İhlallerin kaynağı İmralı'dır

  •  Cezaevlerinde artan ihlallerin İmralı tecridinden kaynaklandığını belirten MED TUHAD-FED'den avukat Yusuf Çakas, tutsak ailelerinin etrafında kenetlenmesi çağrısı yaptı.

 

Avukat Yusuf Çakas, cezaevlerinde değişim dönüşüm sağlanmadığı sürece Türkiye’de ciddi bir demokratikleşme adımını beklememek gerektiğini söyledi.

Yeni cezaevlerinin bir seçim vaadi haline geldiği AKP iktidarında, Adalet Bakanlığı verilerine göre kapasitesi 289 bin 974 kişi olan 407 cezaevinde, 341 bin 497 kişi bulunuyor. Her gün yeni ihlallerle gündeme gelen cezaevlerinde, başta tahliyeleri engellenen ağır hasta tutsakların sağlık hakkı engelleniyor. Cezaevlerinde sistematik hala gelen koğuş baskınları, sağlık hakkına erişimin engellenmesi, disiplin cezaları gerekçesiyle iletişim hakkının engellenmesi, tutsakların yaşadığı başlıca ihlaller arasında yer alıyor. MED Tutuklu Hükümlü Aileleri Hukuk Dayanışma Dernekleri Federasyonu’ndan (MED TUHAD-FED) avukat Yusuf Çakas, cezaevlerinde artan ihlallerin nedeninin İmralı Adası’nda uygulanan tecridin sonucu olduğunu belirterek, tecrit halini ortadan kaldırmadan cezaevlerindeki hak ihlallerinin önünü almanın mümkün olmadığını kaydetti.  

'Yok etme' politikasıdır

Türkiye’deki hapislik halinin diğer demokratik ülkelerden farklı olduğunun altını çizen Çakas, “Türkiye ve benzeri ülkelerde kapatılmanın temel amacı, muhalifleri, siyasileri, kendinden olmayanları, tehdit olarak görüp ‘yok etme’ politikasıyla hareket ediliyor” dedi. 

Yaşam alanlarına saldırı

Birçok cezaevinde koğuş baskınları, eşyaların dağıtılması gibi uygulamaların “provokasyon” yaratacak şekilde arttığını ifade eden Çakas, şöyle devam etti: “Cezaevlerinde bulunan odalar birer yaşam alanıdır. Orada tutsaklar yemek yer, kitap okur, film izler, hayal kurar, düşüncelere dalar. Sürekli bu odalara baskın yapmak suretiyle tutsakların yaşam alanlarının taciz edilmesi söz konusudur. Haftanın 7 günü güvenlik gerekçesi olamaz. Bir güvenlik kaygın varsa usulüne göre gider, yaşamı, eşyaları dağıtmadan ve zarar vermeden aramanı yaparsın. Her gün gider arama yaparsan bunun adı güvenlik gerekçesi değil bunun adı taciz olur.”

Şartlar hastalık üretiyor

Cezaevlerinin şartları nedeniyle hastalık ürettiğini dile getiren Çakas, tutsakların yeterince güneşten faydalanmadığını, havalandırmaya yeterince çıkarılmadığını; yemeklerin yetersiz, kalitesiz olduğunu söyledi. Tutsakların aylarca revire çıkarılmadığını ve hastane sevkinin yapılmadığını belirten Çakas, hastaneye götürülenlerin ise kelepçe dayatması nedeniyle tedavi olamadığını kaydetti. 

Avukat Yusuf Çakas

Özel bir politika

Hasta tutsakların “özel bir politika” ile tahliye edilmediğini dile getiren Çakas, Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) “cezaevinde kalabilir” raporu verdiği ve yaşamını yitiren ağır hasta tutsakları hatırlattı. Hasta tutsakların tahliyesinde sadece ATK’nin “cezaevinde kalamaz” raporu vermesinin yeterli olmadığını vurgulayan Çakas, “ATK ‘cezaevinde kalamaz’ dese bile toplum güvenliği meselesi ortaya çıkıyor. Düşünün siz ölüm sınırındayken, ‘cezaevinde kalamaz’ raporu alıyorsunuz ama öte yandan emniyetin yazısıyla kanunun bu düzenlemesi de yok oluyor” diye konuştu.

Objektif ve bilimsel değil

Cezaevlerinde son dönemlerde en fazla ihlallere neden olan durumun da 1 Ocak 2021'de yürürlüğe giren İdare ve Gözlem Kurulları’nın verdiği kararlar olduğunu anımsatan Çakas, “Bu kurullar, objektif ve bilimsel yaklaşım yerine, tamamen sübjektif, ‘pişman mısın?’ gibi farklı yönlendirici sorular soruyorlar. Sistematik bir şekilde içerde hak ihlalleri var” dedi. 

Demokratikleşmenin yolu

“Öncelikle tüm sivil toplumun ve siyasi partilerin tutsak aileleri etrafında kenetlenmesi gerekiyor” diyen Çakas, şunları ekledi: “Tarafsız kurum ve avukatların cezaevlerine gidip gözlem yapmalarının önü açılmalıdır. Cezaevlerinde yaşanan sorunlar nelerdir? İnfaz kurullarının aldığı kararların hukuki boyutu nedir? Türkiye’de demokratikleşmenin yolu cezaevlerinden geçiyor. Bu kadar baskının ve hukuksuzluğun olduğu bir alanda değişim dönüşüm sağlanmadığı sürece, Türkiye’de ciddi bir demokratikleşme adımını beklememek gerekiyor.”  AMED

İHD Merkezi Hapishaneler Komisyonu Eşsözcüsü ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) Üyesi Nuray Çevirmen

Toplum cezaevlerine sessiz

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a dönük ağır tecrit ve mutlak iletişimsizlik halinin, tüm cezaevlerine sirayet ettiğini söyleyen İHD Merkezi Hapishaneler Komisyonu Eşsözcüsü ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) Üyesi Nuray Çevirmen, cezaevlerinde tecridi katılaştıran uygulamaların devrede olduğunu kaydetti. Nuray, toplumun genelinin cezaevlerindeki ihlallere ve tecrit durumuna sessiz kaldığı eleştirisinde bulundu.

JINNEWS'ten Dilan Babat'a konuşan Çevirmen, İmralı Cezaevi’nde aile, avukat, telefon, haberleşme haklarının yok sayıldığını hatırlatarak, “Tüm bu haklar, Türkiye’nin anayasasında garanti altına alınmış, Türkiye’nin imza atmış olduğu uluslararası sözleşmeler kapsamında da cezaevinde tutulan kim olursa olsun haklar bağlamında tüm bahsettiğimiz görüşme, iletişim ve avukat görüşmelerinin sağlanması gerekiyor. Ne yazık ki Türkiye, kendi hukuksal normlarına karşı da bir süreç geliştiriyor. Yapılan tüm itirazlar reddediliyor. Uzun bir süredir katı tecrit durumu devam ediyor. Türkiye’nin kendi anayasası ve hukuksal normlarına uygun olarak bu tecrit sistemini kaldırması gerekiyor” dedi. 

F tiplerini de geçti

Toplumsal alandaki baskıların cezaevlerinde de devam ettirildiğini kaydeden Çevirmen, “Katı tecrit mekanizmalarının yaklaşık üç yıldır daha fazla arttığını gözlemliyoruz. Özellikle yüksek güvenlikli hapishaneler ve S Tipi hapishanelerde çok yoğun tecrit uygulaması var. 2000’li yıllarda F Tipi cezaevleriyle ilgili bir insanlık ayıbı olarak nitelendirilen ve bununla ilgili mücadele verilen hapishaneler, şu anda yüksek güvenlikli ve S Tipi Kapalı hapishanelerin yanında daha iyi konumda kaldı. Yüksek güvenlikli hapishaneler, F Tipi hapishanelerin önüne geçerek, hak ihlallerinin odağı olmuş durumda. Mahpuslar, günde bir saat havalandırmaya çıkarılıyor, diğer tüm saatleri tek bir odada geçirmek zorunda kalıyor. Bu hapishanelerde güneş ve havanın girmesi için pencereler de tor denilen ağlarla kapatılmış durumda. Herhangi bir iletişim hakları yok” şeklinde konuştu. 

İhlaller artıyor

Cezaevlerinin, kişinin sadece özgürlüklerinden mahrum bırakılan ama diğer insanlarla eşit haklara sahip olduğu yerler olduğunu hatırlatan Çevirmen, şöyle devam etti: "Ancak hapiste tutulmanın da ötesinde çeşitli ihlallerle, hakların yok sayılmasıyla hapishane içerisinde tecrit sistemleri de uygulanarak çeşitli haklardan yoksun bırakılıyorlar. Tecrit dediğimiz sistem, yeni yasa çerçevesinde dayanışma amacıyla gönderilen paralar, ‘örgüt finansmanı’ olarak değerlendirilerek soruşturma açılıyor. Oysa mahpuslar, yoksul insanlar, hapishane dediğimiz yerler, ticarethaneye dönmüş durumda. Kantin fiyatları çok yüksek, kullandıkları elektrik bedelini ödemek zorundalar. Yedikleri yemeğin bedelini aileleri ya da vasileri tarafından karşılanması için fatura gönderiliyor. İhtiyacı olan kıyafet, iç çamaşırı, bere gibi birçok şey kantinden almak zorunda bırakılıyorlar, aileler gönderdiğinde ise kabul edilmiyor. Bugün bir kart atmak istediğinizde 10 TL’ye mal oluyor, iç içe mektup atıldığında bu bile kabul edilmiyor. Posta fiyatları ya da ileti gönderme fiyatları yüksek olmasına rağmen mahpuslar buna zorlanıyor. Çoğu mahpusun ekonomik durumu iyi değil. Ailelerin durumu iyi olmadığı için görüşe gelemiyorlar. Tüm bunları iç içe koyduğumuz zaman tecridin ayaklarını teşkil ediyor. Pek çok hak ihlali bir araya gelince tecridi oldukça katılaştıran ve dayanılmaz hale getiren bir sistem inşa ediliyor.” 

Cezasızlık ihlalleri de getiriyor

400’ün üzerinde açık ve kapalı olmak üzere bir cezaevi sistemi olduğunu dile getiren Çevirmen, “Bu kadar çok hapishanenin ve mahpusun olduğu yerde cezasızlığın olduğu noktada ihlaller kaçınılmaz olur. Hasta mahpusların durumu oldukça kötü. Hapishanelerden sürekli olarak ölüm haberleri alıyoruz. Pek çok şüpheli ölüm var. İntihara sürüklenmeler, işkenceler var. Bunlarla ilgili şeffaf, açık bir soruşturma süreci yürütülmüyor. İşkence ve kötü muamele yasağını ihlal edenlerle ilgili herhangi bir yaptırım duyamıyoruz. Ne yazık ki bu durum toplumda normalleştiriliyor. Hapishanelere giren, çıkan, denetimli serbestlik, tüm bunları iç içe koyduğumuz zaman kontrol altında tutma mekanizması ve güvenlikçi politikalar toplumun her kesimini içine alıyor ama toplumun geneli bu sorunlara karşı sessiz” dedi. 

Ağır hastalar tahliye edilmeli

Hapsetme rejiminden vazgeçilmesi çağrısında bulunan Çevirmen, şöyle konuştu: “Hapsetme rejiminden vazgeçilmediği sürece lokal iyileştirmelerle bir sonuç alınamaz. Bunun yanı sıra hasta mahpusları tedavi imkanlarının sağlanması, ağır hasta mahpusların mutlaka tahliye edilmesini talep ediyoruz. Mahpusların insan onuruna yaraşır bir yaşam sürmeleri için mutlaka bu cezasızlık politikasından vazgeçilmeli. Hapishaneler, sivil toplum örgütleri ve meslek örgütlerinin denetimine açılmalı. Türkiye hem imza atmış olduğu sözleşmelere ve hukuksal normlara uymak durumunda. Böyle bir mecburiyeti var. İnsan onuruna yaraşır bir yaşam, herkesin hakkıdır, mahpusların da hakkıdır.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.