Kürdistan’da özel savaş rejimi
Sara AKTAŞ yazdı —
- Beyaz-Yeşil-Kara Türk Faşistleri Kürt soykırımı için uzlaşmış ve topyekün bir şekilde harekete geçmiştir.
Faşist Türk devletinin Kürt özgürlük hareketine karşı; özel savaşın üç saç ayağı olan; gayri nizami harp, darbelerle istikrar hareketleri ve psikolojik savaşı bir arada ve tüm şiddetiyle devreye koyduğu ve buna karşı devrimci bir mücadelenin çok yönlü verildiği bir dönemden geçiyoruz. Bilindiği gibi özel savaşla egemenler bir yandan her türlü kirli askeri yöntemlerini kullanmakta bir yandan da öldürerek, işkence ederek, komplolarla, çarpıtmalarla, yalan haberlerle toplumun iradesini teslim almayı hedeflemektedir. Tıpkı Türk devletinin önce Başûr Kurdistan’ına yönelik işgal saldırılarını her türlü kirli savaş yöntemini kullanarak devreye sokması ve burada çakılıp kalınca da Tayyip Erdoğan’ın diliyle Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük halihazırda sürdürdüğü saldırıları derinleştirme kararını açıklaması gibi. Dolayısıyla Türk devletinin özel savaş stratejileri devletin resmi ideolojisi olarak yürütülmektedir. Nitekim Faşist Türk iktidarı geldiğimiz evrede bir rejimin özel savaş stratejileri üzerinden şekillenip sonrasında rejimin kendisine dönüşmesinin en barbar biçimini almış durumda.
Bu bakımdan Kürt özgürlük mücadelesine karşı faşist Türk devletinin çok boyutlu geliştirdiği saldırıların tümünü iktidarın sadece güncel kimi kaygıları ve politikalarıyla açıklamak yetersiz kalacaktır. Dolayısıyla bir rejimin kendisinin özel savaş aygıtına dönüşmesi, üzerinde yükseldiği temel ve devraldığı yönetim mantığıyla yakından bağlantılıdır. Zira Türk devlet iktidarı Osmanlıdan devraldığı “katlet vaciptir” fermanlarını ve ittihat terakkinin komplocu mantığını kuruluş yıllarında resmi bir programa dönüştürüp, 1960’lı yıllarda dünya faşist diktatörlerinin deneyimleriyle karmış bir iktidardır. Zira bugün Kürdistandaki vahşi savaşta kullanılan tüm kirli savaş yöntemleri askeri alandan ekonomiye, siyasi soykırımdan kültürel soykırıma kadar tamamen bu özel savaş rejiminin toplumu teslim alma ve özgürlük mücadelesini yok etme amacına yönelmiştir. Hatırlanırsa Çin Devrimi’nin önderi Mao, “Halk denizdir, gerilla balıktır” diyerek gerillanın halkı örgütlemesi durumunda onun derinliklerinde gizlenebileceğini ve savaşabileceğini ifade etmişti. 1949’da NATO bünyesinde ve ABD öncülüğündeki özel savaş kuramcıları ise, “Halk deniz, gerilla balık ise o halde suyun veya denizin vasfını değiştirmek gerekir” demiş ve özel savaşın teorisini sistemlileştirmişlerdi. Bu bakımdan özel savaşın askeri alanda kirli yöntemler kadar esas olarak toplumun özgürlük mücadeleleriyle bağını koparmaya odaklandığını bir kez daha hatırlamakta yarar var. Halkı her türlü şiddet ve işkence yöntemiyle sindirmek ve iradesini teslim almak, bunu başaramadığında ise katletme en yaygın olarak kullanılan yöntemlerdir. Örneğin son olarak Maxmur’da, Şengal’de, Rojavada, Başûr Kürdistanında sivil halka yönelik saldırılar tamda bu yöntemlerin açık kanıtıdır.
Önder Apo, “Darbe Mekaniğinin” Türk devlet sisteminin kuruluş ilkesi haline geldiğini söylerkende bu gerçeğe dikkat çekmiştir. Zira Ortadoğu’da hegemonik güçlerin jandarması olarak tasarlanan Türk devleti, bu mekanik üzerinden hem kontrol edilmekte hemde bu sayede özgürlükçü çıkışlar bastırılarak, askeri ve sivil bürokrasinin hegemonyası sürekli kılınmaktadır. Özel Harp dairesi, JİTEM, Ergenekon gibi farklı adlarla tanımlanan bu yapılar özel savaşın derin devlet yapılarını oluşturmaktadır. Geldiğimiz evrede faşist Türk devleti özel savaşın bu yapılarını olabildiğince kullanmaktadır. 27 Nisan 2007 Muhtırasından, en son 15 Temmuz 2016 darbe girişimine kadar sürekli bu mekaniği tahrik etmiş ve çıkan sonuçları kendine basamak yapmış, 2014’te ise “Çöktürme Eylem Planı” ile bir yol haritasına bağlamıştır. Ne yapılan işkenceler, ne gerçekleştirilen tutuklamalar, ne son saldırılar ve en önemlisi İmralı’da derinleştirilen tecrit, bu yol haritasının dışında değildir. Beyaz-Yeşil-Kara Türk Faşistleri Kürt soykırımı için uzlaşmış ve topyekün bir şekilde harekete geçmiştir. AKP-MHP iktidarı, ise bu özel savaş için devletin zaten var olan kirli yapılarını yeniden örgütlemiştir. SADAT ve Osmanlı Ocakları gibi gayri resmi çete örgütlenmeleri, bu çerçevede inşa edilmiş, özel savaşın beyni MİT yeniden organize edilmiştir.
Diğer taraftan çok daha büyük bir hakikat var ki; Kürt halkı büyük bedeller pahasına özel savaşa baş eğmemiş ve teslim olmamıştır. Bu direniş hem özel savaşın yapabileceklerinin sınırını hem de bütünsel bir ideolojik duruşla, buna karşı koymanın mümkün olduğunu göstermektedir. Bu açıdan faşist Türk devletinin özel savaşının kapsamı ne olursa olsun sonucu belirleyecek olan ona karşı gelişecek toplumsal direniştir. Kuşkusuz Türk devletini çaresiz bırakıp yeni konseptlere yönelmesine yol açan da Kürt halkının bitmeyen direnişi, iradesi ve sebatıdır. Kemal Pir’in Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde söylediği “Yaşamak Direnmektir” sözleri Kürt halkının bu direnişinin kristalize olmuş halidir. Dolayısıyla özel savaşı yenilgiye uğratmak mümkündür. Yeterki inanç, irade ve kesintisiz topyekün mücadele ısrarımız daim olsun!