarak ulusal özgürlük hedeflerinin gerektirdiği birlikteliğe ve doğru söylemlere kucak açacaktır. Ve Bahçeli’nin oyundan başka anlamı olmayan sözlerini ve davranışlarını önemsemeyecektir. Bahçeli’nin tarihsel misyonu olan faşist ideoloji temsilciliğini unutmadan bu soytarının söylevlerini ve davranışlarını bilerek hareket edecektir. Benim üzerinde durduğum hassas noktalar bunlardır. Kürt halkına güvenim de tamdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.